27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat.. Ve bütün bu darbelerin son halkası 17/25 Aralık darbe girişimi... Hepsinin hedefinde de seçilmiş hükümetler vardı. 28 Şubat'ta medyanın ve sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle toplumsal travmalara yol açan darbeciler, 17/25 Aralık'ta da emniyet ile yargıdaki örgüt üyeleriyle taaruza geçti. 28 Şubat darbesi ile 17 Aralık operasyonları arasındaki bağlantıyı görmeden Türkiye'nin son 20 yılda atlattığı bu iki darbeyi anlamak zor.
BAŞÖRTÜLÜ ÖĞRENCİLERE SAHİP ÇIKTIM, GÖREVDEN ALINDIM
AK Parti Burdur milletvekili Reşat Petek, 28 Şubat 1997 sürecinde Yozgat Cumhuriyet Başsavcısı idi. 1996 güz kararnamesiyle atandığı görevden baskılar ve tehditler nedeniyle Ocak 1999'da istifa ederek ayrılmak zorunda kaldı. Milletvekili Petek, "Anayasal düzen, hukuk devletinin hiyerarşik sistemi 28 Şubat darbecileri tarafından rafa kaldırılmış, cebir ve tehdide dayalı emrivakilerle Refahyol hükümeti devrilmiştir" diyerek şunları söyledi:
"İrticai eylemde bulunduğu -başörtülü olarak okumak istediği- gerekçesiyle okullarına alınmayan kız öğrencilerin eğitim özgürlükleri engellendiği gerekçesiyle sorumlular hakkında soruşturma ve dava açtığım için Başsavcılık görevinden alındım. Bu hukuku uygulayan yargı mensuplarına yapılan baskının somut örneğidir."
MAHKEME HEYETLERİ DAĞITILDI, HAKİMLER CEZALANDIRILDI
Darbecilerin yaptıkları hukuksuzluklara kararlarıyla karşı çıkan hakim ve savcıların HSYK'nın tayin, disiplin ve ceza soruşturmalarına muhatap olduğunu ve böylece bağımsız ve tarafsız olması gereken yargının etkisiz hale getirildiğini kaydeden Petek şöyle devam etti: "Yargı mensuplarına verilen brifinglerde 'kanunsuz suç ve ceza olmaz' ilkesi çiğnenip keyfi olarak yapılan suçlamalar, ayakta alkışlatıldı. Genelkurmay 2. Başkanı tarafından YÖK'e gönderilen talimat ve buna dayalı YÖK'ün yasakçı genelgeleri hakkında yürütmenin durdurulması kararı veren idari hakimler soruşturma geçirdi. Mahkeme heyetleri dağıtıldı. Ergenekon ve Balyoz davalarında düşülen hataya burada düşülmemelidir. Her sanık için eylemine göre somut deliller ayrı ayrı değerlendirilip hüküm verilmelidir. "
GÜLEN DARBECİLERE AÇIK DESTEK VERDİ
Fetullah Gülen'in her iki darbede de etkin rol aldığını kaydeden ve 28 Şubat darbecilerinin Gülen mensuplarına dokunmamasını manidar bulan Petek sözlerine şöyle devam etti: "28 Şubat'ta Fetullah Gülen'in başörtüsü hakkındaki 'füruat' açıklaması ve başörtülü cemaat mensuplarına başlarını açma talimatı vermesi, Refahyol hükümetine 'Beceremediniz çekin gidin' açıklamaları, Fetullah Gülen'in darbe yanlısı medya röportajları, 28 Şubatçılara açık desteğini gösteriyordu. 28 Şubat postmodern bir darbe iken 17/25 Aralık'ta da özellikle yargı erki kullanılmak suretiyle dostmodern darbe teşebbüsüdür. İkisi de hak, hukuk tanımayan, yürürlükteki mevzuata göre suç teşkil eden eylemlerdir."
