İstihbarat Daire Başkan Yardımcılığı'ndan Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığına kadar birçok önemli bürokratik kademelerde bulunan Hanefi Avcı 28 Şubat post-modern darbenin en önemli tanıklarından biri. 28 Şubatçıları deşifre ettiği için 1998 yılında görevden alınan Hanefi Avcı, 2010 yılından sonra adım adım kurgulanan FETÖ darbesinin de en çok tartışılan mağdurlarından biri Hanefi Avcı ile 28 Şubat darbesini, 17/25 Aralık operasyonunu ve Fetullahçı örgütün geleceğini konuştuk.
28 ŞUBAT POST-MODERN DARBESİNE GİDEN SÜREÇ
-Hanefi Bey Susurluk 28 Şubat'tan farklı düşünülebilir mi?
Her ikisi de aynı ruh, felsefe ve düşünce olarak birbirinden etkilendiğini söyleyebiliriz ama çıkış noktası olarak birbirinden biraz farklı. Militarizmi kutsayan, ülke kaderinin biz belirleriz mantığı olarak birbiri ile aynı olduğunu söyleyebiliriz.
-28 Şubatçılar derken kimleri kastediyorsunuz?
28 Şubatçıları anlamak için biraz daha geriye bakmak lazım. Yıllardır bu zihniyet Türkiye'de var. Sistemi belirleyen bu militarist anlayış. Devletin tüm meselelerinde bu anlayış belirleyici oluyor. Cumhuriyetin kuruluşuna kadar götürebiliriz bu konuyu. Sivil siyaset maalesef bu anlayışın hep gerisinde kaldı. Günü kurtarmak için asıl zihinsel dönüşümü sağlamamışlar. Seçilmişlerin önemi fikrini hiçbir zaman ön plana çıkaramamışlar. Ülkede bu iklim hiç sağlanmamış. Basın-yayın da bu anlayışa hizmet etti. Sadece askeri suçlamak biraz kolaycılık olur. İlkokuldan üniversitelere kadar bu felsefe hakim olmuş. Entellektüeller bile bu ülkenin gerçeği olarak kabul etmiş.
MEDYA VE İŞ DÜNYASI DARBECİLERİN YANINDA YER ALDI
-Bugün basın özgürlüğünden bahseden medya o gün nerede duruyordu?
Medya da güç merkezine yani askere doğru eğildi. 28 Şubat'ta askerin etrafında kümelenerek nimet bekleyenlerin başında da medya vardı. Bu esen rüzgara karşı çok azı dışında direnen olmadı. Sadece medya değil aydınlar da bu çekim merkezine kapıldı.
-Peki iş dünyası daha doğrusu İstanbul sermayesi darbeye direnebildi mi?
Öyle bir şey oldu ki 1996-97 yıllarında askeri zihniyetin devlet yönetiminde ön plana çıkacağı anlaşılması ile birlikte yıllardır ortalarda görünmeyen köhneleşmiş yüzler bile iktidara karşı askerin yanında yer aldı. Medya gibi iş dünyası da bu süreçte güçlünün yanında yani 28 Subatçıların safında yeraldı. 2010 yılından sonra nasıl herkes Pensilvanya'ya gitmeye başladıysa, o dönemde de askerleri ziyaret ediyorlardı. Terfilerin tayinlerin asker tarafından yapıldığı düşünüldüğü için bürokrasi de askerin yanında yeraldı.
-Bin yıl sürecek deniyordu 5 yılda yokoldu. 28 Şubat bu kadar güçsüz bir darbe miydi?
Yanlış bir hareket her zaman meşruiyetini yitirmeye mahkumdur. Yasal, evrensen ve ahlaki değerler bakımından meşru olmayan her hareket eninde sonunda yokolacaktır. Gülen hareketi de bir dönem Türkiye'ye kök söktürüyordu ama yanlış ve ahlaki olmadığı için kısa sürede tuzla buz oldu.
FETULLAHÇILAR DA 28 ŞUBAT'IN YANINDA DURDU
-Gülen 28 Şubatçılara destek verdi mi?
Gülen hareketi sadece kendilerini düşünerek, karşı tarafın saldırdığı yere kendileri de saldırarak az zararla kurtulacaklarını zannettiler. 28 Şubatçılara yakın durarak, onlara biraz paye vererek darbeyi hafif atlatmayı düşündüler. "Bizim dışımızdakiler yanarsa yansın, biz zarar görmeyelim" anlayışı içindeydiler. Hükümeti suçlayan mesajlar, "beceremediniz bırakın gidin" manşetleri hep bu amaca hizmet etti. Bu yaklaşım çok inandırıcı olmadı ama kendileri açısından o dönem iş gördü.
-O dönemde siz neler yaşadınız?
