Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, Almanya'nın Avrupa İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Michael Roth ile Bilkent Otel'de biraraya geldi. Görüşmenin ardından düzenlenen basın toplantısında Bakan Çelik, Almanya hükümetine teşekkür ederek konuşmasına başladı. Bakan Çelik, "Darbe girişiminden sonra çeşitli vesilelerle açıkladık. AB ile ortak değerlerimiz olan demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü konusunda her zaman dayanışma içerisinde olmalıyız. Fakat maalesef darbe girişimi gerçekleştikten sonra AB liderleri Türkiye ile yeterli bir dayanışma göstermediler. Türkiye kendi demokrasisini koruyacak, kendi değerlerine sahip çıkacak güce ve kapasiteye sahiptir. Bu ziyaretlerin sadece sembolik anlamı olabilirdi. O da şu; dünyanın ekonomik ve siyasi krizlerin içinden geçtiği bir dönemde Türk halkı kendi demokrasisine sahip çıkmak için bu kadar güçlü bir şekilde sahip çıkmışken paylaştığımız ortak değerler açısından tüm bölgeye güçlü mesajlar verilmesi söz konusu olabilirdi. Ortadoğu'nun etnik ve mezhep temelinde ciddi krizlerin, iç savaşların içinden geçtiği bir zamanda halkının yüzde 99'u Müslüman olan bir Türkiye'de bu mesajların verilmesi son derece kıymetli olurdu. Bu darbe girişimi vesilesiyle görülmüştür ki Türkiye birinci sınıf Avrupa demokrasine sahiptir. Halkımız tankların, F-16'ların karşısına çıkarak demokrasimizi korumuştur. Zaman zaman bazı yabancı basın yayın organları biz onlara haber demiyoruz kara propaganda düzeyinde Sayın Cumhurbaşkanımızla ilgili diktatör ya da otokrat gibi ifadeler kullanılıyor . fakat göründüğü gibi dünyanın her tarafında diktatörler halklarına karşı tankların arkasında saklanırlar ama Türkiye Cumhuriyeti'nin halk tarafından seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı halkıyla beraber tanklara karşı direnmiştir. Parlamento bombalanmasına rağmen bombaların altında TBMM'nin kahramanca tutumuyla açık tutulmuştur. Milletvekilleri kendi parlamentolarına sahip çıkmışlardır. Bunların hepsi tarihe geçmiştir. Ama en önemlisi Türk halkı demokrasi tarihini yeniden yazmıştır" diye konuştu.
"EĞER VİZE SERBESTİSİ KONUSUNDA NET BİR TARİH VERİLMEZSE…"
"Türkiye ile AB arasında yeni bir ivmenin ortaya çıkması fevkalade önemlidir" diyen Çelik, şunları kaydetti: "Biz AB'deki pek çok siyasetçinin Türkiye'ye karşı ön yargılarla dolu olumsuz yaklaşımlarıyla, Türkiye'nin AB müzakere sürecini birbirinden ayrı tutmaya özen gösteriyoruz. Özellikle göç krizinin ortaya çıkardığı krizler ve tehditler karşısında daha çok işbirliği yapmanın önemi açıktır. Çünkü göç krizi Avrupa Birliği tarihinin de gördüğü en büyük krizlerden bir tanesidir. Suriye konusunda ciddi bir politika ortaya konulamamasının neticesinde büyük bir insani kriz ortaya çıkmıştır. Türkiye milyonlarca mülteciyi evinde barındırarak insanlık karşısında vazifesini yapmıştır ama hala pek çok AB ülkesi bırakın milyonlarcayı bırakın onbinlerceyi 200 kişi,300 kişiyi ülkesinden