GİRİŞ
28 Şubat postmodern darbesinin üzerinden tam 19 yıl geçti. Askerlerin seçilmiş hükümeti devirmek için başlattıkları süreç, devlet ve toplum üzerinde büyük tahribatlara yol açtı. Karanlık odaklar, 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan dokuz saat süren MGK toplantısıyla, Refahyol hükümetinin düşürülmesi için düğmeye bastı. Askerler; medya, yargı ve sivil toplum örgütü kisvesi altındaki kuruluşları brifinglerle, cadı avına hazırladı. Ve Türkiye tarihinin en karanlık dönemlerinden biri başlamış oldu. Binlerce insan irticacı diye fişlendi. Başörtüsü nedeniyle öğrenciler, öğretmenler okullarından atıldı. Toplumun her kesiminden inançlı insanlar işlerinden edildi, kumpas kuran mahkemeler aracılığıyla hapislere tıkıldı. 'İrtica' paranoyası üzerinden kadın, erkek, çocuklara zulmedildi. Seçilmiş hükümet, karanlık güçlerin oyunlarıyla düşürüldü. Bunu fırsat bilen Türkiye düşmanları, ceplerini doldurdu. El konulan bankalar aracılığıyla 50 milyar dolar hortumlandı. Erbakan'la birlikte toparlanan Türkiye'nin ekonomisine de büyük darbe vuruldu. Yükselen Anadolu sermayesinin önü kesildi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu'na ithaf edilen "28 Şubat 1000 yıl sürecek" sözüyle anılan darbenin mimarları bugün tarih sahnesinden silindi. Ancak bu karanlık dönemin yarattığı travma ve tahribat daha 1000 yıl konuşulacak gibi. Okullarda, iş dünyasında, memuriyette, askeriyede, siyasette, yargıda, medyada kısaca hayatın her alanında cadı avı başlatan ve fişlemelerle binlerce insanın hak ve özgürlüklerini gasp eden bu korku rejiminin açtığı tahribatın yaraları AK Parti hükümeti tarafından büyük oranda sarılsa da hâlâ tam olarak giderilebilmiş değil. Seçilmiş hükümeti hedef alan darbenin 19'uncu yılında ilk kez ortaya çıkardığımız bilgi, belge ve mağdur tanıklarıyla eski rejimin kırılma noktası sayılabilecek bu karanlık sürece yeniden ışık tutuyoruz.
Refahyol hükümetini medyanın desteğiyle düşüren 28 Şubat darbecilerinin dönemin başbakanı Necmettin Erbakan'ı tutuklamak için de iki kez harekete geçti. Polis ve jandarmayla Erbakan'ın evi kuşatıldı. 28 Şubat döneminde Refah Partisi'nden Trabzon milletvekili olan, sonrasında Fazilet, Saadet ve HAS Parti'de siyaset yapan, şu an Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı Şeref Malkoç Erbakan'ı tutuklama girişimlerini son anda engellediklerini söyledi. Refah Partisi kapatılıp Erbakan'ın milletvekilliği düşürüldükten sonra bir gün kendisini aradığını aktaran Malkoç, o günü şöyle anlattı:
Nisan 1998'de Erbakan hoca telefonda bana 'Ankara emniyetinden polisler beni almaya geldiler' dedi. 'Hocam nasıl olur, siz başbakansınız, evinizde 10 koruma var. Size bunu nasıl yaparlar?' deyince 'Hemen gel' dedi. Balgat'taki konutuna gittim. Elleri silahlı polisler evi kuşatmışlardı. Amirleri ile görüştüm, 'emir var' dediler. Hemen Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne gittim. Emniyet Müdürü Cevdet Saral'a 'Bunu nasıl yaparsın? Sen Erbakan hocayı, bir başbakanı nasıl polise aldırırsın?' diye sorunca kendisi bana bunun savcı Nuh Mete Yüksel'in talimatı olduğunu söyledi. Emniyet ve hükümetle görüşüp polisleri konuttan geri çektirdik."
