Burada yüzyılımıza ışık tutan bir güzel tesbiti paylaşmak istiyorum. Bu coğrafyayı bizimle paylaşan milletlerin en büyük üç düşmanını Bediüzzaman şu sözlerle ifade etmiştir:
"Bizim düşmanımız cehalet, zarûret,(fakirlik) ihtilâftır(ayrılık). Bu üç düşmana karşı san′at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz." Bundan 105 yıl önce söylenmiş bu söz tazeliğini korumakta ve çözümü de içinde barındırmaktadır.
Cehalet, eğitim ve irfan ile yok edilmedikçe, bu topraklarda gerçek huzuru yakalamak mümkün olamayacaktır. Aynı tesbitin devamında verilmesi gereken eğitimin şekli de şöyle tarif edilmiştir: "Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri (ayrıldıkları) vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder."
"Elbette nev-i beşer âhir vakitte ulûm ve fünuna dökülecektir, bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise ilmin eline geçecektir." Burada İlim ve Eğitimden kasıt; kainatın yaratılışından habersiz kuru bilgi yığınları değildir.
Kusursuz mükemmeliyette yaratılmış, her şeyin hassas mizan ve ölçülerle takdir edildiği bir âlemde yaşadığımızın farkında olan bir ilim hakiki ilim olabilir. Yoksa, kâinatın kendiliğinden yahut tesadüfen oluştuğunu varsayan bir zihniyetle verilen eğitimin, gerçekleri yansıtmayacağı açıktır.
Said Yüce, eğitimde Bediüzzaman'ı referans gösterdi