Eski emniyet müdürleri Ramazan Akyürek, Ali Fuat Yılmazer ve Coşgun Çakar ile ana dava dosyası sanıklarının da aralarında bulunduğu 35 kişinin yargılandığı davada tanık olarak dinlenilen eski Başbakanlık Teftiş Kurulu (BTK) Üyesi Ayşegül Genç, "Trabzon'daki Bahçecik Cezaevi'nde olan Yasin Hayal'in arkadaşlarından bir çocuk, 'Yasin, Mc Donalds'ı bombaladıktan sonra kaçarken bir inşaatta saklandı. Saklandığı süreçte beyaz bir ekip otosu geldi, hafif kır saçlı birisi otomobilden çıkıp Yasin'i aldı.' şeklinde bilgi verdi. İlgimizi çeken bu bilgiyle ilgili araştırma yapmamıza rağmen, konuya netleştiremedik." dedi.
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada tanıklığına başvurulan eski BTK üyesi Ayşegül Genç, raporunda da yer alan ihmaller ve rapor yazıldıktan sonra gördüğü baskılara ilişkin çarpıcı bilgiler verdi.
Genç, cinayet sonrası ihmalleri araştırmak üzere iki müfettiş arkadaşıyla görevlendirildiğini, başta İstanbul olmak üzere Trabzon ve Ankara'da çalışmalar yürüttüğünü söyledi.
O dönem İstanbul ve Trabzon'da yaptıkları çalışmalarla ilgili yetkililerin kendilerine yardımcı olmaya çalıştıklarını ancak İstihbarat Daire Başkanlığı (İDB) C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer ile sağlıklı bir iletişim kuramadıklarını belirten Genç, şunları anlattı:
"Diğer müfettiş arkadaşlarla beraber İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğündeki odada ilk kez görüştüğümüz Ali Fuat Yılmazer'e, 'çalışma yürüttüğümüzü, birtakım bilgiler isteyeceğimizi' sakin bir şekilde söyledik. Ali Fuat Bey ilginç bir tepki göstererek, 'O Başbakan'a söyleyin, sizi göndereceğine, Ergenekon soruşturmasının arkasında dursun.' gibi şeyler söyledi. Biz böyle bir tepki beklemediğimiz için gerçekten çok şaşırdık. Başbakan, Sayın Recep Tayyip Erdoğan'dı o zaman. Sonuçta Sayın Başbakanı temsilen oradaydık ve bize onun imzasıyla emir verilmişti. Normalde emri göstermeyiz ama Yılmazer'in önüne koyup, 'Sayın Başbakanımızın talimatları var, yanlış anladınız galiba.' dedim. Yine aynı tavrı gösterince, tepkili bir şekilde, 'Bize işimizi öğretemezsiniz, işimizi biliyoruz, sizden de bunu istiyoruz, ne verebilirseniz görüşelim, hatta bizimle irtibat için birini de görevlendirebilirsiniz.' dedim. Büyük bir sessizlik oldu ve Yılmazer daha sonra odadan çıktı."
Devam eden süreçte bekledikleri bilgileri alamadıklarını ve bir şey göremediklerini aktaran Genç, basında yer alan hususlarla ilgili bir toplantı yapmak istediklerini, özellikle Ergenekon ile ilgili bir şema meselesi olduğunu, 2008'in Mart ayında Ergenekon soruşturmasının başladığı süreçte İstanbul'a geldiklerini, Ergenekon terör örgütüyle bağlantı olması durumunda bunu yakalama eğiliminde olduklarını, belge ve bilgileri atlamak istemediklerini dile getirdi.
"BİLGİ ALAMADIK"
Ayşegül Genç, dönemin İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürü Selim Kutkan'ın odaya bütün klasörleri yığdığını ve diğer görevlilerin de olabildiğince paylaşımda bulunmaya çalıştığını anlatarak, "Ancak İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü toplantı odasında da son derece kıdemsiz polislerle muhatap olduk. Beklenti noktasında oradan hiç bir şey alamadık. Kasıtlı mı değil mi bilmediğim bir şekilde İstanbul İstihbarat Şube'den bir şey alamadık." ifadelerini kullandı.
