İstanbul seçimleri demokratik sistem ve hukuk açısından bir turnusol kağıdı görevi gördü. AK Parti'nin 17 yıllık iktidarı döneminde, uğradığı en büyük algı operasyonu iktidarın el değiştirmesiyle ilgiliydi. Bunu Refah Partisi dönemine kadar uzatmak mümkün.
Ne zaman genel veya yerel bir seçim yapılsa belli bir kesim ısrarla hep aynı şeyi, kaba bir biçimde söyledi: "İslamcılar seçimle iktidarı vermez"
Rahmetli Erbakan da ayın soruyu vesayetçilere sormuştu: "Kanlı mı olacak, kansız mı?"
Darbeciler iktidara tahammül etmemişlerdi ama şehirlerin değişmesine de engel olamamışlardı. AK Parti bu engeli aşarak bugünlere geldi. Kendi iktidarı döneminde bazı büyükşehirlerde el değiştirmeler de hiç zor olmadı. Ama buna rağmen AK Parti'ye yönelik algı hep sürdü. Son seçimlerde Ankara, Antalya, Adana gibi büyükşehirlerde hiçbir sorun çıkmadan el değiştirme gerçekleştiği halde bu propaganda durmadı. Onlara göre ölçü İstanbul'du. Aslında o da bahaneydi. Çünkü yıllar önceden başlatılan bir "diktatörlük" algısı vardı ve dışarının desteğiyle bu algı yaygınlaştırılıyordu.
Bu yüzden son 17 günde sık sık "Yok, vermezler, vermemek için direniyorlar" gibi akla hayale gelmeyen şeyler söylendi.
17 Nisan 2019 günü, yani önceki gün bu açıdan tarihi bir dönüm noktasıydı.
İstanbul İl Seçim Kurulu, Maltepe seçimleri biter bitmez hemen mazbatayı hazırladı ve Ekrem İmamoğlu'na verdi.
Ne kıyamet koptu, ne de bir direniş yaşandı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde halef selef iki başkan el sıkıştı ve devir teslim gerçekleşti.
Bu fotoğraf, sadece bir devir teslim fotoğrafı değil, yıllardır suni bir biçimde oluşturulan algının yıkılmasıydı. Kendi ülkesini yalanlar ve algılarla itibarsızlaştıranlara, topluma gerilim tohumu ekenlere yollanmış bir tekzipti.
Ders aldıklarını sanmıyorum ama yine de hatırlatmakta yarar var. Seçim sonrası geçen 17 gün, birilerine uzun gelse de aradaki farkın azlığı ve İstanbul'un büyüklüğü düşünülünce hiç de uzun değil. Ayrıca seçim sonrası yaşanan bir yargı süreci vardı ve bu süreçte itirazların yükselmesinden daha doğal bir şey yoktu.
Sabır ve saygıyla beklemesi gereken bir sürece, ne yazık ki asıl "diktatör" diyenler, "vermezler" diye algı yaratanlar tahammül etmedi.
Kılıçdaroğlu'nun "kaos çıkar" demesi, İmamoğlu'nun daha ikinci gün Anıtkabir'e gidip toplumun sinir uçlarına dokunması, hukuki süreç tamamlanmadan maçlara gidip kendisini başkan ilan etmesi bu tahammülsüzlüğün açık örnekleriydi. Bunlar şimdi geride kaldı, asıl sorun bundan sonra nasıl tavır alacakları...