Anayasa Mahkemesi, Fetullahçı Terör Örgütü'ne (FETÖ) üye olmak suçundan tutuklanan, daha sonra serbest bırakılan kişinin, "cezaevinde kaldığı süre içerisinde mektup, faks gibi yazılı haberleşme araçlarının kullanılmasının yasaklanması, açık görüş hakkının sınırlandırılması nedeniyle hak ihlali yapıldığına" ilişkin başvurusunu kabul edilemez buldu.
Resmi Gazete'de yayımlanan karara göre, FETÖ'ye üye olmak suçundan gözaltına alınan kişi, 17 Temmuz 2016'da tutuklandı.
İlk olarak Tekirdağ T Tipi Kapalı Cezaevi'nde kalan tutuklu, önce Silivri 7 No'lu, sonra Silivri 6 No'lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumlarına nakledildi.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 12 Ağustos 2016'da Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturmaları kapsamında ceza infaz kurumlarında tutuklu bulunan şüphelilerin Olağanüstü Hal (OHAL) süresince yazılı haberleşme araçlarını kullanmalarının yasaklanmasına karar verdi. Bu karar, ceza infaz kurumu müdürlüklerine gönderildi.
Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı da başsavcılığın talimatı doğrultusunda 30 Kasım 2016'da karar aldı.
Öte yandan Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan tutuklu ve hükümlü olanların açık görüşlerinin 2 ayda bir yaptırılmasına yönelik karar verdi.
İstanbul 29. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan sanığın, her iki karara yaptığı itiraz da reddedildi. Bunun üzerine sanık, Anayasa Mahkemesine 6 Eylül 2017'de bireysel başvuruda bulundu.
Yüksek Mahkeme, "mektup, faks gibi yazılı haberleşme araçlarının kullanılmasının yasaklanmasında haberleşme hürriyetinin, açık görüş hakkının sınırlandırılmasında da aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine" ilişkin iddiaları kabul edilemez buldu.
KARARDAN
Başvurucunun haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddiasını yalnızca infaz hakimliği önünde ileri sürdüğünün aktarıldığı kararda, bu iddianın başka herhangi bir merci önünde ileri sürülmeden bireysel başvuru yoluyla doğrudan Anayasa Mahkemesi önüne taşındığı bildirildi.
Başsavcılıkça OHAL süresince yazılı haberleşmelerin yasaklanmasına ilişkin talimatın 27 Şubat 2018'de kaldırıldığı belirtilen kararda, bu talimatın, başvurucu hakkında da tahliye edildiği 10 Kasım 2017'ye kadar uygulandığı kaydedildi.
Tedbirin hukuka uygun olup olmadığının, 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin 3. fıkrası kapsamında açılacak davada incelenebileceğinin aktarıldığı kararda, bir hukuka aykırılık tespit edildiğinde de başvurucu lehine tazminata hükmedilebileceği belirtildi.
Tazminat davası açma yolunun tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olarak kabul edilmemesi için bir nedenin olmadığı vurgulanan kararda, olağan başvuru yolu tüketilmeden yapılan bireysel başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincilik niteliği ile bağdaşmadığı kanaatine varıldığı ifade edildi.
"MÜDAHALENİN ULAŞILMAK İSTENEN AMAÇLA ÖLÇÜLÜ OLDUĞU DEĞERLENDİRİLMEKTEDİR"
Kararda, Hükümlü ve Tutukluların ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in 5. maddesinde 18 Ağustos 2016'da yapılan değişiklikle, terör suçlarından tutuklu ve hükümlü olanların 2 ayda bir açık görüş hakkından yararlandırılabileceğinin düzenlendiği hatırlatıldı.
Haftada bir kez kapalı görüş yapma hakkı yönünden ise görüş sıklığını sınırlandıran bir değişiklik yapılmadığına işaret edilen kararda, başvurucunun tutuklu bulunduğu süre boyunca belirtilen sıklıkta yakınlarıyla açık veya kapalı görüş hakkından yararlandırılmadığına ilişkin bir iddiasının da bulunmadığına dikkat çekildi.
Kararda, en geç 2 ayda bir kez açık görüş hakkından, haftada bir kez de kapalı görüş hakkından yararlandırıldığı anlaşılan başvurucunun bu görüşlerde aile fertleriyle doğrudan temasını sürdürme imkanından mahrum bırakılmadığının anlaşıldığı vurgulandı.
Yüksek Mahkemenin kararında, şunlar kaydedildi:
"OHAL koşullarının gerektirdiği kamu düzeninin korunması ihtiyacı ve ceza infaz kurumu güvenliğini sağlama amacı doğrultusunda isnat edilen suçun ağırlığı da dikkate alınarak, başvurucunun aile fertleriyle olan ilişkisinin sürdürülmesini engellemeyen açık görüş hakkının sınırlandırılması şeklindeki söz konusu müdahalede kamu makamları tarafından güdülen meşru amaç ile başvurucunun bireysel yararı arasında adil bir dengenin kurulduğu, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olan müdahalenin ulaşılmak istenen amaçla ölçülü olduğu değerlendirilmektedir."