Genç, sonraki süreçte işlerine yarayan her şeyi raporlarında kullandıklarını ve cinayet mahallindeki İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde bulunan görüntü kayıtlarını da incelediklerini belirterek, şöyle devam etti:
"Raporda bahsettiğimiz Trabzon'daki astsubayların isimlerini baz istasyonu incelemesine o tarihte, 'Cinayet mahallindeler mi, değiller mi, en azından oradan çözebilir miyiz?' diye koymuşuz. Cinayet sonrasındaki görüntüleri inceledik saatlerce. 'Müfettiş olarak dikkatimizi çeken bir şey var mı?' şeklinde. Süreci biz zaten elde ettiğimiz delillerle toparlamaya çalıştık. 'Telefonlarla alakalı meselelerde bize bir yardımları olabilir mi?' diye. Onların dikkatini çeken, bütün kurumların yardımcı olabileceği düşüncesinden hareketle sorduk. 'Sizin dikkatinizi çeken ne var?' diye. Bu noktada en azından bir şey bekledik. Neticede TEM'deki dosya üzerindeki çalışmalarımızı tamamladık."
"POLİS OTOSUYLA ALINMA BİLGİSİ..."
Ayşegül Genç, sadece emniyet değil, jandarma ve MİT'e de bakmak, önleme dinlemesi yapan emniyet dışında başka birimlerle ilgili belgeleri görmek istemelerine rağmen bir şey bulamadıklarını söyledi.
Burada Yardımcı İstihbarat Elemanı (YİE) olarak ortaya çıkan Erhan Tuncel ile emniyet açısından devam eden süreçteki tahkikatın önem kazandığını ifade eden Genç, "Trabzon'daki Bahçecik Cezaevi'nde olan Yasin Hayal'in arkadaşlarından bir çocuk, 'Yasin, Mc Donalds'ı bombaladıktan sonra kaçarken bir inşaatta saklandı. Saklandığı süreçte Doblo tarzında beyaz bir ekip otosu geldi, hafif kır saçlı birisi otomobilden çıkıp Yasin'i aldı.' şeklinde bilgi verdi. İlgimizi çeken bu bilgiyle ilgili araştırma yapmamıza rağmen, konuya netleştiremedik." bilgisini verdi.
Ayşegül Genç, İstanbul'da Yasin Hayal, Erhan Tuncel, Ogün Samast ve ev arkadaşı Tuncay Uzundal ile cezaevinde uzun uzun görüşmelerinin olduğunu, Erhan Tuncel ile görüşmelerinin 16-17 saat sürdüğünü belirterek, "Erhan'ı dinlemek bizim için önemliydi. 'Beni burada öldürecekler, yanıma Kemal Yıldız diye birini koydular. Çok fazla cinayeti varmış, korkuyorum.' diyordu. Bu bilgiyi soruşturma savcısı Selim Berna Altay'a ilettik. Gerçekten orada bu isimde bir kişinin kaldığını ve sonra oradan nakledildiğini öğrendik. Bir takip tarassut belgesine göre İstanbul emniyetinde YİE olarak böyle bir isim geçiyordu. Onun adı da Kemal Yıldız'mış. Aynı isim olduğu için ilgimizi çekti. Kim olduğu konusunda sorularımız vardı. Sorduğumuzda, İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğünden böyle bir YİE'den yararlanılmadığı noktasında bir bilgi geldi." beyanında bulundu.