O günlerde Susurluk'un verdiği bir rahatsızlık vardı. Biz İstihbarat Daire Başkanlığı olarak şunu görmüştük. O günlerde Emasya toplantılarının güncellenmeye başlandığını gördük. Bu bize çok makul gelmedi. 28 Şubat arefesinde yapılan bu toplantılara katılan arkadaşlarla konuştuk. Askerin sivil hayata müdahale etme ihtimali olduğunu hissettik. Sivil siyaseti kontrol edecek Batı Çalışma Grubu'nun kurulduğunu gördük. Hiç görev ve yetkisi olmayan insanlara istihbarat yetkisi verilmişti. Biz bunu bir not haline getirdik. İçişleri Bakanı, Başbakan'a, Başbakan Cumhurbaşkanı Demirel'e, Demirel de Genelkurmay Başkanı'na vermiş. O da bu notu Çevik Bir'e iletmiş. Kendi suçlarını kabul etmek yerine BÇG'yi kim ortaya çıkardığını araştırmaya başladılar. Hepimiz aleyhinde bir soruşturma başlatıldı. Hükümete de resmi yazı yazarak "Gereğini yapın, yapmazsanız biz gereğini yapacağız" diyorlar. Deniz Kuvvetleri'ndeki namuslu iki hukukçu bize beraat kararı verdi.
SOLCULAR VE 28 ŞUBATÇILAR GÜLEN ÖRGÜTÜ KADAR ACIMASIZ DEĞİLDİ
-Gülen hareketinin kamuoyu desteğini yitirmediği bir dönemde kitap yazdınız. Neden bu mücadeleye giriştiniz?
Bizim emniyetteki görevimiz gereği yaptıkları hukuksuzlukları ve entrikaları görüyorduk. Emniyeti tamamen ele geçirmek istediklerini biliyorduk. Hemde liyakat gözetmeksizin yaptılar bunu. Karşı çıkanlara eroninci, mafya gibi suçlamalarla iftiralar atarak bertaraf ettiler. Emin Arslan beye yapılanların yanlış olduğunu söyleyince benim hakkımda kamuoyu oluşturmaya başladılar. Biz Fetullahçılar gerçeğini biraz daha erken gördük.
-Hedefe koydukları insanlara acımasızca saldırdıklarını biliyoruz. Siz nelere maruz kaldınız?
28 Şubatçılardan daha acımasızdılar. Hatta solcu bir gazeteci "Hiçbir sol örgüt bu kadar acımasız olmamıştı" demişti. Bu kadar herşeyi tersyüz eden, hiç olmayanı tamamen uydurarak akılalmaz suçlar yarattılar.
EVİMİZE ÇOCUK VE HAYVAN PORNOSU KOYDULAR
-Akılalmaz suçlamaları biraz açar mısınız?
Herkesin evine çocuk pornosu ve hayvan pornosu koyuyorlardı. Hem de 5-6 defa dosyaya koyarak "vay alçak adam" dedirtmeye çalışıyorlar. Bu haysiyet cellatlığıdır. Tamamen bir insanın şerefini, onurunu ayaklar altına alarak bitirmeye çalışıyorlardı. Hayvan pornosu ve çocuk pornosu bir insanın başına gelebilecek en kötü şey. Kendi bilgisayarlarından iftira atacakları insanların bilgisayarlarına yükledikleri çok açıktı.
-Peki bu kanıtlanamadı mı?
İmajları almadan bilgisayarları götürüyorlardı. Emniyette yapıldığı çok açıktı. Bu şekilde iftiraya uğrayan birisi şöyle bir ifade vermişti: "Hakim bey diyelim ben evinde çocuk pornosu CD'si bulunduracak kadar ahlaksız bir adamım. Benim 18 yaşında kızım, 19 yaşında oğlum var. Benim bu CD'leri sözde masamda buldular. Böyle bir şey yapar mıyım" demişti.
-Sadece porno CD mi koydular?
Değli tabi. Fetullahçı polisler her aramada askeri belge buluyorlardı. İstisnasız iftira attıkları herkesin evine koydular bunu. Çocuk pornosu ile itibarsızlaştırıp, askeri belge ile tutuklattırdılar.
-Peki dini bir hareket bunu neden yapar?
Böyle bir inancı kutsallaştırır, karşınızdaki insanları da şeytanlaştırırsanız her şeyi mübah görürsünüz. Bir müddet sonra yukarıdan gelen talimatlar ölçüsüz şekilde uygulanıyor. Bir süre sonra kendilerinden farklı düşünen herkesin ortadan kaldırılması gerektiği düşüncesi iyice kabul görüyor. Talimat yukarıdan geldiği için tartışmaya gerek yok. Bir de suçu anonim olarak işledikleri ve birbiri ile bağlantısız olduğu için ortada tek bir suçlu da yok.
GÜLEN'İN HER ŞEYDEN HABERİ VARDI
-Bu suç yapılanması Gülen'den bağımsız ilerleyebilir mi?
Hukuki olarak neler yapılıyor bilmiyorum. Ama bu tür kapalı topluluklarda en tepedeki ismin haberi olmadan hiçbir hareket yapılamaz. Çok basit, sıradan olay bile tepeye sorulur. Zaten böyle olmazsa örgüt olmaz. İllegal yapı içerisinde aksaklık olmaması için talimatların yukarıdan aşağı gelmesi lazım.
