Tahşiye davası iki yol önce İstanbul'da açılmıştı. Dava aynı zamanda Fetullahçı Terör Örgütü'ne (FETÖ) yönelik İstanbul'da açılmış ilk dava olma özelliğine sahip. FETÖ lideri Fetullah Gülen'in talimatıyla Tahşiye Cemaati'nin haksız suçlamalarla hedef alınmasına ilişkin davada, FETÖ üyeleri bu cemaatin üst düzey isimlerini basın yayın yoluyla hedef gösterip adli süreçle kıskaca almaya çalışıyordu. O davanın son duruşmasında ise karar çıktı. Eski Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca "FETÖ yöneticiliği", 8'i emniyet müdürü 25 polis ise "üyelik" suçundan mahkûm oldu. 5 polis "örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemekten" ceza aldı. Karaca'ya toplam 31 yıl hapis cezası verilirken, 30 polis ise 6 yıldan 25,5 yıla kadar çeşitli oranlarda hapis cezasına çarptırıldı. Elebaşı Fetullah Gülen ile firari eski emniyet müdürü Mutlu Ekizoğlu'nun dosyası, ifadeleri alınamadığı için ayrıldı. Yargılaması iki yıldır süren dava, İstanbul'da FETÖ'ye açılan ilk davaydı.
25 POLİS FETÖ ÜYESİ
Eski emniyet müdürleri Yurt Atayün, Ömer Köse ve Tufan Ergüder'e ayrı ayrı FETÖ üyeliği suçundan 12, "iftira" suçundan 4.5, "resmi belgede sahtecilik" suçundan 9 yıl olmak üzere toplam 25.5 yıl hapis cezası verildi. Eski emniyet müdürü Ali Fuat Yılmazer de FETÖ üyeliği ve "iftira" suçlarından toplam 16.5 yıl hapis cezasına mahkum edildi. Eski polisler Mustafa Uyanık, Rıfat Arslan, Erdem Kısa, Çetin Öztürk ve Recep Güleç, "örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemekten" 6 yıl hapis cezası aldı. Bu 5 polis dışındaki 25 polis, FETÖ üyesi olarak mahkûm edilmiş oldu.
TAHŞİYE YAYINEVİ SAHİBİ: ADALETİN KESTİĞİ PARMAK ACIMAZ
Kararın
açıklanmasının ardından Tahşiye Yayınevi sahibi Mustafa Kaplan, yazılı açıklama yaptı: Kaplan'ın açıklaması özetle şöyle: "Sanıklar eylemlerine uyan gerekli cezaları almışlardır. 15 Temmuz darbe teşebbüsü ile gerçek yüzü kamuoyunca da görünen ve dış güçler namına bu ülke aleyhine çalıştığı ortaya çıkan Fetullahçı Terör Örgütü; Kur'an'ı, Hadisi, bu milletin dini duygularını ve ülkede itibar kazanan Risale-i Nur mesleğini tahrif ve istismar ederek kitleler nezdinde taban tutmuş ve aynı zamanda devlet içinde paralel yapılanmaya başlamıştır. Sanıklar değil nedâmet ve özür dilemek, 'Eğer elimize fırsat geçse aynısını yine yaparız. Ayrıca şartlar müsâit olup da devran döndüğünde başta müştekiler olmak üzere bu davada dahli ve imzası olan herkesi hapse sokacağız. Bu böyle biline' diye pervâsız bir tavır sergilemişlerdir. Dolayısıyla bize 'Adaletin kestiği parmak acımaz' demekten başka bir şey kalmıyor."