KUTU 1
REŞAT PETEK: BU AVUKAT BİZİ FENA YAPTI
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam eden davada tek sivil o dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz olmak üzere, dönemin kudretli paşaları olarak anılan, generaller yargılanıyor. 28 Şubat sanıkları bunlardan ibaret değil ama bu kadarına dava açılması da hukuk adına, darbe ve darbecilerle mücadele adına önemli. Dosyada çok önemli suçun sabit olduğunu gösteren kesin deliller var. Mahkemede iddia ve savunmalar dijital kayda alınıyor. Ses ve görüntü kaydı var. Bir kısım sanıklar 28 Şubat mağdurlarının sorularına verecek cevap bulamadılar. Susma hakkımızı kullanıyoruz demek zorunda kaldılar. Mahkemede 28 Şubat'ın Genelkurmay Başkanı sanık İsmail Hakkı Karadayı'ya mağdurlar vekili olarak mealen şu soruyu yönelttim; kadınlarımızın başörtüleriyle işgal yıllarında Kahramanmaraş'ta Fransız askerleri uğraşmıştı. Başörtüleri zorla çıkartılmak istenince, kadınlarımız direnmiş ve kurtuluş savaşının başlamasında önemli bir kıvılcım olmuştu. Bir de sizin genelkurmay başkanlığınızda verdiğiniz hukuk dışı talimatlarla üniversite önlerinde kızlarımızın başörtüleri zorla başlarından alındı saçlarından tutulup sürüklendiler. Bu kanunsuz talimatları veren üst komutan olarak özür dilemeyi düşünüyor musunuz? başınızı yastığa koyduğunuzda rahat uyuyabiliyor musunuz ? Sanık Karadayı, kravatını gevşetti, avukatına döndü 'Ben fena oluyorum, bu avukat bizi fena yaptı bir ara isteyelim' dedi. Mahkeme duruşmaya ara verdi. Aranın sonunda, 'Susma hakkımı kullanıyorum' dedi ve soruma cevap veremedi.
KUTU 2
ASKER BAŞARILI OLAMAYINCA GÜLEN DEVREYE SOKULDU
Fetullah Gülen'in bütün darbeler döneminde konjonktüre göre hareket ettiğini ve bir ilkesi olmadığını belirten Star Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce'ye göre Fetullah Gülen, demokrasi konusunda hep takiyye içinde oldu. Gülen'in 28 Şubat'ta din yerine koyduğu hizmeti ve şahsını korumak için çabaladığını kaydeden Gülerce, "7 Şubat MİT krizinden itibaren devleti ele geçirme hamlesi ortaya çıkınca açığa çıktı bunlar. Tamamen ABD'nin planları çerçevesinde taşeronluğa soyundular" diyerek şöyle devam etti:
ASKER VE DOĞAN MEDYASINA KARŞI ALTTAN ALDI
"Fetullah Gülen, 28 Şubat'ta Alaaattin Kaya'yı Çevik Bir'e gönderdi. Çevik Bir'den randevu alan Alaattin Kaya değil onun adına Işılay Saygın idi. Çevik Bir'e yazdığı mektupta silahlı kuvvetlere yağ çekme boyutunda iltifat var. Kendisini böyle durumlarda alçaltıyor hep. Aynı şekilde Doğan Medyasına karşı alttan alma, diyalog çabalarıyla kardinalle, papa ve patrikhane ile cepheyi genişletti.."
28 ŞUBAT BAŞARILI OLMAYINCA GÜLEN DEVREYE SOKULDU
Necmettin Erbakan ile yıldızının hiç barışmadığını ve Tayyip Erdoğan'ı da kendisine rakip olarak gördüğü için karşı çıktığını ifade eden Gülerce "Dış güçler askerin darbe yapamayacağını 28 Şubat'ta gördüğü için bu sefer Gülen eliyle bir darbe planlandı. Zaten ABD'ye Gülen'in çağrılıp götürülmesi de bu işler için ileride ondan istifade etmek içindi. Ergenekon ve Balyoz operasyonunu 1 Mart tezkeresinin intikamıydı. 28 Şubat'ta askere yaptırılan darbe 17/25'te Fetullah Gülen'e yaptırıldı. 28 Şubat darbesinin devamıdır." dedi.