-Bu yapı ile nasıl mücadele edilebilir?
Bu olayları iyi analiz edecek bir merkezi yapıya ihtiyaç var. Önce bu yapıyı iyi tanımak lazım. Neden bu hale geldiler? Bundan sonra neler yapabilirler? Liderleri ölünce nereye doğru evrilebilir? Yerine kim geçer? Dış etkiye doğru nereye giderler. Devlet ölçeğinde bunu araştırmak lazım. Bu çevre çok geniş bir çevreye zarar vererek bu noktaya geldi. En son siyaseti hedef aldı. Çok geniş bir çevreyi arkanıza almanız lazım. Bazı çevreler hükümetin meselesiymiş gibi bakıyor. Konuşmak isteyenlere de güvence vermek gerekir. Fetullahçıların akılalmaz suçları var. Adım adım ortaya çıkaraktır diye düşünüyorum.
-Gülen örgütünü tanıyan biri olarak bundan sonra operasyon yapma güçlerinin olduğunu düşünüyor musunuz?
Tek başlarına bir şey yapacaklarını zannetmiyorum. Ancak Türkiye'nin önündeki sorunlarla ilgili insiyatif koyarak bir şeyler yapmaya çalışabilirler. Güneydoğu ve Suriye meselesinde sıkıntı yaratabilirler. Emniyette yönetim kadrosunda etkili değiller. Yargıda nasıl bir sorun yaratabileceklerini tahmin edemiyorum. Askerde ise hiç dokunulmadı. Orada hiç suç işlemedikleri için bir şey yapılamıyor. Askerdeki bütün belgelerin Fetullahçıların elinde olduğunu attıkları iftiralardan biliyoruz. Askeriyedeki operasyonları attıkları insanların yerlerine geçmek için yaptıklarını da biliyoruz. Emniyet kadar olmasa bile askeriyedeki Fetullahçı yapılanmasının isimlerinin net olduğunu biliyoruz. Ordu Ergenekon ve Balyoz'da çok ağır darbe yediği için daha fazla moral bozmak istemiyor. Ama yarın ne yapacağını bilmediğiniz insanları ayıklamadan sağlam bir ordu kuramazsınız.
-Bürokraside güçlerini koruyorlar mı?
Belli oranda bir çözülme olduğu gözüküyor. Bürokraside yarısının eridiğini düşünüyorum. Ama hala durumu idare etmeye, geleceği kestirmeye çalışanlar da var. İyi bir çalışma grubu kurulursa haksızlık yapılmadan bunlar bürokrasiden ayıklanabilir.
17/25 ARALIK SIFIR HATA PAYI İLE KURGULANMIŞTI ANCAK…
-17/25 Aralık operasyonu olduğunda siz cezaevindeydiniz. Ne düşündünüz, ilk tepkiniz ne oldu?
Böyle bir saldırı bekliyordum. Hükümet 2012 yazında Fetullahçı polis ve savcılara bir operasyon yapması gerekiyordu. Hükümet biraz geç kaldı. 17 Aralık operasyonunda Fetullahçılar başarılı olamayınca artık 25 Aralık'ta başarısız olacaklarını tahmin ediyordum. Artık ordan sonra geri dönüş başlamıştır. Eğer ilk başta başarısız olursanız herşey tersine döner.
-Nerede hata yaptılar?
Aslında %99.9 başarılı olacak bir operasyon yapmışlar. İnancınız varsa bunu ilahi bir hikmete bağlayabilirsiniz. Normalde 2014 yerel seçimlerinden önce yapılacaktı operasyon. Dosyalar hazırlanmış işleme konuluyor. Bu sırada uyduruk bir dava ile istihbarat yönetimini dinliyorlar. İçişleri Bakanı o dönemde bir talimat veriyor ve Fetullahçı polisler deşifre olduğunu düşünüyor. Bunun üzerine Fetullahçı savcı ve hakimler hazırlıksızken, mahkemeler ayarlanmamışken 17 ve 25 Aralık operasyonunu başlatıyorlar. Ardından Tevhit-Selam davası gelecek. 17 Aralık'ta Hükümet ilk şoku atlatıyor ve polisleri görevden alıyor. 25 Aralık'ta ise darbeyi gerçekleştirecek polis bulamıyorlar.
-Peki Erdoğan olmasaydı?
O dönemin Başbakan'ı Erdoğan'ın duruşu çok önemli. Erdoğan olmasaydı 17/25 Aralık operasyonu belki de atlatılamazdı. Ya da çok zor atlatılırdı. Ama önemli olan bir şey daha var. Kritik noktalardaki bazı önemli isimler bu noktada çok sağlam durdu. İstanbul Emniyetindeki bazı polisler ve Efkan Ala'nın sağlam duruşu unutulmamalı.
İsa Tatlıcan - Sabah.com.tr