-Hocam sık sık islamda evlilik yaşı konusu gündeme geliyor. Son dönemde bu konu Diyanet'in itibarsızlaştırılma kampanyasına da malzeme olarak kullanıldı. Böyle bir fetva var mı gerçekten. Sizin bu konuda düşünceniz nedir?
Diyanet'in böyle bir fetvası olmadığını Kurumun en üst yetkilileri açıkladılar. Kaldı ki, Diyanet'in dinî görüş açıklamadaki en üst organı olan Din İşleri Yüksek Kurulu, konuyu altı yıl önce etraflıca ele almış ve yayınladığı 2012/44 sayılı kararıyla küçüklerin evlendirilmesinin uygun olmayacağını açıkça belirtmiştir. Kurul söz konusu kararını, bu tür evliliklerin, ideal bir aile yuvasından beklenen huzur içinde yaşama, sağlıklı nesiller yetiştirme şeklindeki aile yuvası kurmanın esas hedefleriyle uyumlu olmayacağı, böyle bir tasarrufun küçükleri genellikle ekonomik, biyolojik ve psikolojik açılardan kaldıramayacakları bir yükün altına sokacağı, ayrıca onların çocukluklarını yaşayamama, gerekli eğitimden mahrum kalma gibi birçok temel hakların ihlaline de yol açabileceği gerekçelerine bağlamıştı. Fakat ne yazık ki, sizin de dediğiniz gibi Diyanet'in itibarsızlaştırılması için, bırakın basın ve haber etiğiyle bağdaşıp bağdaşmadığını, asgari insanlık değerleriyle de asla bağdaşmayacak bir yolla böyle bir yalan haber üretilebilmiştir.
KÜÇÜK YAŞTA EVLİLİK BİRÇOK SAKINCAYI BERABERİNDE GETİRİR
-Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
Benim kanaatime gelince, önce şu tespiti yapayım: Sağlayacağı bazı toplumsal ya da özel bireysel faydalar göz önüne alınarak küçüklerin velileri aracılığıyla evlendirilmeleri, çeşitli toplumlarda görülen bir uygulamadır. Genel bir kabule dayandığı için bu uygulamanın o toplumlarda yadırganmadığı da bilinmektedir. İlk Müslümanlar arasında görülen küçükleri evlendirme uygulaması da bu bağlamda değerlendirilebilir. Yani konu salt dinî olmaktan ziyade, toplumsal ve dolayısıyla da kültürel bir karakter taşımaktadır. Böyle bir olgunun bulunduğu ve genel olarak da yadırganmadığı zamanlarda yaşayan İslam hukukçuları da bu tür evlilikleri meşru görmüşlerdir. Mesela 1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi de yaşları itibariyle ergenlik dönemine gelmiş olan bireylerin, velileri aracılığıyla evlendirilebilmelerine imkân tanımıştır. Geçmişteki bu yaklaşımlar, o dönemlerde yaşayan fakihlerin toplumsallıklarıyla yani içinde yaşadıkları toplumun kabulleri ve uygulamalarından kopuk olmayışlarıyla izah edilebilir. Günümüzde ise böyle bir olgusallık ve toplumsallık yoktur. Aksine az önce böyle evliliklere cevaz vermeyen Din İşleri Yüksek Kurulu'nun gerekçelerinde de görüldüğü üzere küçük yaşta evlilikler günümüzde birçok sakıncayı da beraberinde getirmektedir. Kur'ân'ın Nisa Suresinin 6. ayetinde "evlilik olgunluğundan" bahsetmesi; Hz. Peygamber'in kızların rızaları olmadan evlendirilemeyeceklerini beyan etmesi de esasen bu sonucu vermektedir.
DOĞRUDAN İSLAMA SALDIRAMADIKLARI İÇİN DİYANET'E SALDIRIYORLAR
-Son dönemde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın sık sık tartışma konusu haline getirildiğini görüyoruz. Diyanet neden hedefte?
