AK Parti İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Binali Yıldırım ve eşi Semiha Yıldırım ile bayram röportajı yapmak için evlerine gittik. Etraflarını torunları sarmış. Biri Binali Yıldırım'ın boynuna sarılmış, diğeri elini tutuyor. Adeta dedelerini paylaşamıyorlar. Tam bir bayram havası evde… Kendimi sanki baba ocağına girmiş ya da aile büyüklerimden birini ziyarete gelmiş gibi hissediyorum. Herkes tanıdık, her şey samimi... Kayıt cihazını Binali Yıldırım'la Semiha Hanım'ın arasına koyuyoruz. Yıldırım espriyi anında patlatıyor: 'Aramıza kara kedi girmesin.' Kahkahalar ve çocuk sesleri arasında sohbet etmeye başlıyoruz.
Birbirinizin elini kaç yıldır tutuyorsunuz? Birlikte kaç bayram geçirdiniz?
Binali Yıldırım: Hesap kitap işine hanım bakıyor. Semiha Yıldırım: 43 yıl bitti.
Yılları, evlilik yıldönümünüzü unuttuğunda sitem ettiğiniz oluyor mu?
S.Y.: Ee tabii, ara sıra oluyor.
Bayram günlerini nasıl geçiriyorsunuz?
B.Y.: Arife günleri mezar ziyaretleri olur. Ya İstanbul ya Erzincan'da mezar ziyaretleri yapar, dua ederiz. Bayram namazı ile bayram başlar. Aile bir araya gelir. Ortak bir kahvaltı yaparız. Önceki yıllar akrabaların büyüklerin ellerini öpmeye giderdik ama şimdi bekliyoruz. Artık bize ziyarete geliyorlar. 43 yıl içinde böyle bir değişiklik oldu.
Bayramlar maliyetli de oluyordur, çocuklar harçlık bekler…
B.Y.: Ee onlar olacak tabii ama söylenmez. Hamam giren terler. (Gülüyoruz)
BU ÇOCUK OKUR, SAHİP ÇIK
Başarılı bir öğrenci miydiniz?
B.Y.: İlkokulda okurken eğitmen Cazip Bey vardı. Babam gelip sınıfın kapısına vurur, şapkasını çıkarıp koltuğunun altına alır, çünkü bizde ileri gelen bir aile bile olsak öğretmenlere çok saygı duyardık: 'Muallim Bey müsaade et bizim çocuğu alıp tarlaya gideyim' derdi. Ben sınıftan çıkarken söylenirdim: 'Herkes burada okuyor, tarla zamanı mı?' diye. Üzülürdüm ama bir şey diyemezdim. Babamın niyeti beni okutmak değildi. Bir an önce işin bir tarafından tutsun diye düşünüyordu. Ama öğretmen dedeme 'Bu çocuk okur, ona sahip çık' demiş. İlkokulu bitirince dedem beni İstanbul'a getirdi. Onun yanında okudum.
İSTANBUL'A ÜÇ GÜNDE GELDİK
Sizi İstanbul'la tanıştıran dedeniz mi oldu?
B.Y.: İstanbul'a ilk Yılmaz amcamla geldik. O günün şartları çok zordu. Erzincan, Refahiye, Suşehri, Koyul hisar, Amasya-Tokat dereyolu ile geliyoruz İstanbul'a. 1945 model bir otobüse bindik. Otobüsün üzerine de bir otobüs kadar yük koyuyorlar. Un, şeker, yoğurt, peynirini köyden getiriyor herkes. Çünkü ona verecekleri para ile çocuklarını okutuyorlar. Suşehri'ni geçince Karabayır diye bir yer var. Çok virajlı. Otobüs dönemiyor, aşağısı da uçurum. Oraya gelince yolcular iniyor, itip dağın tepesine çıkartıyoruz. Tepeden aşağıya inerken de koşa koşa otobüse binmeye çalışıyoruz. Üç günde İstanbul'a geldik.
İstanbul'u ilk gördüğünüz anı hatırlıyor musunuz?
B.Y.: Gece yarısı Harem'e geldik. Her yer ışıl ışıl. İlk kez böyle büyük bir yere geldim. Bir baktım hareket etti. Meğer arabalı vapurmuş. Vapuru böyle tanıdım.Dedemin Tarlabaşı'nda ev aldığını söylüyorlardı. 'Başka bir yer mi bulamamış köyde her yer tarla' diye geçiriyordum aklımdan. Sonra görünce İstanbul'un en prestijli yerlerinden biri olduğunu anladım. Beyoğlu'nun göbeği. Yeşilçam'a çok yakın. Rum, Ermeni, Türk herkes bir arada. Sokaklar Arnavut kaldırımlı. Tam eski İstanbul.
