AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, "İlk gelen bilgiler, helikopterin acil iniş yaparken düştüğü şeklinde. Gereken soruşturmalar hem Başsavcılık tarafından hem Savunma Bakanlığı tarafından başlatıldı. Çok yönlü olarak araştırılıyor." dedi.
Çelik, parti genel merkezinde AK Parti Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısına ilişkin açıklamalarda bulundu.
Kartal'da bina çökmesi sonucu hayatını kaybeden vatandaşlara Allah'tan rahmet dileyen Çelik, "Umarız bundan sonra alınan tedbirlere dikkat edilir. Bu tedbirler doğrultusunda gerekenler büyük bir hassasiyetle kentsel dönüşüm konusunda diğer konularda vatandaşlarımızın yüksek hassasiyetiyle bunlar gerçekleşir ve bir daha benzer durumlarla karşı karşıya kalmayız." diye konuştu.
Çekmeköy'de bir askeri helikopterin acil iniş yaptığı sırada düştüğünü ve 4 şehit olduğunu belirten Çelik, şehitlere Allah'tan rahmet diledi.
Çelik, "Çok üzücü bir kaza, ilk gelen bilgiler, helikopterin acil iniş yaparken düştüğü şeklinde. Gereken soruşturmalar hem Başsavcılık tarafından hem Savunma Bakanlığı tarafından başlatıldı. Çok yönlü olarak araştırılıyor. Gerçek, neden olduğu, nasıl bir zaruretin ortaya çıktığı bu soruşturmaların sonunda hep beraber öğrenmiş olacağız." ifadelerini kullandı.
Belediye meclis üyelerinin tespit çalışmalarına, genel merkezden görevlendirilen arkadaşlarının illere giderek katıldıklarını dile getiren Çelik, bu şekilde yaklaşık 30 komisyonun çalıştığını bildirdi.
AK Parti'nin her kesimden oy alan bir parti olması sebebiyle il, ilçe ve beldelerde toplumun her kesiminin temsil edilmesine büyük bir önem verdiklerini belirten Çelik, bu çerçevede özellikle belediye meclis listelerinde kadın ve genç adayların olmasına, ilgili bölgenin demografik yapısının tam yansıtılmasına önem verdiklerine işaret etti.
Çelik, MYK ve MKYK üyelerinden oluşan komisyon başkanlarının tüm seçim bölgelerinde bu hassasiyetleri gerçekleştirmeye çalıştıklarını ifade etti.
Bölgelere giden partililerin AK Parti ve Cumhur İttifakı'nın performansıyla ilgili değerlendirmelerinin de MYK'da gündeme geldiğini ifade eden Çelik, "Sandığa yaklaştığımız günlerde daha güçlü bir şekilde, daha güçlü sonuçların ortaya çıkması için yapılacak çalışmalar hakkında arkadaşlarımız, birim başkanlarımız görüşlerini belirtiyorlar." dedi.
KAŞIKÇI CİNAYETİ
Çelik, önem verdikleri gelişmelerden birinin Cemal Kaşıkçı cinayetine ilişkin Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin yürüttüğü bir soruşturma çerçevesinde BM Yargısız ve Keyfi İnfazlar Özel Raportörü Agnes Callamard'ın Türkiye'yi ziyareti ve bu çerçevede bir rapor yayınlanması olduğunu söyledi.
Türkiye'nin şeffaf bir şekilde süreci yürüttüğünü ve Suudi Arabistan yetkililerine iş birliği çağrılarının hala yanıt bulmadığını söyleyen Çelik, BM heyetinin Suudi Arabistan Konsolosluğuna alınmaması gibi bir tablo ile karşı karşıya kalındığını hatırlattı.
Çelik, "Bu, soruşturmanın üstünün örtülmesi, olayın üstünün örtülmesindeki şüpheleri ciddi bir şekilde artırmıştır. Bu raporda elde ettikleri deliler ışığında bunun Kaşıkçı cinayetinin Suudi Arabistan'ın bazı devlet yetkilileri tarafından acımasızca ve önceden tasarlanmış bir cinayet olarak planlandığı sonucuna varmışlar. BM yetkililerinin vardığı sonuç bu. Cinayet ve acımasız vahşetin birtakım delillerle ortaya konulduğunu ifade ediyorlar." değerlendirmesinde bulundu.