KUTU 3
GÜLEN ASKERİ DARBELERİN TALİHLİ ÇOCUĞUDUR
Fetullah Gülen'in eski sağ kolu olan Latif Erdoğan ise Gülen'in Türkiye'deki bütün askeri darbelerin bahtı açık, talihli çocuğu olduğunu belirterek,1971 Muhtırasında altı ay tutuklu kalmasının dışında hiçbir mağduriyet yaşamadığını, aksine bütün darbelerden güçlenerek çıktığını ifade etti. Latif Erdoğan, şöyle devam etti:
KENAN EVREN'E DE MEKTUP YAZDI
"28 Şubat'ta Gülen, Çevik Bir'e göstermelik bir mektup yazdı. Bu mektubun bir benzerini de emekli darbeci Kenan Evren'e yazmıştı. Çünkü o dönemde bile Evren askeri cenahta ağırlığını koruyordu. Ancak Evren'in bu ikinci yazılan mektuptan haberi yoktu. Evren, cemaati tebriye ve tezkiye niyetiyle Çevik Bir'e gittiğinde cemaatin korunmasını öğütledi. Çevik Bir, 'Paşam, niçin bunlara destek oluyorsunuz?' diye sorunca da Evren cebinden çıkardığı Gülen'e ait mektubu Çevik Bir'e uzattı. Çevik Bir mektuba göz attığında şaşırıp kaldı. Evren önce onun şaşkınlığını anlamadı. Fakat Çevik Bir masasının çekmecesinden bir mektup çıkardı ve Evren'e uzattı. Şimdi şaşkınlık sırası Evren'deydi. Okuduğu mektup kendisine gelen mektubun muhteva olarak aynısıydı."
KUTU 3
YAYÇIN KOÇAK (ANAP SAKARYA MİLLETVEKİLİ)
28 ŞUBAT'I ANLASAK 17/25 ARALIK İHANETİ YAŞANMAZDI
28 Şubat döneminde ANAP Sakarya Milletvekili olan Demokrat Partisi eski 7. Genel Başkanı Yalçın Koçak, "28 Şubat'ı tam anlayabilseydik 17/25 Aralık ihanetlerini yaşamazdık. Bugünü anlamak için 107 yıl geriye, 31 Mart'ta Selanik'e gitmek lazım" diyerek "28 Şubat'ta hangi Selanikliler görevde idi, hangisi kendi kullandığı uçakla Telaviv'e gidip emanetini aldı, hangisi İçişleri Bakanımızı tehdit ile Erbakan gibi %100 milli bir adamın başbakanlıktan gitmesine ilişkin olayları başlattı?" diye sordu.
GÜLEN, MOLLA KAŞHERİLİK YAPTI
"O dönemin sır küpleri Osman Özbek Paşa, DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel ve Genel Kurmay Adli Müşaviri Muharrem Köse'dir. Bu üçü her cuma, cuma saatinde Jandarma Genel Komutanlığı'nda daha ne yapılmalı diye toplanırdı." diyen Koçak, 28 Şubat'ın devamı olarak gördüğü 17/25 Aralık operasyonunu da şu sözlerle anlattı: "İran'da Musaddık başbakan yapıldığında ona iktidar ortağı yapılan aslında iktidarı kontrol altında tutma şalteri vazifesini gören bir din adamı motifi vardı. Molla Kaşhari, Musaddık'ın en büyük destekçisiydi. Önce Molla Kaşhari'nin bahçesine bomba attırdılar, Musaddık'ı düşman yaptılar. İkisini sahneden silindiler. Fetullah Gülen'e yüklenen görev Molla Kaşheriliktir. Aynı proje devam ediyor. Menderes'i, Özal'ı, Erbakan'ı hallettiniz ama Uzun Adam sağ ve ayakta…"
KUTU 4
İKİ DARBENİN EKONOMİK MALİYETİ 200 MİLYAR DOLAR
Doç.Dr. SADIK GÜNAY (Daily Sabah yazarı, SETA Ekonomi Direktörü):
28 Şubat döneminde yaşanan travmaları, "rutin dışına çıkan" askeri bürokratlar ile büyük sermaye gruplarının yakın ortaklıklarını gözönüne almadan anlayamayız. Askerî vesayetin tüm ağırlığı ile kendisini hissettirdiği 28 Şubat döneminde büyük sermaye grupları kendilerini rejime karşı koruma altına alma ve askerî figürlerin nüfuzlarını kullanarak ticari çıkar sağlama düşüncesine çok ısınmışlardı. 1997'den 2001 ekonomik krizine kadar geçen süreçte 20 özel bankanın iflas ederek Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na (TMSF) devredilmiş olması, 28 Şubat dönemindeki ekonomik durumun vehametini gösteren önemli bir veridir. 28 Şubat sürecinin bankacılık sektörü açısından kamuya maliyeti toplamda 50 milyar doları aştı.