Farklı kesimler farklı nedenlerle Diyanet'i hedef almış görünüyor. Genelde dinle ama özellikle İslam'la sorunu olanlar, kavgalarını dinî-İslamî hizmetleri kurumsal olarak yürüten Diyanet üzerinden veriyorlar. Onu itibarsızlaştırarak aslında İslam'ı gözden düşürmeyi, onun arkaik yani ilkel ya da en iyimser ifadeyle tarihte kalıp eskimiş bir inanç ve amel manzumesi olduğu imajını vermek istiyorlar. Doğrudan İslam'a saldırsalar inandırıcı olamayacaklarını ve tepki çekeceklerini bildikleri için bu itibarsızlaştırmayı şahıslar ve kurumlar üzerinden kotarmaya çalışıyorlar. Böylece İslam'ı tartışılır hale getirip özellikle gençler nezdinde dine mesafeli bir duruş üretilmesi hedefleniyor. Bu açıkça görülüyor.
DİNİ CAMİYE HAPSETMEK İSTİYORLAR
-Evlilik yaşı üzerinden başlatılan kara propaganda da bunun bir parçası mı?
Bununla yakından ilgili bir başka amaç da herhalde sistematik saldırılarla Diyanet'in korkutulup pusturulması ve kendisini hayattan yalıtarak camiye hapsetmesinin sağlanması olsa gerek. Daha çok kadın, çocuk, cinsellik, evlilik gibi konular ile cihat, küfür, tekfir, hilafet ve mezhep gibi sadece dinî değil bir o kadar da tarihsel, siyasal ve kültürel içerikleri olan kavramlar üzerinden vaktiyle yapılmış kimi eskimiş yorumları gündeme taşıyarak, yayınlardan kes-yapıştır yoluyla kurgu fetvalar üreterek, herhangi bir Diyanet çalışanının veya bir ilahiyatçının konuşmalarından cımbızlayarak ya da maksadını aşan cümlelerini manşete çekerek, dinle siyaseti bazen yan yana bazen karşı karşıya getirerek toplumun bir kesimindeki duyarlılıkları harekete geçirip Diyanet'i tepkilerin odağı haline getirmek istiyorlar. Ve bekliyorlar ki, yoğun tepkiler karşısında Diyanet ürksün ve kendini toplumsal kanallardan çekip içine kapansın. Böylece İslam da hayata daha az yansısın.
AMAÇ DİN EĞİTİMİNİ İTİBARSIZLAŞTIRMAK
-Diyanet son yıllarda politik mücadelenin de hedefi haline geldi sanırım…
Evet, kimi zaman da bazı gruplar siyasal mücadelelerine Diyanet'i alet ediyorlar. Bir bürokratik mekanizma olarak Diyanet sonuçta bir bakan aracılığıyla iktidara bağlı olduğundan muhalefet partileri, Diyanet üzerinden siyaset yapabiliyor. Aslında politik olan mücadele yukarıda söylemeye çalıştığım manipülasyonlarla Diyanet hedef alınarak yapılabiliyor.
Burada Diyanet'i hedef tahtasına oturtan bambaşka bir motivasyona da işaret etmem lazım. O da şudur: Din hizmeti ve eğitiminde rol kapmak ve toplumsal bir konum edinmek isteyen kimi dinî oluşumlar, bu alanlarda en büyük rakip olarak Diyanet'i görüyor ve onun konum kaybetmesi oranında palazlanacakları öngörüsüyle Diyanet'i yıpratacak bir söylem içine girebiliyor. Hatta aynı oluşumlar dinî bilginin üretilmesi işinde de söz sahibi olmak için İlahiyat Fakültelerini ve öncesinde İmam Hatip Liselerini itibarsızlaştıracak girişimlerde bulunabiliyor.
DİN HİZMETİNDE BÜYÜK MESAFE ALINDI
-Türkiye son 15 yılda her alanda önemli mesafe katetti. Peki din hizmetinde de bir sıçrama gerçekleştirilebildi mi?
Bu sorunuza sade bir vatandaş olarak şu cevabı verebilirim: Daha önce gerek yurt içinde gerek millet varlığımızın yaşadığı yurt dışında sırf bir cami ve Kur'an kursu hizmeti veren bir Diyanet profili vardı. En azından biz böyle biliyorduk. Fakat son yıllarda, Türkiye'mizin her alanda kaydettiği gelişme ivmesi, din hizmetlerinde de çeşitlenmeye ve verimliliğin artmasına yol açmıştır. İslam sadece camide ritüelleri yerine getirilen bir din ve Kur'ân da sadece yüzünden okunacak bir kitap olmadığından din hizmetinin imkânlar ölçüsünde çeşitlenmesi, kaliteli hale gelmesi ve kuşatıcı olması doğal bir durumdur. Önemli olan bu imkânların sağlanması ve sağlandıktan sonra da etkin ve verimli bir hizmetle değerlendirilmesidir. İşte son yıllar bu bakımdan yeni açılımlara sahne olmuştur.