"BİZDE BİLGİ YOK" DEDİLER
Genç, İstanbul'da Erhan Tuncel ile ilgili bir konuda dönemin mahkeme başkanı Erkan Canak ile görüşmek istediklerini ve dönemin Başbakanı Erdoğan'ın, 'Sürecin sonuna kadar gidin.' talimatı olmasına rağmen Teftiş Kurulu Başkanlığının kendilerine "Bu hafta sonu geri dönün." talimatı verdiğini dile getirerek, şunları kaydetti:
"Oysa başkanlığımıza İstihbarat Şubeyle ilgili tıkandığımızı söylemiştik ve başkanlık da bize, 'Görüştüğünü, önümüzün açılacağını' söylemişti. O süreçte de bir şey olmamıştı. 'Çok kaldınız, bir an evvel geri dönün.' dediler. Ankara'ya döndük Erkan Canak ile görüşmeden. Sonra da raporlama süreci başladı. Bizden büyük resmi görmemiz istendiği için bazı şeyleri Ankara'da da yürüttük. Ankara'ya çağırıp görüştüğümüz kişiler oldu. Engin Dinç'i çağırdık, YİE çalıştırmanın mantığını anlamaya çalıştık. Emin Arslan ile şifahi görüşmemiz oldu. Ramazan Akyürek ile de birebir konuşuyorduk."
Sonlara doğru Teftiş Kurulu Başkanı Muttalip Ünal'a her türlü bilgiyi verdiklerini ve 1,5 senelik çalışma sonrası 205 sayfa tutan tespitlerini rapor haline getirdiklerini aktaran Ayşegül Genç, "Bu çalışmalar esnasında bizim gördüğümüz özellikle, konunun daha da ileriye yönelik derinleştirilmesi noktasında oluşturulabilecek şeylerdi. Karşımıza çıkan hususlar var. 'İstanbul ve Trabzon emniyetleri ile İDB'nin, MİT ve jandarmanın sorumluluğu nedir?' gibi sorular. Zaten yargılama sürüyordu. Bu üzerinde durduğumuz bir husustu. Tuncel'in YİE'liğinin kaldırılması ve yerine kimsenin konulmaması şaşırtmıştı bizi. Yaşanan süreç var çünkü. 'YİE olayına son veriliyorsa, kamusal bazda bunun yerine biri konulmalı.' diye düşünüyorduk. Bu çerçevede konuları tekrar değerlendirdik." ifadesini kullandı.
"DÜŞÜNDÜK Kİ..."
Genç, MİT'e Erhan Tuncel'i özellikle sorduklarını ve "Onunla herhangi bir irtibatlarının bulunmadığı" cevabını aldıklarını ifade ederek, şunları anlattı:
"İstanbul İstihbarat Şubeyle ilgili kafamıza yatmayan şeyler vardı. Hrant Dink ile ilgili gündem doluyken, uzun süredir haberlere konu olurken, niye akla gelmez ki tehlikede olduğuna dair. Ahmet İlhan Güler, şube müdürlüğüyle ilgili mülkiye müfettişlerine verdiği bir ifadede, bir tamimden söz ediyordu. Bizim tamimden haberimiz yoktu, görene kadar o ifadeyi. Tamimi çıkaran Sabri Uzun'u çağırdık, şifahi olarak görüştük. Bu tamimi sorduk. 'Ne anlam taşımaktadır, hangi amaçla çıkardınız?' dedik. Bunu bir yazıyla daha sonra İDB'ye de sorduk. Ramazan Bey'in imzasıyla cevap geldi. Yönetmeliği incelediğimizde, Dink ile ilgili bilgiler ortaya çıkmışken olay neden istihbarat operasyonuna dönüşmedi? O noktaya taşınması gerekir. Bu da bizim kafamızı karıştıran bir şey. İDB tamimin kendi içlerinde bir düzenleme olduğu cevabını verdi. Haber alma şubelerinden bazı bilgileri süzüp bir kayda sokup koruma tedbiri istenmese dahi, koruma sürecinin gerçekleştirilebileceği kanaatine vardık. İstihbarat dairesinin bu süreci iyi yönetemediğini düşündük mevcut olan verilerle. Gerekli tedbirleri almadığını düşündük. Yeterli bir çalışma yapamayacağımız için, bunun bir ihmal, kötüye kullanma olarak yapılabileceğini düşündük ve konuyu bu şekilde derinleştirmeye karar verdik. Orada da C Şube Müdürünün Ali Fuat Bey olduğunu öğrendik. Zaten Ramazan Bey de İstihbarat Daire Başkanıydı. Onun dışındaki kişilerin isimlerini öğrenmek için Emniyet Genel Müdürlüğü Personel Daire Başkanlığına gittik. 'Bizde olmaz, istihbaratın kendi içinde olur bu isimler.' dediler. Biz de nasılsa ön inceleme diye, bildiğimiz isimleri yazdık ve bilmediklerimizle ilgili de unvanları yazdık. Bilemediklerimizi de tespit edilmesi amacıyla ön önceleme temini istedik. 1,5 seneye yakın çalıştığımız için, 'Kendimizi yaparız' diye düşündük. Ama başkanımız, 'Bu İçişleri Bakanlığımızın görevi, müdahale etmiş olmamak anlamında İçişleri Bakanlığına gönderelim, yapsınlar.' dedi, uygun gördük."