ASKER-FİNANSAL BURJUVAZİ İLİŞKİSİ KARANLIKTA KALDI
Bu dönemin demokratik siyaset ile ekonomi ilişkileri açısından trajik özelliklerinden biri de büyük aileler ve holdinglerin kontrolünde hortumlanan pek çok bankanın yönetim kurullarında görev yapan emekli generaller meselesidir. Dönemin şartlarında emekli generallerin sadece bankaların değil, büyük çaplı birçok özel şirket ve holdingin yönetim kurullarında görev alması, "işleri hızlandıran bir etken" olarak adeta kanıksanan bir durum haline gelmişti. Hilmi Özkök'ün Genelkurmay Başkanlığı döneminde etik gerekçelerle açık tavır alması sonucu tam bir üçüncü dünya ülkesi uygulaması olan emekli generallerin büyük şirketlerde yönetim kurulu üyesi olmaları geleneği sona erdi. Ancak, askerî aktörler ile finansal burjuvazi arasındaki ilişkilerin niteliği 28 Şubat döneminin karanlıkta kalan boyutlarından biri olarak önümüzde duruyor.
BEŞLİ ÇETE DEKOMRASİYE ZARAR VERDİ
Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu (TİSK), Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK- İŞ) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)'nun 28 Şubat döneminde tam tersi bir tavır takınarak askeri vesayete destek olması, Türkiye demokrasisine ve sosyo-ekonomik aktörler arasındaki ilişkilerin doğasına önemli zararlar vermiştir. 2002 yılından itibaren Türkiye AK Parti hükümetleri yönetiminde gerek demokrasinin kökleşmesi ve Avrupa Birliği standartlarında demokratik kurumların oluşturulması, gerek askerî vesayetin geriletilmesi ve ordunun milli savunma ile ilgili asli fonksiyonlarına odaklanması, gerekse finansal burjuvazinin kamu maliyesindeki zayıflıklar üzerinden rant devşirmesinin engellenmesi alanlarında büyük mesafe katetti. Ancak bütün bu gelişmeler gözümüzü kamaştırıp, uygun ortam oluştuğunda yaşanan bazı travmatik tecrübeleri memnuniyetle tekrarlamaktan çekinmeyecek kurum ve aktörlerin varlığını bize unutturmamalı. Demokratikleşmenin devamı ve makroekonomik yönetimin dirayetli biçimde sürdürülmesi noktasında gösterilecek zaafiyet, bu topraklarda her zaman sistemik riskler üretir.
17 ARALIK 140 MİLYAR DOLAR KAYBA YOL AÇTI
28 Şubat darbesinin gerçekleştirildiği 1990'lı yıllarla kıyaslandığında günümüzün Türkiye ekonomisi hem hacim, hem de küresel piyasalarla entegrasyon anlamında çok büyük mesafe katetti. 28 Şubat döneminde içi boşaltılan bankalar üzerinden ekonomiye 50 milyar dolarlık bir maliyet oluşturulduğu hesap edilirken, 17-25 Aralık darbe girişimlerinin Türkiye tarihinde en düşük noktalarda bulunan faiz oranlarının iki katına çıkması, ülkeden sermaye çıkışlarının yaşanması, yeni yatırımların ve sermaye girişlerinin ertelenmesi ve iç talepte daralmanın yaşanması yoluyla tahmini ekonomik maliyetinin 140 milyar dolara ulaştığı belirtilmektedir. Özellikle şimdiki Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde yönetici kadroların dirayetli duruşu olmasa, Türkiye kolaylıkla bir sistemik kriz durumuna sürüklenebilir ve bu süreçlerin ekonomik ve sosyal maliyeti katlanarak artabilirdi.
HESAPLAŞMAK ŞART
28 Şubat davasında anlamlı sonuçların çıkabilmesi ve Türkiye'nin siyasi tarihinin bu karanlık dönemiyle hesaplaşabilmesi için mutlaka dönemin kudretli askerleri, sermaye ve medya odakları ile bürokratları adalet önünde hesap vermeli ve bundan sonra sermaye ile askeri ya da diğer vesayet düzenleri arasında ortaklıklar kurulmasının önü yapısal olarak kesilmelidir.