İSVEÇ'E SARMA, BÖREK...
Yurtdışında, gurbette Ramazan ve bayram geçirdiğiniz oldu mu?
S.Y.: İki yıl İsveç'te kaldı Binali Bey. Hem Ramazan hem de bayram geçirdi orada.
B.Y.: İsveç'te günler çok uzundu. Bekle bekle gün kararmıyordu. Kimisi 'Güneşin batmasını beklemeye gerek yok, kimisi var' diyordu. Bekliyorduk mecburen. Müslüman ülkelerden öğrencilerle iftar yapıp teravih kılıyorduk.
Türk yemeklerini özlediğiniz oldu mu? Erzincan'dan yemeklik götürdünüz mü?
B.Y.: Özlemez olur muyum? Hanım bir kere geldi, su böreği ve sarma dolma getirmişti. Uzun süre yedik saklayarak. Hatta iki buçuk ay gelip yanımda kaldı hanım, yaşadığımı anladım.
S.Y: Misafirlerimiz hiç eksik olmazdı. Börek, sarma, aşure yapardım onlara.
EŞİM ÜÇ ÇOCUĞA TEK BAŞINA BAKTI
Üç tane de çocuğunuz vardı? Eşiniz İsveç'te, siz burada… Zor olmadı mı?
S.Y.: Hem de çok zordu. Ama gitmesini ben istedim. Çünkü eğitimi için iyi bir fırsattı ve kaçırmamalıydı. Katlandım.
B.Y.:
Büyük fedekarlık yaptı eşim. Üç çocuğa tek başına baktı.
Uzun yıllar üst düzey görevlerde bulundunuz. Ama halkla bağlantıyı hiç koparmadınız. Nasıl başardınız bunu korumayı?
B.Y.: Kendini kasmazsan, olduğun gibi olursan, mevkinin büyüsüne kapılmazsan olur. Bunların görevin bitince de sona erdiğini baştan kabul etmen lazım. Etrafta sayısız insan, şaşaa... Bunların büyüsüne kapılırsan mutsuz olursun. İnsanın tabiatı ve yetişme tarzı ile de ilgili. Halktan biri gibi görünerek rol yapmak uzun sürmez.
Genç siyasetçilere neler önerirsiniz?
B.Y.: Siyaset insanlara ve ülkeye hizmet etmek, için araç olarak görülmeli. Siyasetçi eleştiriye açık olmalı çünkü siyasetin sermayesi insan. Daima ölçülü ve dürüst olmalı. Oy alacağım diye ülkenin menfaatlerine uymayan, uçuk vaatlerde bulunmayın. Her kesime eşit mesafede olmalısınız.
TOPAL DURSUN, YİĞİT VE CESUR BİR ADAMDI
Babanızdan, Topal Dursun'dan bahsettiniz ve sosyal medyada oldukça ilgi gördü. Topal Dursun'un hikâyesini merak ediyoruz?
B.Y.: Babam 7-8 yaş civarında köyde arkadaşla, bizde emen denilen 'Elim sende' oynarken hızını alamıyor ve damdan bir taş yığınının üzerine düşüyor, yaralanıyor.
S.Y: Oyun oynarken aşağıdaki kadınlar da ona bakıyormuş. 'Ya şu yakışıklı çocuk kimin oğlu' diye konuşmuşlar. O sırada iki arkadaş damda çarpışıyor ve kayınpeder aşağı yuvarlanıyor.
B.Y.: Babamın bu olaydan sonra ayağı ve çenesi de kırılıyor. Ağzı hiç açılmazdı. Öndeki iki dişi çekildi ve oradan sıvı alarak besleniyordu. Çiğneme yoktu. O günün imkânları ile ayakları birkaç yıl tedavi ediliyor ama bir kemik alınıyor ve topal kalıyor. Lakabı buradan geliyor. On santim kısalık kalmış. Yiğit namıyla anılır. Gerçekten yiğit ve cesur bir adamdı. Herkesin tehlikeli gördüğünü gözünü kırpmadan yapardı. Bu yüzden birkaç kez ölümle yüz yüze geldi. Traktörün altında kaldı iki sefer. Çok çalışkan ve iyilikseverdi. Çeşitli işler yaptı. İki bin civarında kendi koyun sürümüz vardı. Köyün ileri gelen bir ailesiydik. Köydeki herkese yardım ederiz. İlçede de amcazadelerimizin iyi konumları vardı.