barındırmak için referandum yapmak için referandum yapmaktan bahsetmektedir. Bunun maliyetlerini söz konusu etmektedir kendi iç siyasetinde. Sayın Merkel'in de açıkladığı gibi göç krizi konusunda Türkiye'nin ve Avrupa Birliği'nin ortaya çıkardığı işbirliği tarihin en büyük krizlerinden birinin yönetilmesi konusunda büyük bir çözüm ortaya koymuştur. Bundan sonrada bunun devam etmesi gerekir. Fakat dediğimiz gibi verilen sözlerin tutulması gibi sebeplerle biz bundan sonraki mekanizmalar için vize serbestisi konusunda net bir tarih bekliyoruz. Eğer vize serbestisi konusunda net bir tarih verilmezse yeni mekanizmaları örneğin geri kabul anlaşmasını yürürlüğe koymak gibi konuları kesinlikle hayata geçirmeyeceğiz. Bu süreçte çok yanlış biçimde Türkiye çeşitli kişiler tarafından eleştiriye tabi tutulmuştur. Ciddi bir önyargı söz konusudur. Almanya AB içerisinde lider bir ülke. Dost ve müttefik bir ülke. Ekonomik, siyasi, dış politika açısından son derece önemli ilişkilerimiz var Almanya ile. Almanya ile ilişkilerimizin bütün bu krizlerin ortasında yeni bir ivme kazanması, bunların güçlenmesi önemli olacaktır."
"PYD'NİN DAEŞ'E KARŞI MÜCADELE ETTİĞİ YALANI DA BU ŞEKİLDE ÇÖKMÜŞTÜR"
Brexit sonrasında AB'nin geleceğinin nasıl şekilleneceğiyle ilgili tartışmaların yoğun yapılacağı bir döneme girildiğini söyleyen Çelik, "Türkiye, bölgenin güvenliği açısından tüm dünyanın uğraştığı DAEŞ terör örgütüyle ciddi bir mücadele yürütmektedir. Bu hem ulusal güvenliğimiz için gereklidir. Ama ulusal güvenliğimiz için attığımız bu adımlar aynı zamanda AB'nin güvenliği ve küresel güvenlik içinde gereklidir. DAEŞ terör örgütü insanlığın gördüğü en karanlık örgütlerinden biridir. Bu örgütün bertaraf edilmesi Türkiye'nin öncelikleri arasındadır. Şimdiye kadar da AB çevrelerinden bu mücadeleye olumlu destek gelmiştir. Bu çerçevede Türkiye'nin meşru müdafaa hakkını kullandığını, bunun herhangi bir şekilde kimsenin içişlerine müdahale olmadığını, saldırı olmadığını söylüyoruz. Sınırımızın dışından DAEŞ terör örgütü ve diğer terör örgütleri bakımından bizim tarafımıza bomba atılmaktadır. Topraklarımıza bomba düşmektedir. Türkiye egemen bir devlettir. Egemen bir devlet olarak güvenliğini koruyacak güce sahiptir. Bunun gereğini yapıyoruz. Son 1 yıldır bütün dünyada revaçta olan çok büyük bir yalanda bu operasyonla birlikte çökmüştür. Nedir o yalan? PYD'nin DAEŞ'e karşı savaştığı şeklindeki bir yalan. Türkiye Cumhuriyeti Özgür Suriye Ordusu güçleriyle birlikte DAEŞ'e karşı mücadele verirken Suriye'de buna karşı bir tek PYD'den ses yükseliyor Türkiye'nin müdahalesine. Bu da gösteriyor ki PYD'nin DAEŞ ile mücadelesi gibi bir şey söz konusu değil. Bu bir prensip yaklaşımı değildir, taktik yaklaşımdır. Türkiye içinde de HDP'den buna itiraz yükseliyor. Türkiye'nin DAEŞ ile mücadelesinde PYD'nin ve HDP'nin bu kadar rahatsız olması bir gerçeği daha ortaya çıkarmıştır. PYD'nin DAEŞ'e karşı mücadele ettiği yalanı da bu şekilde çökmüştür" açıklamasında bulundu.