Malkoç, ikinci tutuklama girişiminin de Eylül 1999'da Erbakan'ın Altınoluk'taki yazlığında gerçekleştiğini şu sözlerle anlatıyor:
Hocanın bir davadan cezası kesinleşmiş, infazı için tebligat yapılmıştı. Ancak 7 günlük süre vardı. Biz de infazın ertelenmesi için yargıya müracaat etmiştik. Bir sabah hoca telefonla aradı. 'Jandarmalar evi sarmış, beni almaya gelmişler' deyince 'Hocam nasıl olur? Süre daha dolmadı' dedim ve hemen savcıyı aradım. Savcı bana Erbakan hocayı alıp hapse koyacağını belirtince 'Kanun hükmü açık, yapamazsın' diye itiraz ettim. O savcı bana 'Kanunu senden öğrenecek değilim' cevabını verdi."
HİKMET SAMİ TÜRK YARDIM ETTİ
Savcı ile bu işi çözemeyeceğini anlayan Malkoç, savcıya "Bugünler gelir geçer, keser döner sap döner bir gün hesap döner. Gün gelir Erbakan Hoca'nın talebelerinden biri Adalet Bakanı olur ve bu yaptığın hukuksuzluğun haksızlığın hesabını senden sorar" diyerek telefonu kapattığını belirtti. Sabahın erken saatinde Adalet Bakanlığı'na gittiğini ve dönemin bakanı Hikmet Sami Türk gelmediği için onu evinden buldurarak ağzına geleni söylediğini kaydeden Malkoç o günü ise şöyle anlatıyor:
Hikmet Sami Türk'e 'Savcı bile bile kanunu çiğniyor, sesin çıkmıyor. Hocamızın yasal erteleme talebini niçin engelliyorsun? diye çıkıştım. Sağolsun Hikmet Sami Türk ilgilendi ve 5 gündür çıkmayan erteleme birkaç saat içinde çıktı. Eğer çıkmasaydı Erbakan, o gün Swiss Otel'de kameralar önünde gözaltına alınacaktı. Cuntacılar 'gerekirse silah kullanırız, binlerce insanı öldürürüz' diye gazetelere manşet attırdığında, Erbakan hoca hiç kimsenin burnunun kanamaması için kendinden fedakarlık yaptı. Partisi haksız yere kapatılıp iktidarı silah zoruyla elinden alındığında bile 'Bu olayların tarihin akışı içinde zerre kadar önemi yoktur, kimse tahriklere kapılmasın' diyerek vatanını ve milletini korumaya çalıştı. Milletini sevmek ve devlet adamlığı budur.
ÇEVİK BİR, TALİMAT VERDİ
Dönemin Genel Kurmay 2. Başkanı Çevik Bir, Refah Partisi'nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi'ne yazı yazıp adeta talimat verdi. Aynı yazıları diğer mahkemelere de gönderdi. Onun yazılarından korkan, çekinen bazı hakimler çok haksız kararlar verdi. Çok can yaktılar. Aynı yazılar kaymakamlara valilere de gitti. Bu cuntayı ve faaliyetleri ilk tespit eden dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu'nun Erbakan'a verdiği belgeleri Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel cuntacılarla pazarlık yapmak için kullandı.
'YARGIYA ASKER BASKI YAPTI'
28
Şubat TSK'nın içindeki cuntacı bir grubun devleti ele geçirme çabası. Anayasayı çiğneyerek suç işleyen bu cunta yargıyı talimatla yönetmeye kalktı. Hiç kimseden emir ve talimat almaması gereken Anayasa Mahkemesi üyelerini askeri araçlara doldurup Genelkurmay Başkanlığı'nda brifinge soktular ve onları korkuttu. Anayasa Mahkemesi de Refah Partisi'ni kapattı. Ancak cuntacıların baskısı yönlendirmesi olmasa Refah Partisi dava açılmasa açılmazdı. 28 Şubat'ın askerleri yargılanmaya başladı. Ancak bu darbede cuntacılara yardım ve yataklık yapan medya mensupları, STK yöneticilerinin de yargılanmalı.
28 ŞUBAT 'IN YARGIYLA YAPILANI 17-25 ARALIK
Paralel Yapı'nın17- 25 Aralık'taki darbe girişimi tıpkı 28 Şubat'taki gibi. 28 Şubat'ı askerin içindeki cunta,17- 25 Aralık'ı emniyet ve yargının içindeki cunta yaptı. Her ikisi de milletin iradesini yok saymadır va anayasa suçudur. Onlar da 28 Şubat darbecileri gibi yargılanıp hesap verecek.