KUTU 5
FATMA BENLİ (AK PARTİ İSTANBUL MİLLETVEKİLİ):
BAŞÖRTÜLÜ OLARAK AVUKATLIK YAPAMADIM
Dönemin mağdurlarından olan AK Parti İstanbul Millevtekili Fatma Benli ise mezun olduğu İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde yüksek lisans yaparken yazdığı 300 sayfalık tezin yarım saat içerisinde sunmasına izin verilmemesiyle yüzyüze gelmiş baskılarla. Fatma Benli ile o dönemi konuştuk:
-Sizi 28 Şubat sürecinde hem öncü birisim hem de mağdur olarak tanıdı kamuoyu. Hukuk Fakültesi'ni başörtünüz ile okudunuz ama sonrasında başlayan yasaklarla mağdur edildiniz. Avukat olarak başınıza gelen hukuk dışı uygulama ve baskılardan biraz bahseder misiniz? Nasıl bir psikolojik dönemden geçtiniz?
-Son sınıfta mezun olmasına iki ay kala okuldan atılan öğrenci ya da 18 senelik memuriyet sonrası kanser hastası olup savunması alınmadan memuriyetten çıkartılan öğretmen müvekkillerimi düşününce, ben şanslılardan biriydim. Yasak başlamadan hemen önce İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olmuştum, yükseklisans yaparken yazdığım yaklaşık 300 sayfalık tezi hepi topu yarım saat içerisinde sunmama izin verilmediğinde fiilen 28 şubat ile karşılaşmış oldum. Zira yasağı uygulamadığı için Marmara Üniversitesi rektörü istifa ettirilmişti, yenisinin yaptığı ilk işte başörtülü öğrenciler içeri girmesin diye kapılara kameralar konmasıydı. Halihazırda fiili avukatlık yapmam engellenerek yasakla hemhal oluyordum zaten. Refahyol hükümetinin ilk döneminde Adalet Bakanı Şevket Kazan adliyelere gönderdiği bir yazı neticesi kısa bir dönem duruşmalara girme imkanımız olmuştu. Tabi yasakçılarının peşimizden gelmesi, girmeye başladığımız duruşmalardan teker teker atılmamız sonrasında, bu yol tamamen kapatıldı. En son aynı gün içinde iki farklı mahkemeden çıkartıldığımı hatırlıyorum. Biri çok ağır gelmişti, az geç kaldığım için tüm duruşmalarının bitmesini iki saat beklemiştim. Bu sürede onlarca avukat önümde duruşmaya girmişti. En son herkes çıkıp sıra bana geldiğinde hakimin başımı açmadığım müddetçe beni almayacağını söylemesini hiç unutmuyorum.
AVUKATLIĞIM YOK SAYILDI
Tabi traji komik hatıralarım yok değil, abimin usuli bir davası vardı, dilekçe yazarken dosyaya hakim olmak için duruşmaya gittim ve izleyiciler sırasına oturdum, mübaşir davacı vekili olarak ismimi bağırdı. Tabi gelen olmadı. Hakim "avukatın nerede" diye sordu, ben oradaydım ama Abim "Yok" dedi, Çünkü hukuken bir birey kabul edilmiyordum, Komiktir Birleşmiş Milletlere AİHM'e gittiğim hatta Dünyanın En Etkili 500 Müslümanı arasında ifada edildiğim bir dönemde, kendi ülkemde basit bir duruşma da bile "Var" kabul edilmiyordum,
Bu noktada yasağın devam ettiği süreç içerisinde Edirne'den Van'a binlerce kişiye hukuki yardımda bulunma gayretim, hepsi ret edilen on binlerce dilekçe yazmam, hepsi kaybedilen yüzlerce dava açmamın sebebi buydu, başörtüsü yasağı olduğu için ayrımcılığa uğrayan birisi için mücadele ettiğimde, bizatihi kendi kaybolan hakkım içinde mücadele etmiş oluyordum, yasağa karşı mücadele eden pek çok kişiyle birlikte akşam dokuzlara kadar verdiğimiz mücadelemiz, yasak tamamlanana kadar kesintisiz 13 sene sürdü. İçinde bulunduğumuz psikoloji ne olursa olsun, bu süreçte devam etmemizi sağladı.