BM soruşturmasının halen devam ettiğini, çeşitli öneriler içeren raporun haziran ayında BM İnsan Hakları Konseyine sunulacağını belirten Çelik, "Olayın üstünün örtülmesine de müsaade etmeyeceğimizi net bir şekilde söyledik. Halen talep ettiğimiz iş birliğiyle yeterli bir şekilde karşı karşıya değiliz." dedi.
Suç İstanbul'da işlendiği için Suudi Arabistan tarafından tutuklanan kişilerin yargılamasının İstanbul'da yapılması gerektiğini söylediklerini ancak olumlu karşılık bulamadıklarını hatırlatan Çelik, Türk yargısıyla ciddi bir iş birliği yapılması taleplerinin de karşılanmadığını ifade etti.
Çelik, şunları kaydetti:
"Buraya gelen Suud savcısı iş birliği yapmaktan çok daha ziyade elimizde neler olduğunu öğrenme gibi bir amacın içerisine girmiştir. Dolayısıyla biz açık çağrıyı bir kere daha yapıyoruz, bu olayın sorumlularının, emir verenlerin ortaya çıkması çerçevesinde güçlü bir soruşturma yürütülmelidir ve bu soruşturma uluslararası bir soruşturma olmalıdır. Bu bakımdan Birleşmiş Milletler tarafından yürütülen soruşturmayı önemsiyoruz ve bulgularının takipçisi olacağımızı bir kere daha ifade ediyoruz. Kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti böylesine vahşi, insani açıdan kabul edilemez bir eylemin takipçisi olmaya devam edecektir."
MACRON'UN AÇIKLAMALARI
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un, 24 Nisan'ı sözde Ermeni Soykırımı Anma Günü ilan etmesine ilişkin de değerlendirmede bulunan Çelik, "Bu, tarihi ve hukuki dayanaktan yoksun yaklaşım, esasında Fransa yargı makamları tarafından da uluslararası yargı makamları tarafından da reddedilmiş bir yaklaşımdır." dedi.
Macron'un aldığı kararın Fransız Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarıyla da çeliştiğine dikkati çeken Çelik, şöyle devam etti:
"Biz Sayın Macron'a bu yaptığının yanlış olduğunu ve eğer gerçekten tarihle yüzleşmek gibi bir ısrar içindeyse bunu Fransa'nın Cezayir'de yaptığı eylemlerle, Benin, Burkina Faso, Gabon, Gine, Kamerun, Moritanya, Nijer, Senegal, Tunus ve Çad'da insanlığa karşı Fransız otoriteleri tarafından işlenmiş suçlarla yüzleşmesi gerektiğini ifade ediyoruz.
Buralarda Fransız otoritelerinin emriyle Fransız yetkililer tarafından işlenmiş suçlar ortadayken, tutup da tarihle yüzleşmek şeklinde bir tavrın arkasına sığınıp hukuki ve tarihi dayanaktan yoksun konularda siyasi tutum alması tabi içeride politik sıkışma yaşan Macron'un kendisine birtakım lobilerin desteğini bulmak şeklindeki bir yaklaşımının neticesidir."
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bu konuda karşılıklı olarak arşivlerin açılması, bilim insanlarının gereken çalışmaları yapmasını ve çalışmaların sonucuna herkesin saygı göstermesi gerektiğini daha önce söylediğini anımsatan Çelik, "Bu çalışmalar bile bizatihi o zamanlar Ermenistan Anayasa Mahkemesinin aldığı kararlarla engellenmiştir." dedi.
Türkiye'nin konuya ilişkin açık yürekli bir tavır ortaya koyduğuna işaret eden Çelik, "Bundan kaçınan, ortaya çıkan gerçeklerden uzak durmaya çalışan tarafın Ermenistan olduğu çeşitli kereler görülmüştür. Burada bir çıkar lobisi var. Yani bizim soykırım ekonomisi dediğimiz diasporada birtakım çevreler var." diye konuştu.
"TÜRKİYE-FRANSA İLİŞKİLERİNE MALİYETİ OLACAK"
Türkiye ile Ermenistan arasındaki herhangi bir diyaloğun ve normalleşmenin önüne geçmek için bu çevrelerin büyük çaba sarfettiğini belirten Çelik, "Fransa gibi ülkeler de işte buradan kendilerine bir politik çıkar sağlamaya çalışıyorlar. Dolayısıyla bu konuyu tabii ki sadece kınamakla yetinmiyoruz, bunun Türkiye-Fransa ilişkilerine bir maliyeti olacaktır. Genelde Fransızlar böyle bir şey yaptıkları zaman 'sadece kınarlar ve kınadıkları gibi kalır' diyorlar." ifadelerini kullandı.