İSTANBUL'A DÖNMEYİ UNUTMAYIN
Binali Yıldırım bayram mesajını ise şöyle verdi:
Bayram güzellik, kardeşlik, huzur demektir. 40 yıldır istikrar mücadelesi veriyoruz. Terör örgütünden çok çektik. Ama son yıllarda devletin varlığı ve örgütün çaresizliği ortada. Güvenlik açısından, yurdun her yerine rahatlıkla gidebiliyor, dağlarda yaylalarda yaşayabiliyoruz. İnşallah Türkiye, birlik, beraberlik, kardeşlik içinde daha güzel günlere ulaşmış olacak. Yollar pırıl pırıl, kaymak gibi, cazibesine kapılıp aşırı hız yapmayın. Emniyetli olun. Yorgun argın yola çıkmayın. Yolların kralı olmaz, kuralı olur. 23 Haziran'da İstanbul seçimi olacak, memleket ziyareti, bayram tatili bittikten sonra İstanbul'a dönmeyi unutmayın.
MUTFAKLARI BAYRAMA HAZIR
Yıldırım ailesinin mutfağında bayram hazırlıkları başladı mı? Bayramda misafirlerinize neler ikram edeceksiniz?
S.Y: Dolmalar, börekler, tatlılar hepsini hazırlıyoruz.
B.Y.: Biz biraz yaşlandık. Elimizi öpmeye gelen kızlarımıza, gelinlerimize tepsilerle gelin diyoruz. (Gülüyoruz)
S.Y.: Yok, yok bayram hazırlığı biz de yapıyoruz. Her şeyimiz hazır.
B.Y.: Semiha Hanım rahat etmez. Her şeyini hazırlar.
BAYRAMLIĞIMI ÜTÜLENSİN DİYE DÖŞEĞİN ALTINA KOYARDIM
İstanbul'a gelişiniz nasıl oldu?
B.Y.: 1960'lı yıllardan itibaren dedem İstanbul'a geliyor. Beyoğlu Tarlabaşı'na bir bina satın alıyor. Sonrasında amcalarımız da gelip yerleşiyor ve burada işe giriyorlar. Babam en büyük evlat olduğu için ona 'Sen köyde kal, ocağımızı tüttür' diyorlar. İstanbul'da herkes kendi evini kuruyor ve ayrılıyorlar. Bayağı kalabalığız, hatta geçenlerde bir aile iftarı verdik, 700 kişiden fazlaydık. Güzel olan aile bağlarımızın kopmaması ve devam etmesi.
Babanızla yaşadığınız unutamadığınız bir bayram anınız var mı?
B.Y.: Bayram zamanı gelince babamızdan en önemli beklentimiz bayramlık olmasıydı. Bizim orada Topal terzi Zeki usta vardı. Babam bizim için ona gabardin, külotlu paça pantolon, gömlek, ceket ısmarlardı. Bayramdan önce getirirdi. O zamanlar ütü falan yoktu. Bende bayramlığımı yatmadan önce döşeğin altına sererdim. Sabaha kadar ütülensin diye… (Gülüyoruz). Sabah da kalkıp giyerdim.
TORUN SEVMESİ BEDAVA
Torun sevgisi bir başka değil mi?
B.Y.: Torunları sevmesi güzel, bedava. Hasta oldu, ağladı, okula gidecek, onları anne- baba yapıyor. Torunlar stres gideren bizi rahatlatan güzellikler. Tekrar hayata bağlıyorlar.
İstanbul'un büyük bir çoğunluğu il dışına çıktı. İstanbul'da kalanlara tavsiye edeceğiniz biz bayram rotası olur mu?
B.Y.: İstanbul insanıyla güzel. İnsanların olmadığı İstanbul'un kimseye faydası yok, ruhu da olmaz. İstanbul cıvıl cıvıl olmalı. İstanbul'un kuzeyine; millet bahçelerine gidilebilir, Kilyos, Şile, Adalar tarafında güzel vakit geçirebilirler. Ama ilk gün eş, dost, büyükler ziyaret edilmeli. Ondan sonra çoluğu çocuğu toplayıp nefes alacak yerlere götürebilirsiniz. Çatalca tarafında güzel yerler var. Maltepe sahilinde, Harem'den Salacak'a, Kanlıca'ya kadar görseli de güzel yerlerimiz var.