"Başkan, Akyürek ve Yılmazer'in isimlerini rapordan çıkarmamızı istedi"
Hazırladıkları raporu 10 Ekim 2008'de başkanlığa teslim etmeden önceki süreçte başkanları Muttalip Ünal'ın kendilerini çağırdığını belirten Ayşegül Genç, "Başkan Bey bize, Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer'in isimlerini rapordan çıkaralım.' dedi. 'Bunun olmayacağını' kendisine ifade ettik. Hatırladığım kadarıyla birkaç defa böyle bir telkin oldu. Çünkü 1,5 senedir yaptığımız bir çalışma var, bu kadar ilerlemişiz bu konuda. Çıkarmamız komik olacak. Şahısları karalama kastımız yoktu, neyse o. Raporu aynen yazdık, İçişleri Bakanlığına 4483 sayılı yasaya göre kanaatlerimizi belirtip 10 Ekim'de teslim ettik." şeklinde konuştu.
Raporlarının 7 Kasım 2008'de başkanlık üst yazısıyla, "Trabzon'un yazısının İDB'de genel uygulamada farklı bir işleme tutulup tutulmadığının belirlenmesi, Ali Fuat Yılmazer ile Ramazan Akyürek'in sorumluluklarının ayrıntılı izah edilmesi ve illiyet bağı kurulması gerektiği" hususları belirtilerek, yeniden değerlendirme için iade edildiği bilgisini veren Ayşegül Genç, dosyada olmadığını ifade ederek, bu yazı ve devam eden yazışmaları mahkeme heyetine sundu.
Tanık Genç, şunları söyledi:
"İade edilme sürece bizi demoralize etti. Sayın Başkana son üç aydır değerlendirmiş ve bilgileri iletmiştik. En büyük hassasiyetimiz de İDB'nin çalışma sistemini deşifre etmemekti. Deşifrelerden de suçlanabilirdik. Bütün gizlilik içerebilecek şeyleri ayrı yazılarla Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığına kasada saklanmak üzere ayrıca teslim etmiştik. İDB çalışma sistemini öğrenmiştik. Bütün verileri bakanımızla paylaşmıştık. Yazı üzerine raporumuzu irdeledik. Bütün şeyleri yaptığımızı, 14 Kasım 2008'de üst yazıyla diğer müfettiş arkadaşlar Yasemin Tuğçe İnan ve Mehmet Akın imzasıyla gerekçelerimizi koyarak, 'Raporumuzda ısrarcıyız.' anlamında belirterek cevap yazısı yazdık. Raporu değiştirmeden tekrar Teftiş Kurulu Başkanlığına verdik. Çünkü bu süreç öncesinde başkanımız Muttalip Ünal, 'Ön incelemeyi İçişleri Bakanlığı yapsın.' telkininde bulunmuştu bize. Ama bu kendi kendimizi reddetmek olacaktı. 1,5 yıl çalışmıştık."