"DAEŞ İLE İLGİLİ BİR ÇADIR AÇILAMIYORSA AYNI ŞEKİLDE PKK İLE İLGİLİ DE AYNI ŞEY SÖZ KONUSU"
Bakan Çelik, konuşmasına şöyle devam etti: "AB'deki dostlarımızdan en büyük istirhamımız DAEŞ terör örgütüyle PKK arasında fark yoktur. DAEŞ terör örgütüne karşı mücadele eden ülkelerin PKK terör örgütünün sergilerini açmaları ona çadır açtırmaları gibi hususlar terörle mücadele konusunda çifte standart ortaya çıkarır. Nasıl ki Avrupa'nın herhangi bir başkentinde DAEŞ ile ilgili bir çadır açılamıyorsa aynı şekilde PKK ile ilgili de aynı şey söz konusudur. Bütün bu örgütlerden daha tehlikeli olan örgüt FETÖ terör örgütüdür. FETÖ'nun herhangi bir kurumunun, herhangi bir liderinin AB'deki hiçbir dost ülkede barınmaması gerekmektedir. Bu konuda da AB'deki dostlarımızdan dostluk ve müttefiklik ilişkisi gereği hassasiyet beklemekteyiz."
"KEŞKE GÜVENLİ BÖLGE OLUŞSAYDI…"
Gazetecilerin sorularını da cevaplayan Çelik, Suriye'de bir güvenli bölgenin oluşturulmasının gündemde olduğunun hatırlatılması üzerine, "Bizim Türkiye Cumhuriyeti olarak öteden beri bu kriz karşısında söylediğimiz şey şuydu; 'Suriye topraklarının içerisinde bir güvenli bölge oluşsun ve uçuşa yasak bölge oluşsun' dedik. Bizim bu önerimiz kabul edilseydi bugün ne göç krizi olacaktı ne Esed rejimi bu kadar insanı katledecekti ne de bugün o bölgede güvenli bölge oluşsaydı DAEŞ ya da PYD gibi örgütler yerleşebilecekti. Türkiye bunu demesine rağmen müttefiklerimiz bu meseleye olumlu yaklaşmadılar. Arkasından şöyle bir açıklama yapıldı, 'Esed rejimi savaş uçaklarını kullanırsa bu bizim kırmızıçizgimizdir' denildi. Esed rejimi halkını katletti yine kırmızıçizginin gereği yerine getirilmedi. Arkasından denildi ki eğer kimyasal silah kullanırsa bu bizim kırmızıçizgimizdir. Yine gereği yerine getirilmedi. Türkiye'nin sınırından itibaren Suriye'nin içerisine doğru 20 kilometrelik bölgede herhangi bir terör örgütünün olması demek, bizim ulusal güvenliğimize tehdit demektir. Bu aynı zamanda AB'nin birlik güvenliğine tehdit demektir. Küresel güvenliği tehdit demektir. Ortaya çıkan tablo Türkiye'nin önerisinin ne kadar haklı olduğunu gösteriyor. Keşke güvenli bölge oluşsaydı hem bu bölge içerisinde terör örgütleri olmayacaktı bugün DAEŞ ile mücadele çok daha etkili biçimde verilecekti. PYD ve benzeri unsurlarının orada fiili durum yaratmasının önüne geçilmiş olacaktı. Ayrıca daha ileri noktada da Türkiye sınırını geçmek zorunda kalmayacaktı mülteciler. Oradan Akdeniz'e Avrupa'ya geçmek zorunda kalmayacaklardı. Göç krizi, insani kriz Esed rejiminin bu kadar katliama imza atması, PYD ve DAEŞ'in oraya yerleşmesi maalesef Türkiye'nin önerisinin kabul edilmemesi yüzünden olmuştur. Bugün bizde neden oraya müdahale etmek durumunda kalıyoruz; bu bir meşru müdafaa hakkıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırlarını, sınırın öbür tarafında terör örgütleri kontrol edemez. Buna müsaade edemeyiz" değerlendirmesinde bulundu.