-AİHM'e de görülen başörtüsü davasına savunma hazırladınız. Ancak reddedildi. Benzer zihniyeti Avrupa'da görmek sizi şaşırtmış mıydı?
Pek çok başvurucu adına Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuruda bulunduk, çünkü haklıydık, hiç kimsenin diğerinin kıyafeti nedeniyle eğitim çalışma gibi haklarından yoksun bırakma, başını açmadığı müddetçe dışlama hakkı yok, aslında bu en baştan beri Türk Hukuk Mevzuatına aykırı bu nedenle Türkiye de açtığımız ilk davalar mahkeme kararı olmadan temel bir hakkın kısıtlanamayacağı yönündeydi. İstanbul 6 İdare, Edirne, Samsun, Bursa 2 İdare Mahkemesi gibi pek çok mahkemeye Anayasa da yer alan temel prensibi tekrar etti. Hukuken dayandığınız bir yasa yoksa temel bir hakkı kısıtlayamazsınız.
TOPYEKÜN TOPLUMSAL MÜHENDİSLİK HAREKETİ
Ancak biliyorsunuz 28 şubat süreci topyekun bir toplumsal mühendislik hareketiydi. İrtica mücadele adı altında sadece hükümetin devrilmesi, başörtülü öğrencilerinin üniversitelere girmesinin yasaklanması, memurlarının işten atılması, ÖSS ve KPSS ye başı açık olma şartı getirilerek baştan alınmalarının engellenmesi, imam hatip liselerinin orta kısımlarının kapatılması, liselere katsayı uygulaması getirilmesini namaz kılan yasa, eşi başörtülü olan subayların YAŞ kararıyla atılması gibi vakıaları devam ettirebilmek için yargının ciddi anlamda muhasara altına alındığı, üst düzey yargıçlara üst düzey aslerlerce brifing verildiği bir dönemdi. Samsun İdare Mahkemesi hakimleri gibi eşi başörtülü olduğu için savunması istenen hakimlerin varlığı Türkiye'de açılan bütün davaların reddi ile sonuçlandı. Bunun hiçbir istisnası da yoktu. Yasak ne kadar absürd olursa olsun mahkemeler talepleri red ediyordu.
AKIL ALMAZ GENELGELER ÇIKTI
Örneğin İstanbul Üniversitesi sadece öğrenciler ve öğretim görevlilerine başı açık olan şartı getirmekle yetinmedi, öğretim görevlilerin eşlerinin de başı açık fotoğraf verirlerse sağlık karnesi verileceğine dair genelge yayımladı. Bu hukuken akıl almaz genelge üniversitenin tıp fakültesindeki bazı hastalara da uygulandı ve yeni hastalığın tedavisi için sağlık karnesi istenen 71 yaşındaki Medine Bircan'dan da başı açık fotoğraf istendi o dönem kamera kayıtlarında da geçtiği üzere hastanın zaten kanser hastası olduğu için başında saç bile olmadığı önemsenmedi, oğlunun annesinin fotoğrafını getirip yeni sağlık karnesi aldığını gün kendisinin öldüğünün basına yansıması sonrası, uygulama sadece eşler için değişti. Sağlık karnesinde başı açık olan şartı getiren genelge için bile mahkemelerden olumlu bir karar almak mümkün olmadı
Bu nedenle Türkiye den açılan yüzlerce dava red edildiğinde bir sonraki aşama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidildi, sonuçta kişi evi kamulaştırıldığında bedeli az bulan bir kişinin mahkemeye gitmesi anormal karşılanmıyorsa en temel hakları kısıtlanan kişinin bu durumu yargılamanın bir parçası olan makama getirmesi doğaldır. Aslında AİHM önce Leyla Şahin kararında kabul edilebilirlik karar-ı vererek 1989 yılında verdiği kararlara göre önemli bir aşama kaydetti. Daha sonra ikinci incelemede okula alınmayan öğrencinin din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiğini kabul etti, bu ihlal Türkiye'nin çoğunluğu Müslümanlardan oluşan bir ülke olması nedeniyle farklılıkları olduğu ülkenin takdir marjı olduğunu kendisininin incelemeyeceğini söyledi. AİHM kararı Avrupa ve Özellikle Amerika'da hukukçular tarafından çok eleştirildi. Bizzat muhalefet şerhi yazan Belçikalı hakim Tulkens'in ifade ettiği üzere mahkeme bizzat kendi içtihatları ile çelişti.