"Dinlemeye başladılar, ziyaretime geldiler"
Sundukları rapora Başbakan'ın onay verdiğini belirten Genç, bu arada 31 Aralık 2008'de, dönemin İstihbarat Daire Başkanı Recep Güven'in talebiyle Hizbullah terör örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle dinlenilmeye başlandığını, aynı şekilde raporda imzası olan diğer müfettişlerin de dinlenildiğini kaydetti. Genç, raporu yazdıktan sonra raporda adı geçen polislerin kendisini birkaç kez ziyaret ettiklerini şöyle anlattı:
"Bu sürece kadarki süreçte biz İstanbul'da bu incelemeyi yaparken, İstanbul'dan döndükten sonraki süreçlerden birinde, AİHM olaylarıyla ilgili (kamu görevlileri yargılansın kararı) Faruk Sarı, Ercan Demir, Muhittin Zenit ve hatırlamadığım birisi daha binanın üçüncü katındaki odama geldiler. Biz gene çalışma yapıyorduk makamımızda. 'Biz AİHM kararı için geldik.' dediler. Muhittin Zenit kalkıp, Mehmet Bey'e doğru yürüdü, 'Babam da soruyor beni de dinliyor musunuz?' diye, 'Evet baba seni de dinliyoruz dedim.' ifadesini kullandı. Mehmet Bey de, 'İsterseniz bizi de dinleyin, bizim gizlimiz, saklımız yok.' dedi. Sonra Tuğçe Hanım söyledi bana. Muhittin Zenit arayıp onu, 'Tuğçe Hanım bizi buralarda unutmayın.' demiş.
Raporu yazmadan önceki süreçte de Seyfettin Uzunçakmak odama geldi. Muhittin Zenit ile gelmişlerdi. Başbakanlık binası olmasına rağmen Zenit'in silahı da yanındaydı. 'Biz size tazminat davası açacağız, ben tazminat davasında süperim.' dedi. Ben, 'İstediğinizi yapın.' dedim. Mehmet Bey ve Tuğçe Hanım'la bir aradaydık. 'Ne yaparsanız yapın.' dedik neticede. Seyfettin Uzunçakmak bir kez daha geldi, hukuki şeyler sormak için."
"Başkan Ünal, 'Akyürek telefonla aradı, kendinize dikkat edin.' dedi"
Tanık Genç, açılan soruşturmalar kapsamında dinlenildiklerini 2015'te öğrendiklerine ve dinlenildikleri süreçte İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin, hazırlayıp sundukları raporları üzerinde çalışma yaptığına dikkati çeken Genç, şöyle devam etti:
"28 Nisan akşam üzeri gibi Muttalip Bey, Mehmet Bey'i ve beni aradı 'gelin' diye. Biz yeni binadaydık, o eski taş binadaydı. Gittiğimizde canı sıkılmıştı, kızarmıştı. 'Kendinize dikkat edin arkadaşlar.' dedi. Mehmet de 'Biz ediyoruz zaten.' diye belirterek, 'Zaten çok fanusta yaşadık bugüne kadar, istedikleri kadar dinlesinler.' şeklinde konuştu. Muttalip Bey, 'Ben onu demiyorum, fiziksel olarak da kendinize dikkat edin, karşıdan karşıya geçerken de bu bir tehdit değil, çalışma arkadaşıyız.' dedi. Mehmet Bey, 'Seni kim aradı?' diye sordu. 'Ramazan Akyürek aradı.' cevabı verdi. 'Çok sıkıntılı şeyler söyledi, anlatamayacağım şeyler, ajandama not aldım, ne olur ne olmaz siz de dikkatli olun.' ifadesini kullandı. 'Ne olacak?' diye sordu Mehmet Bey. 'Biz Susurluk soruşturması da yaptık, bir canımız var.' dedik. Sessiz kaldı ne yapmamız gerektiği konusunda."
O aşamada İçişleri Bakanlığının soruşturmalarının devam ettiğini ve talep ettikleri hususlardaki soruşturmaların 2009 yılının Kasım ayında yazı ekinde gelmesi üzerine görüş verdiklerini belirten Genç, "Yazılan raporları inceleme imkanımız oldu. O çalışmalar çerçevesinde Başbakanlık onayına baktığımız zaman, bize iade gerekçeleri yok. Başbakan'a arz yapılmamış. Raporlarda, ön inceleme talep etmiştik 4483'e göre. Herhangi bir şey yapmamışlar. Başbakan onaylamış olmasına rağmen bunlar kendi teşkilat yönetmelikleri çerçevesinde daha hafif kalan bir araştırma raporu yazıyorlar. Detaylı yeni irdeleme falan yok, sadece ilgililerin açıklamalarını alıp koymuşlar. 'Bu bir ham istihbarat bilgisidir.' şeklinde. Bunları tespit ettik ve biz 18 Ocak 2010 tarihli bir yazı hazırladık raporların yerinde olmadığına dair." ifadesini kullandı.
