AA muhabirinin sorularını cevaplayan Özden, 28 Şubat öncesi ve sonrasında yaşadıklarını anlattı.
Özden, üniversiteyi kazanmasına rağmen harp okuluna gitmeyi tercih ettiğini dile getirerek, bu kararda askerlik mesleğine olan sevgisi ve ailesinin yönlendirmesinin etkili olduğunu söyledi.
Harp okuluna girerken özel hayata müdahil olunacağı hususunda bilgi sahibi olmadığını aktaran Özden, "Okulda böyle bir durum olmayacağını düşünerek ve gözümüzü karartarak eğitime başladık. Aslına bakarsanız lisede son sınıfta harp okuluyla alakalı müracaat formunu aldığımda edebiyat hocamız 'Harp okuluna sen mi gideceksin?' dedi. 'Evet ben gideceğim. Hayırdır yakıştıramadınız mı? Benim vatanperverliğimden şüpheniz mi var?' dedim. Okulun birinci sınıfında sıkıntı yaşamadım. İbadetlerimi açıktan yapıyordum." diye konuştu.
Özden, harbiyeden sonra bir yıl da sınıf okulu eğitimi aldığını belirterek, akabinde Bornova'ya tayin olduğunu anlattı.
"HANIMINA SÖYLE BAŞINI AÇSIN"
Tayinden kısa süre sonra evlendiğini aktaran Özden, şöyle devam etti:
"Bornova'da lojmanda oturmaya başladık. O döneme kadar problem olmamıştı. Lojmanda oturduğunuzda hanımızın tesettürü sizin kişiliğinizi ifşa ediyor. Hayat biçiminiz onlarınkiyle örtüşmüyor. Sonra tugay komutanı eşimin başörtülü olduğunu öğrendi. Diğer karargah subaylarının eşlerini bize keşif amaçlı göndermişti. Hanım da gayet güzel şekilde ağırladı. O dönem üniversitelerde başörtüsü hadiseleri yeni yeni başlamıştı. Bu zulüm, 'siyasallaştırılıyor' algısıyla bunu tamamen ideolojik ve rejim karşıtıymış gibi göstermeye başladılar. Bir gün, Antalya'ya yarışmalar için gittik. Takımla birlikte başarı kazanarak geri döndük. Tugay komutanının odasına çağrıldık. Tabur komutanı da oradayken ben tebrik bekliyordum. Ne alaka ise kimlik kartları ve sağlık karneleriyle alakalı müracaatlarıma konu geldi. 'Annenle alakalı sağlık karnesi ve kimlik kartını imzaladım. Hanımınla ilgili ise sadece sağlık karnesini imzaladım.' dedi. Ben nedenini açıklamasını bekliyorum tabii. 'Biz Atatürk nesliyiz. Bizim halk nezdinde bir imajımız var. Halkın bizi görmek istediği bir şekil var. Onun dışında olamayız. Sen çok çalışkan bir subaysın. Hanımına söyle başını açsın. Bu konuda sen ne düşünüyorsun?' dedi. Ailemde hemen herkesin başörtülü olduğunu, eşimin de evlenirken böyle olduğunu söyledim. 'Ona bunu söyleyemem. Bu hakkı kendimde göremem.' dedim. Asker şahısların kılık kıyafetlerini düzenleyen yazılı kurallar vardı ama eşlerin durumuyla alakalı bir şey yoktu."
"TSK ONLAR İÇİN BİR EMNİYET SUPABIYDI"
Özden, Türk insanı ve Türkiye'nin çok önemli olduğunu dile getirerek, "Bu coğrafyada doğmuş, buradan beslenen ve burada yaşayan insanlar çok önemli ancak Batı ve batının kurmuş olduğu sisteme karşı tehlikeli görülüyor. Batının doğuyu sömürebilmesi için bizim sürekli pazar olmamız lazım. Pazar olmamız için yönetimlerin sürekli kontrol altında tutulması lazım. Bu kontrolün sağlanması için de birtakım irtica, ideoloji gibi paradigmaların sürekli canlı tutulması lazım. Bu ülkeye biçilen klişe bu. Yeri geldiğinde laiklik, yeri geldiğinde rejim saikiyle bu milletin inançlı, toprağına bağlı insanlara karşı bir koz olarak hep kullanıldı. Darbeci kodlar bunlar. Silahlı kuvvetlerin içerisinde bu yaklaşımın dindar insanlara yapılıyor olmasının da nedenleri var. TSK onlar için bir emniyet supabıydı. Silahlı kuvvetler de onların elinden çıkarsa insanları kontrol edecekleri mekanizmaları kalmayacaktı. Rejimin bekçiliğini yapan ordu milletin bekçiliğini yapacaktı. Bunu istemediler." değerlendirmelerinde bulundu.
28 Şubat'a giden süreçte ilk tasfiyelerin TSK'da başladığını belirten Özden, 1995'te eşlerin fotoğraflarıyla beraber fişlemelerin başladığını söyledi.
Özden, baskılar nedeniyle sürekli bir huzursuzluk halinde olduğunu dile getirerek, lojmanlar bölgesinde bu durumun daha hissedilir hal aldığını kaydetti.
Baskılara karşı eşini sürekli teskin etmeye çalıştığını aktaran Özden, "Sen İslam'ın bayrağısın. Asla boyununu bükme. Ne olacaksa olsun. Rızk Allah'ın teminatı altında." dedim.
"CADI AVI BAŞLATILDI"
Özden, tugayda gizli bir psikolojik savaşın sürdürüldüğünü ifade ederek, "Biraz da duruşumuzdan olsa gerek çok üzerimize gelemediler. Çalışkanlık var bir de. Siverek'e tayin oldum. O ortamda PKK ile uğraşmaktan bizle ilgilenemediler. 1995'te eşlerin fotoğrafları istendi. Bu sadece bilgi toplama amaçlıydı. Eşi başörtülü olan ve namaz kılan personel cadı avına tabi tutuldu. Zulüm o dönemden sonra katmerlendi. Baskılara dayanamayıp eşini boşayan, anne ve babasının yanına yollayanlar oldu. Resmi nikahsız olarak aile bütünlüğünü sürdürmek zorunda kalanlar vardı. İmzamın Arap harflerine benzediği gibi komik ithamlara maruz kaldım. Böyle saçma sapan, seviyesiz... Bu hareket yıllarca adaletle hükmetmiş bu milletin evlatlarını her yerden silmeyi amaçlıyordu." ifadelerini kullandı.
TSK'dan ilişiğinin kesildiğini kendisine tebliğ eden amirin bunu ağlayarak yaptığını belirten Özden, komutanın "Bu tugayda gidecek kişi en son sendin." sözlerini aktardı.
Özden, ihraçtan sonra yapılan baskıların devam ettiğini anlatarak, şunları söyledi:
"İstanbul'a geldim ve bir iş buldum. Batı Çalışma Grubu'nun uzantıları bizlerle uğraşmaya başladı. Çalıştığım şirketin sahiplerine baskı yaptılar. 'O burada çalıştığı sürece size rahat yok.' dediler. Ben de ceketimi alıp çıktım. 3 ay işsiz kaldım. O dönem büyük sıkıntılar yaşadım. Sonra farklı işlerde çalıştım. Bu geçişler çok güzel ve Allah'ın inayetiyle oldu. Hep daha iyi imkanlara sahip oldum. Allah'ın bu ikramlarını hep zikrederim."