Macron'un yaptığının Türkiye ile Ermenistan arasındaki herhangi bir normalleşme sürecini sabote etmek olduğunu gördüklerini ifade eden Çelik, şunları kaydetti:
"Bunu diasporanın bu süreçler üzerinde kurduğu hakimiyeti devam ettirmeye dönük bir pas verme olduğunu görüyoruz. İkincisi de içeride iç politikada bu sarı yelekliler ve benzeri konularda biraz kan kaybetmiş bir politikacının maalesef kendisine bir çıkış yolu bulmak için dirayetli bir politika üretmek yerine tarihi ve hukuki dayanaktan yoksun böylesi bir iftiranın arkasına sığınmak gibi bir tablo içerisine girdiğini görüyoruz.
Bir kere daha söylemek isteriz, tarihle yüzleşmek Fransa için gereklidir ama bu kendisini ilgilendiren kısım Osmanlı tarihi veya Türk tarihi değildir. Bu konuda öz güvene sahibiz biz, kendisinin yüzleşmesi gereken şey özellikle de hukuki olarak gereken şey Benin'den Burkina Faso'ya, Kamerun'dan Cezayir'e kadar Fransız otoritelerinin karıştığı cinayetler ve benzeri insan haklarını ihlal eden eylemlerdir. Kendisine tarihle yüzleşme konusunda bunu tavsiye diyoruz, bunu öneriyoruz.
Türkiye'yi Venezuela krizi konusunda yanlış bir çerçeveye oturtmaya çalışan açıklamalarla karşı karşıya kaldıklarını aktaran AK Parti Sözcüsü Çelik, "Herhangi bir yerin iç politikasında taraf değiliz. Biz, Venezuela halkının yanındayız. Venezuela anayasasına, seçilmiş iradeye saygı gösteriyoruz. Burada sanki mesele politik aktörler arasında bir taraf tutma şeklinde birtakım yabancı medya tarafından aktarılmaya çalışılıyor." diye konuştu.
Türkiye'nin, Venezuela halkının ve devletinin geleceğini düşündüğü için bu tavrı ortaya koyduğunun altını çizen Çelik, "Bir ülkeye geçici devlet başkanı sıfatıyla birisini atamak, başlı başına bir hakarettir. Üstelik de atanan bu kişi, kendi ülkesinde yabancı askeri müdahaleye göz kırpan bir yaklaşım sergiliyorsa, buna destek verenlerin Venezuela'da iç çatışmayı ve önü alınamayacak bir takım kaosları tetiklemek gibi bir tavrın ortaya çıkmasına yol açtıkları aşikardır. Dolayısıyla bu Venezuela'ya yapılan bir iyilik değildir. Askeri müdahaleden bahsetmek, zaten yeterince sorun olan bölgede yeni bir kaos çıkarmak demektir. Nitekim görüyorsunuz işte... Bir yerde darbeyle iş başına gelen birisini kırmızı halı sererek karşılıyorlar. Onunla iş birliği yapmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Öbür tarafta halkını kimyasal silahlarla katleden bir başkasıyla diyalog kurmak için sabırsız olduğunu söyleyenler var. Ama gelip Venezuela'da geçici devlet başkanı atamaktan ya da askeri müdahaleden bahsediyorlar. " değerlendirmesinde bulundu.
Bunun ne hukuki bir dayanağı ne de uluslararası bir meşruiyeti olduğunu dile getiren Çelik, "Kendileriyle, kendilerinin bir takım yanlış politikalarıyla uyumlu olmayan liderlere (diktatör) diyorlar. Ama kendileriyle, kendilerinin yanlış ve gayri meşru politikalarıyla uyumlu olan diktatörlere de 'lider' demek şeklinde bir yaklaşımları var. Bunu kendi çıkarları açısından doğru bulabilirler. Ama bu değerler, hukuk, meşruiyet açısından asla kabul edilecek bir yaklaşım değildir." ifadelerini kullandı. Bu durumun bütün değerlere bir saldırı olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade eden Çelik, bu konuda, sonraki süreçte daha sağduyulu bir davranışın ortaya çıkacağını ummak istediklerini söyledi.
"GELİNEN NOKTA, KAYGI VERİCİ"
Çelik, Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması'ndan ABD ve Rusya'nın çekildiğini açıklamasına ilişkin de bu gelişmeyi kaygı verici bulduklarını belirtti.