Hizmet içi eğitimde kalite arttırılabildi mi?
Mesela takip edebildiğim kadarıyla Diyanet, nitelikli personel sayısını artırmış, personelinin dinî-meslekî formasyonunu geliştirmek için dinî yüksek ihtisas merkezlerinin sayısını dokuza çıkarmış, binlerce görevlisini yüzyüze vaaz ve etkin iletişim seminerlerine almış, bütün il müftülüklerinde Aile ve Dinî Rehberlik Büroları açarak sorunu olan ailelere dinî danışmanlık hizmeti vermiş, Gençlik ve Spor Bakanlığıyla yapılan bir protokol çerçevesinde Bakanlığa bağlı birimlerde gençlerin manevî gelişimleri için ortak çalışmalar yapmış, Adalet Bakanlığıyla eşgüdüm halinde tutuklu ve hükümlülerin dinî ve ahlakî gelişimlerini sağlamaya yönelik programlar uygulamış, Sağlık Bakanlığıyla beraber hastanelerde manevî destek hizmeti vermiş, Kur'ân kurslarında 4-6 yaş grubu çocuklara özel eğitim programları uygulamış, üç ayrı radyo kanalı ve bir ulusal televizyon kanalıyla din hizmetine yeni açılımlar kazandırmış ve hem yetişkinlere, hem araştırmacılara hem de çocuklara yönelik kaliteli görsel ve basılı yayınlar yapmıştır. Bu noktada Avrasya İslam Şurası, Latin Amerika Ülkeleri Dinî Liderler Zirvesi ile Afrika Dinî Liderler Zirvesi toplantıları münasebetiyle dünyanın diğer bölgelerindeki Müslüman dinî idareleriyle kurulan ilişkileri ve oralarda verilen hizmetleri de unutmamalıyız.
Bunlar elbette yeterli sayılamaz ama belli bir sıçrama yapıldığını ifade eder. Tabii ki önemli olan bütün bu faaliyetlerin verdiği üründür. Bunu ölçmek ve aksaklıkları gidermek de tabiatıyla Diyanet'in görevidir.
SAHTE BALI CEZALANDIRIYORUZ AMA SAHTE DİN PAZARLAYANI CEZALANDIRMIYORUZ
-FETÖ ile mücadele ederken FETÖ'nün Türkiye özellikle gençler üzerinde islam algısına verdiği zarar konusunda hiç konuşma imkanımız olmadı. Bazı insanlar FETÖ ile islamı birbirine karıştırıyor olabilir. Bu konuda neler yapılabilir?
Ne yapılabilir? Bir kere İslam'ın sahih öğretisinin gencimizle buluşma kanallarını çoğaltmalıyız. Bu konuda en büyük görev tabiatıyla Kamuya düşüyor. Doğrusu son zamanlarda gerek Millî Eğitim gerek Gençlik ve Spor gerekse Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Diyanet'in ortak çalışmalarıyla ümit verici adımların atıldığı görülüyorsa bunların çeşitlendirilip artırılması üzerinde düşünmeliyiz. Diğer taraftan mukaddesatı korumaya dönük bir hukukî mevzuatımız yok maalesef. Sahte bal satanı cezalandırıyoruz ama sahte din pazarlayana bir şey yapamıyoruz. Oysa ikincisinin zararı hem daha büyük hem de daha kalıcı.
Bu denetimsizlik, hem dinî bilgilenme sahasında bir anarşiyi doğuruyor hem de dine ve kurumlarına saldırılara ortam hazırlıyor. Dinin ne olduğu, neyi önerdiği ve inananlarından ne talep ettiği hususundaki karmaşa, çelişki hatta kavga sonuçta gençler üzerinde uzaklaştırıcı bir etki yapıyor. Sonrası da malum: Ya deizm, ya ateizm ya da nihilizm.