ARTIK UZAYA GİDEVEK' DİYE YAZDILAR
Ben bu gün aynı kararı vereceğine inanmıyorum. Mahkemenin bulunduğu Fransa'nın Stasi Komisyonu kurduğu devlete ait lise ve ilköğretim başörtüsünü yasakladığı bir dönemdi, olumlu bir karar verdiklerinde bunun Fransa'daki yasağı uygulanmaz hale getirecekti. Bunu göze alıp adil bir karar veremediler. Akabinde bizim açtığımız yüzlerce dava Leyla Şahin kararı gerekçe gösterilerek listelerle red edildi.
Tabi AİHM kararı, yasakla mücadele sürecinin önemli bir aşamasıydı ancak son değildi, AİHM red kararı verdiğinde bizim için "artık uzaya gidecek" diye yazılar yazdılar. Biz uzaya gitmedik belki ama mücadeleye devam ettik. BM ye gittik çünkü haklıydık, orada da pek çok önyargı olmasına rağmen kadınlarla ilgili en önemli Komiteden eğitim çalışma siyasal yaşamda başörtüsü yasağının ayrımcı etkilerine ilişkin karar alma imkanı oldu.
Akabinde yapılan müracaatlar, kendisi kapatma davalarına konu olmuş Ak Parti'nin vesayet rejimini sona erdirilmesi en son hukuk devleti olan yolunda önemli bir adım olan 2010 Anayasa değişikliklerinin halk tarafından oylanarak normalleşme sürecin gidilmesi, üniversitelerden başlayarak diğer kesimlerdeki yasakların genel olarak kalması ile sonuçlandı, önce öğrenciler sonra memurlar akabinde avukatlar en son haziran seçimlerinde başörtülü kadınlarının aday olması ile genel olarak ayrımcı uygukmalarının kaldırıldığına tanık olduk. Tabi süreçte on binlerce kadının mağdur edilmesinin ötesinde tüm Türkiye'de zarar gördü, sürecin neden olduğu puslu havada kapatılan bankaları Türkiye'nin bir yıllık gayrısafi hasılasının havaya uçtuğunu saymıyorum bile
HAKKIMI HELAL ETMEYECEĞİM KİŞİLER VAR
-O dönemi düşünecek olursanız hakkımı helal etmeyeceğim dediğiniz kim var?
-Verdiğim son nefese kadar "Ah" edeceğim karşılaşmayı öbür dünyaya bıraktığım birkaç kişi var tabi, isimleri bende kalsın, çünkü onlar başörtüsünü yasağını uygulayanlardan çok daha büyük kötülük ettiler
-Artık milletvekili olduğunuz AK Parti, 28 Şubat'taki ihlalleri giderebildi mi tam olarak? Başka hangi adımlar atılmasını bekliyorsunuz?
-AK Parti zamanında askeri vesayet rejiminin kırılmasıyla ileriye doğru pek çok ihlal sona erdirildi, henüz kaldırılamayan ayrımcılıkların da yakın zamanda sona ereceğini artık Türkiye'nin bu tarz bir tartışmayı gündeminden tamamen çıkaracağına dair ümidimi taşıyorum. Artık kadınlar arasında bir ayrım olmaksızın eğitim görebilmekte memur olarak çalışabilmektedir. Özel sektörde halen pek çok ayrımcı vakıaya ilişkin başvurular var.
Bu noktada ayrımcılıkla mücadele konusundaki düzenlemelerin katkı sağlayacağını umut ediyorum. Geçen hafta Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonunda geçirdiğimiz Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu yasası bu anlamda ya da örneğinin yaş engellilik gibi sebeplerle gerçekleştirilen ayrımclıkları önleme noktasında fayda sağlayacaktır. Bundan sonra devam eden ihlallerin kaldırılmasına yönelik çok büyük aşamalar kaydedildi.