Birtakım NATO müttefiklerinin, ABD'nin bu konudaki tavrını doğru bulduğunu ancak Rusya ile 6 ay içinde müzakere yapılması gerektiğini ifade ettiklerini hatırlatan Çelik, "Soğuk Savaş'tan beri nükleer silahların denetiminin temelini oluşturan bir anlaşmaydı. Böylece Avrupa'ya bu füzelerin girmesi engellenmiş oluyordu. Şimdi bu anlaşmanın iptaliyle birlikte Soğuk Savaş'tan beri elde edilen bir kazanımdan geriye düşülmüş oluyor. Bu gelinen noktanın kaygı verici olduğunu düşünüyoruz. Rusya'nın da çekilmesiyle birlikte bu karşılıklı restleşmelerin daha krizi artıran bir tabloyu ortaya çıkardığını değerlendiriyoruz." yorumunu yaptı.
Çelik, ortaya çıkan yumuşamanın berhava edilmesine yol açacak bir yaklaşımın doğru olmadığını, daha çok diyalog, müzakere ile kaygı verici durumun ortadan kalkması gerektiğini söyledi.
Atlantik ittifakı içindeki çatlakların dünyanın pek çok bölgesinde, pek çok sıkıntıya yol açtığına işaret eden Çelik, Türkiye'nin ortaya koyduğu, müttefiklik ilişkisinin doğasına dönük eleştirilerin ne kadar haklı olduğunu ifade etti.
Çelik, "İstediğiniz yerde müttefiklik ilişkisini öne çıkarıp, istemediğiniz yerde bunu geri planda bıraktığınızda çifte standart ortaya çıktığında, işte bu bütün değerlerin nasıl erozyon içerisine girdiği görülmektedir." dedi.
"İBRETLİK OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUZ"
Çelik, CHP'deki üst düzey istifalara yönelik, "CHP'nin içişleri bizi ilgilendirmez. Ama CHP'nin en çok propogandasını yaptığı konulardan bir tanesinin CHP içindeki aktörler tarafından CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'na yöneltilmesinin doğrusu ibretlik olduğunu düşünüyoruz." değerlendirmesinde bulundu.
CHP'de parti yöneticileri tarafından aday belirleme süreçlerine dönük olarak "demokratik teamüllerden yoksun bir parti yöneticiliği" sergilendiğinin ifade edildiğini aktaran Çelik, şöyle devam etti:
"(Kapalı kapılar ardında, hangi değerlere ve ilkelere yaslandığı belli olmayan aday belirleme süreçleri ortaya çıkıyor) deniyor. İlginçtir, bizatihi CHP içinde siyaset yapanların ya da CHP'ye yakın olarak değerlendirmede bulunanların ortak noktası şu; Kılıçdaroğlu'nun CHP'de bir tek adam kurduğu şeklinde. Sayın Kılıçdaroğlu, tek adam yönetimi tabirini siyasette kullanmayı çok seviyor. Fakat bugün geldiği noktada bizatihi kendisinin yol arkadaşları tarafından, çok yakın zamana kadar kendisinin genel başkanlığını öven siyasi şahsiyetler tarafından bugün kendisinin CHP'de bir tek adam yönetimi kurmakla eleştirilmesi ibretlik bir durumdur. Yoksa kim nereden istifa etmiş, nereye gitmiş, hangi makama gelmiş, bu bizi çok ilgilendiren bir durum değil. Bir parti olarak ortaya çıkan bu tabloda, CHP Genel Başkanı'nın gerek Türkiye'nin iç siyasetine dönük eleştirilerinde gerekse bir takım yabancılar tarafından kara propoganda olarak kullanılan bu tek adam yönetimi eleştirisini Türk siyasetine tercüme etme konusundaki iştahı göz önüne alındığında, bugün karşı karşıya kaldığı bu tablonun kendisine parti yönetiminde tek adamlığın kendi partisinin yöneticileri tarafından ifade edilmesi altı çizilmesi gereken bir mesele olduğunu ifade etmek isteriz."
"BU KONUDAKİ DÜZENLEME DE EN KISA ZAMANDA YAPILACAKTIR"
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın İş Bankası hisselerinin devriyle ilgili konuyu partisinin grup toplantısında gündeme getirdiğini anımsatan Çelik, CHP'nin eleştirilerine dikkati çekti.
CHP'de bu hisselerin olmaması gerektiğinin altını çizen Çelik, "Bu hem Atatürk'ün vasiyetinin itibarını korumak açısından hem de bu mirasa sahip çıkmak, siyasetin itibarını korumak açısından da gerekli bir durum." dedi.