DEVLET ADAMLIĞI ÇİZGİSİNİ TERK ETMEDİ
Necmettin
Erbakan başbakanlığı döneminde 28 Şubat cuntasının bütün zulmüne rağmen, devlet adamlığı çizgisini hiç terk etmedi. Askerlerin ve onları destekleyen bir kısım medyanın hakaretamiz söz ve yayınlarına rağmen, ülkenin birliği için çalıştı. O dönem yapılanlara karşı "Kimse tahriklere kapılmasın" demişti.
'POSTMODERN DARBE VE HIRSIZLIK DÜZENİYDİ'
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Refah Partisi Şanlıurfa Milletvekili): 28 Şubat postmodern bir darbe olmakla ile birlikte bir hırsızlık düzeniydi. Sorumluları da başta siyasiler, Beşli Çete, medya ve askerlerdi. Siyasilerin başında da Süleyman Demirel vardı. 1000 yıl sürecek dediler kısa sürede yerle yeksan oldular. Hocanın fikri iki cumhurbaşkanı ve başbakanlar çıkardı. Daha da yüzlercesini çıkaracak güçtedir.
28 ŞUBAT'IN MAĞDURU MAHKÛMLAR HÂLÂ CEZAEVİNDE
28 Şubat darbesinin yaraları sarılmaya çalışılsa da 20 yıldır cezaevinde tutuklu bulunan mahkumlar var. Cihat Özbolat, Ethem Köylü ve İsmail Uysal 20 yıldır cezaevinde. 28 Şubatçıların en kudretli zamanlarında Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne arka kapıdan yaptığı ve medyaya da yansıyan ziyaretten sonra, bir önceki duruşmada aynı dosyadan tutuklu sanıklara tahliye veren mahkeme heyeti, Ethem Köylü ve İsmail Uysal'a müebbet ceza vermişti. Ondan sonra bütün mahkeme heyetleri, önüne getirilen bütün "İBDA-C Davası" dosyalarını, inceleme zahmetine bile katlanmadan müebbet cezalar vererek işi otomatiğe bağlamıştı. Mağdur olan ve halen cezaevinde bulunan diğer isimle r de şunlar: İlhan Doğan, Levent Dülger, Emrullah Arslan, Recep Kumru, Cemil Şahin, Turan Bartın, Zeynel Abidin Danalıoğlu, Ali Acar.
Anadolu Ajansı , 28 Şubat 'ı onlara sordu
Şair-yazar Mehmet Aycı: ELLERİNDE ŞAİRLERİN KANI VAR
28 Şubat sürecinde demokrasiye yapılan balans ayarı, edebiyata ve edebiyatçıya da yapılmış bir balans ayarı. Tanklar sadece caddelerde yürümedi, edebiyatçıların da üzerinden geçti, kitapların da, kültür ortamının da. Bugün hala o görüntüleri gördüğümüzde yüreğimiz sızlıyor, vicdanımız kanıyor. O başörtülü kızlar uzaydan gelmemişlerdi. 28 Şubatçıların elinde, intihar eden şairler Nazir Akalın ve Hüseyin Alacatlı'nın kanı var.
Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın: MİLLETİN HUZURUNDA HESAP SORULSUN
Türkiye'nin her alanda geri kalmasını engelleyenlerden, milletin geleceğini ipotek altına alanlardan, yeniden büyük Türkiye'nin önünü kesenlerden hesap sorulmadı. 28 Şubat darbesi, küresel güçlerin ve yerli kuklalarının ortaklaşa yaptığı bir darbedir. 28 Şubat darbesini gerçekleştiren, katkı veren asker ve sivil bürokratlardan hesap sorulmalı. Bu sürece doğrudan ve dolaylı destek veren medya ve sözde sivil toplum kuruluşları millet huzurunda hesap vermeli.
Anayasa Hukukçuları Derneği Genel Sekreteri Ahmet Akcan: Toplumsal gelişime ket vuruldu
28 Şubat darbe yargılaması maalesef çerçevesi daraltılmaya, içi boşaltılmaya çalışılan bir süreç haline getirilmeye çalışılıyor. 28 Şubat'ta insanların din ve güvenlik duyguları manipüle edildi. Mizansenler yapıldı. Algı yönetimine figür olacak kişiler ortaya çıkarıldı. Onlar üzerinden toplumsal gelişime ket vuruldu.
"Erbakan'ın evi polis ve jandarmayla kuşatıldı"
ERBAKAN BELGESELİ