"Ergenekoncu' olarak gösterildik"
Bu süreçte hedef haline getirildiklerini ve bununla ilgili basında haberlere rastladıklarını dile getiren Genç, "Bizim kurumdan 19 kişi FETÖ çerçevesinde atıldı. O arkadaşların tamamı benim koridorumdaydı ve selam veren yoktu. Böyle bir psikolojik ortamda da yaşıyoruz. Bu çerçevede basında Sabri Uzun'un açıklamaları yer aldı, 'Ek ifade verdim müfettişler yok ettiler.' gibi. İçişleri Bakanlığı müfettişlerine diyor ama bize demiş gibi yansıtılıyor. Ona dahi ses çıkaramadık. Sanki bu olayı kişiselleştirmiş pozisyonundaydık Tuğçe Hanım'la. Neticede gördüğümüz hataları, yanlışları 18 Ocak yazımızla dile getirdik. Ve orada da oldukça uzun. Bunu yazdıktan sonra teftiş kurulu bakanımız değişmişti. Başkan 18 Ocak tarihli yazıyla bunu intikal ettirdi İçişleri Bakanlığına." diye konuştu.
Genç, 2010-2011 sürecinde çeşitli kitaplar yayınlanmaya başladığını, gazetelerde dile getirilen şeyler olduğunu ifade ederek, şu bilgileri verdi:
"Bizim raporumuzun hiç dikkate alınmadığını gördük çeşitli gazetelerde. Bazılarında ise bahsedildiğini gördük. Takip etmeye çalışıyorduk. Devre dışı kalmıştık, bize iş falan da verilmedi o dönem. Adem Aslan'ın, 'Bir Ermeni var' kitabı çıktı. Kitapta özellikle Tuğçe Hanım'ın ismi açık bir şekilde birkaç sayfa yer almak suretiyle yazıldı. Mehmet Akın ile benim ismim de doğrudan yazılmadan ima edilir suretle kullanıldı. 'Eski emniyetçileri tanırlar.' şeklinde çeşitli atıflar yapıldı ki bir kısmını hiç tanımıyorum. Özel harekatın depolarına girip, birtakım şeyleri çıkarmış kişiyim, Kutlu Savaş'la da çalıştım. Önemli olan bilgilerimizin objektifliği. O kitap çıkınca epeyce rahatsızlık duyduk. Raporun Ergenekon operasyonu olduğu yazılıydı. Bizi Ergenekoncu olarak belli bir noktaya taşıyacak bir mahiyet içeriyordu. Güneydoğuda ilk kadın müfettişim, ne görev verildiyse yaptım. 'Sağcı solcu' dediler. Her şey söylenebilir. Ama hiç bir zaman bu kadar gerçekten tamamen yanlı hazırlanmış bir şeyle de karşılaşmamıştım. Ergenekoncu yapma durumunu hissetmeye başladık. Mehmet Bey, 'Dikkat edelim CD evrak koyarlar bir yerlere.' diyordu. 'Ergenekon zirvesi' diye bir kitap çıkardı devamında Yavuz Arslan. Bu sefer bizim ismimizin yanına Başkan Yunus Arıncı'nın ismi de eklendi. Yazdıklarımızın konu edildiği 'The Cemaat' diye bir kitapta vardı. Nazlı Ilıcak'ın yazdığı kitap.
Türkiye'de gerçekten son 20 senede birçok ciddi işte çalıştım. Bu insanlar, sırtlarını birtakım insan gruplarına dayamaları nedeniyle karşılarındaki insanların bağımsız, dürüst, özgür olamayacaklarını düşünüyorlar. Epey sıkıntı çektik. Ama 2012'den itibaren oluşan MİT kriziyle birlikte bazı şeyler daha net anlaşılmaya başlandı."