Geçmişte devlet ile CHP arasında bir özdeşliğin söz konusu olduğunu belirten Çelik, "Vasiyet tarihi olan 5 Eylül 1938 tarihinde Türk Dil ve Tarih Kurumu'nun gelirlerini garanti altına almak için o özdeşlik içerisinde bu hisseler, bu şekilde miras bırakılmış. Fakat buradaki esas mantığın esasında Türk Dil Kurumunun ve Türk Tarih Kurumunun gelirlerini garanti altına almak olduğu, Atatürk'ün Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu konusundaki, onların yaşaması konusundaki hassasiyetinin bir neticesi olarak bu mirasın bu şekilde düzenlendiği açıktır. Dolayısıyla burada devlet söz konusu iken Türkiye Cumhuriyeti söz konusu iken bugünkü tablo içerisinde herhangi bir partinin bu ödevi üstlenmesi düşünülemez, bu doğru bir şey de değil. Esasında en başta Atatürk'e saygı gereği CHP'nin bu tutumdan uzak durması gerekirdi. Ve esas olan burada devlet garantisi altında, devletin garantisi altında Türk Tarih Kurumu'na Türk Dil Kurumu'na sağlanan bu gelirlerin garanti altına alınmasıdır." ifadelerini kullandı.
Çelik konuşmasında, "Peki CHP'de bu hisseler varken CHP Atatürk'ün vasiyetine tam olarak uymuş mudur? Bu mirası doğru bir şekilde değerlendirmiş midir? Yani mirasın amacı, vasiyetin amacı olan Türk Dil Kurumuna ve Türk Tarih Kurumuna vermesi gereken gelirleri tam olarak aktarmış mıdır?" diye sordu.
Bunun böyle olmadığını dile getiren Çelik, şunları kaydetti:
"Tam tersine mirası çiğnemiştir, vasiyete karşı gelmiştir, Türk Dil ve Tarih kurumlarına bu geliri aktarmama tutumu CHP'nin ilk olarak 1966 yılında ortaya çıkmıştır. Bizatihi 1966 yılında bu ödemeyi yapmayarak Atatürk'ün mirasına direnmiştir CHP. Arkasından mahkemeye gidilmiştir ve mahkeme netice olarak CHP'ye (miras hükümlerine uy, vasiyete uy ve ödemeni Türk Tarih Kurumuna ve Türk Dil Kurumuna yap) demiştir. Arkasından 1973'te sonra 1977'de sonra 1978'de ve 1993 yıllarında aynı şekilde ödemeleri geciktirmişlerdir. Bu meblağları ödememek için şöyle bir gerekçe sunuyor CHP; (Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu Atatürk'ün kurduğu kurumlar olmaktan çıkmıştır) diyor. Birileri de çıkıp (CHP, Atatürk'ün kurduğu parti olmaktan çıkmıştır) diyebilir bu mantık yürütmeye dayanarak...
CHP ile Türk Tarih ve Dil Kurumları arasındaki tüm davalar CHP aleyhine sonuçlanmıştır. Bu kurumlar mahkemeye gitmiştir, (Atatürk'ün vasiyeti gereği miras çerçevesinde bize bırakılan gelirler CHP tarafından ödenmiyor, CHP, Atatürk'ün vasiyet hükümlerini yerine getirmiyor) diyerek bu tarihlerdeki ödeme gecikmeleri karşısında bu kurumlar mahkemeye gittikten sonra mahkeme Türk Dil Kurumunu ve Türk Tarih Kurumunu haklı bulmuştur. CHP'yi bu konuda mahkum etmiştir. Dolayısıyla vatandaşlarımızın şunu bilmesi gerekiyor; CHP'ye ait olan bir hak CHP'den alınmıyor. İkincisi o dönemin şartlarında verilmiş bu ödeneği CHP'nin Atatürk'ün vasiyetine direnerek, ona karşı gelerek Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumuna aktarmadı. Bütün bunlar, CHP'ye mahkemelerin emriyle zorla yaptırılmıştır."
Burada esas amacın Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumunun gelirsiz kalmaması olduğunu vurgulayan Çelik, "Atatürk, milletimizin ortak değeridir. Bu vasiyetin hükümlerinin, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumuna bu gelirlerin aktarılması şeklindeki hükmünün devlet tarafından, Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi tarafından temsil edilmesi gerektiği açıktır. Bu konudaki düzenleme de en kısa zamanda yapılacaktır." ifadelerini kullandı.
Çelik, CHP'nin vasiyet hükümlerini yerine getirmediğinin altını çizdi.