GELDİĞİİMZ NOKTAYI UNUTMAYALIM
Şu an fiiliyattaki sorun geçmişte yaşanan yasakların ayrımcı etkilerinin ortadan kaldırılmasındaki fiili güçlük, sonuçta yasak 13 sene sürdü, 13 sene insan hayatında çok uzun bir zaman, yaraların sarılması zaman alıyor, yasak kalktıktan sonra AK Parti mağduriyetlerin bir kısmını ek düzenlemelerle geriye doğru sona erdirme yoluna gitti, aslında hukuken o dönemde de çıkartılmaması gereken memurların geri dönmesine imkan sağladı, KPSS yaş sınırını kaldırdı, istifa eden ya da çıkartılan kişilerinin kademelerine ilişkin düzenleme yapıldı, tabi mağduriyetinin çok uzun sürmesi ve oyüzbinlerce kişiyi etkilemesi bütün etkilerinin sona ermesini zorlaştırıyor, sonuçta yasak olmasaydı 2000 yılında mezun olacak ve o dönemde memur olarak çalışmaya başlayıp birkaç sene sonra emekli olacak bir öğretmen adayı, yasak kalktıktan sonra afla okula geri dönüp 2012-2016 yılları ararsında mezun olduğunda kendisinde 15 yaş küğçüllerle yarışıp aynı sınavı kazanması çok zor, bu benzeri devam eden pek çok etki mevcut.
Yine de yapılması gerekenler ve yapılan çalışmalar olmakla birlikte geldiğimiz noktayı unutmamak gerek. Benim için aynı zamanda liseden arkadaşım olan öğretmen bir müvekkilim Ayşe bu anlamda önemlidir. Kuranı kerim öğretmeniydi, başını açmadığı için soruşturma geçirdi, cezalar aldı, sürüldü, görevden uzaklaştırıladı, memuriyetten atıldı yetmedi yetkili amirlerinin emrine riayetsizlik bahanesiyle hakkında ceza davası açıldı. Sadece başörtülü olduğu için hakim önünde adi bir suçu gibi ifade vermek zorunda kalan yüze yakın müvekkilimden biriydi.
Ancak Hakim bunu yeterli görmedi ki savunmasını aldıktan sonra kendi davasını izleyebilmek için başını açmasını istedi, zaten yargılama sebebinin başını açmamak olduğunu söyleyince onu duruşmadan çıkardı. Benim için Ayşe örneği önemlidir. Çünkü o yasak kalkmadan önce vefat etti ve öğrencilerine ders verdiği günleri göremedi.
28 ŞUBAT DAVASINI ÖNEMSİYORUM
-Başlayan 28 Şubat davasının nasıl sonuçlanacağını düşünüyorsunuz?
-28 şubat davasının müştekilerinden birisiyim davayı önemsiyorum. Ancak davayı sonucundan bağımsız değerlendiriyorum. Benim için davanının açılmış olması, süreçte mağdur olan insanların dinlenmesi önem arz ediyor. 28 şubat sürecini gerçekleştirenler hem suçtan birebir zarar gören bizlere hem Türkiye'ye zarar verdiler. 28 Şubat ceza davasının açılması suç işlendiğinde, bu bin yıl sürecek dediğiniz bir süreç bile olsa en sonunda hukuk karşısına çıkacağınız gösteriyor, eğer 1980 ihlalinin yapanlar zamanında işedikleri suçlardan ötürü yargılansalardı, belki 28 şubat post modern darbesi yaşanmayacaktı, 28 şubat asker sanıkları hakkında dava açılması başkaları adına ne derlerse desinler ister darbe ister postmodern darbe ister e-darbe hukukun eninde sonunda işleyeceğini ispatladı, Ayrıca müştekilerin dinlenmesi yasadıklarının kayda geçmesi çok önemli, daha önceki duruşmalarda bir öğretmen hanım dinlendi, aynı yasal mevzuatta senelerce eğitim verdikten sonra 28 şubat kararları nedeniyle memuriyetten çıkartılmıştı, sadece maaşı emeklilik tazminatından yoksun bırakılmadı. O dönem verem hastası olduğunu ve sağlık güvencesinden yoksun bırakıldığını anlattı. Bu nedenle bence yasağı uygulayanların verdikleri zararı ilk ağızdan dinlemeleri çok önemli.