TRT Haber TV ekranlarında yayınlanan Derin Analiz programında konuşan Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Yiğit Bulut, Özgecan Aslan, Çözüm süreci ve başkanlık sistemi konularını değerlendirdi.
Özgecan Aslan hakkında üzüntüsünü dile getiren Bulut, şahsi olarak bu tür olayların cezasının idam olması gerektiğini düşündüğünü ifade etti. Yiğit Bulut, Avrupa Birliği'nin isteklerinin bu noktada bir kenara bırakılması, Türkiye toplumunun kendi vicdanın dikkate alınması gerektiğinin altını çizdi.
Yiğit Bulut konuyla ilgili şöyle konuştu:
BUNUN CEZASI İDAM OLMALI
Hiç lafı saklamaya gerek yok. Benim görüşüm şu; eğer can alıyorsan, bunun cezası can vermektir. Avrupa Birliği standardı, şu standart, bu standart diyorlar... Amerika'da halen idam cezası var. Türkiye'de de idam cezasının belli suçlarda uygulanması gerekir.
Ne yapacağız şimdi, bu adamları içeride besleyecek miyiz? Müebbet de yatsa, bizim verdiğimiz vergilerle içeride beslenecek, hayatına devam mı edecek? Nefes alıp vermeye devam mı edecek?
Benim görüşüm çok açık ve net. Toplumun büyük bir kesimi de böyle düşünüyor. Çocuklara karşı, kadınlara karşı, kendinden güçsüzlere karşı işlenen, öldürmeye kadar varan, tecavüz ve başka bir çok suçlarda çok ciddi, ağır cezalar bence getirilmelidir.
Can vermek de, can almak da elbette Yüce Allah'a mahsustur ama, bir kul başka bir kulun canını bu şekilde alıyorsa, onun da artık içimizde yaşamasının bir anlamı yok diye düşünüyorum. Hele, afla bu tip insanların dışarı salınması, hele zaman zaman yargılamanın eksik kalması sonucu, 13-15-20 yılda dışarı çıkmaları zaten kabul edilemez.
EN MODERN KABUL EDİLEN AMERİKA'DA İDAM VAR
Amerika, dünyada modern ve gelişmiş bir devlet olarak biliniyor. Ama Amerika'da idam cezası uygulanıyor.
"Avrupa Birliği dedi, biz idamı kaldırdık". Yok böyle bir şey. Biz geçmişte, finansal olarak güçsüz olduğumuz dönemlerde, Kemal Derviş'in bu ülkeye Roma Valisi olarak gönderildiği dönemlerde kabul edip bazı düzenlemeleri yapmış olabiliriz. Sonraki dönemlerde de yapılanlar olabilir.
BU ÜLKENİN KENDİ VİCDANI DİNLENMELİ
"Avrupa Birliği böyle dedi, böyle olması gerekiyor..." Hayır, bu ülkenin kendi vicdanı var. Bu ülkenin insanlarının kendi fikri var. Bizim, kimsenin dökme aklına ihtiyacımız yok. Dolayısıyla, toplum vicdanı ne diyorsa o olur.
Bakıyorum bazı köşe yazarları "idam cezasını tartışamazsınız" diyorlar. Tartışırım. Toplumun vicdanı, toplumun aklı, toplumun dinamikleri bunu tartışmak istiyorsa biz bunu tartışırız. "Ama Avrupa Birliği izin vermiyor" diyorlar. Bizi bağlamaz arkadaş. Biz aklımızı kimseye kiralamadık.
EŞREF BİTLİS'İN ÖLÜMÜ VE ÇÖZÜM SÜRECİ
Çözüm sürecinin aslında bugünlere nerelerden geldiğini, "çözüm"ün "ç"sinin bile kimlerin aramızdan ayrılmasına yol açtığını, Türkiye'nin bu konuda ödediği bedelleri hatırlatan Yiğit Bulut; Eşref Bitlis, Turgut Özal, Uğur Mumcu ve Adnan Kahveci'nin vefatlarıyla konuyu örneklendirdi. Bulut, sözü edilen isimlerin o dönemde aslında şimdiki çözüm sürecinin bir prototipini hazırladıklarını, ancak bu 4 isme, bir araya gelme fırsatının bile verilmediğini söyledi.
İşte Yiğit Bulut'un konuyla ilgili o sözleri;
-40'TA UÇAN UÇAK -4'TE NASIL DÜŞTÜ?
Eşref Bitlis'in ölümü şüpheli bölüm. Dünyada, bir uçağın buzlanıp düştüğü başka vaka yok. O uçak Kanada'da -40'ta uçuyor, Türkiye'de -4'te düşünüyor.
Niye şüpheli bir ölüm? Eşref Bitlis, o dönemde "Türkiye'nin Kürt politikasını değişmeli" diyen, Cumhurbaşkanı tarafından kurulan çalışma grubunun 4 üyesinden bir tanesi.
4 KİŞİ BİR ARAYA BİLE GELEMİYOR
Bu çalışma grubunun dört üyesi var. Turgut Özal, Adnan Kahveci, Eşref Bitlis ve dışarıdan Uğur Mumcu. Ve bu 4 kişi bir araya gelme şansını yakalayamıyorlar. 3 Ocak 1993'te aralarında bir telefon görüşmesi oluyor. 3 kişi bir araya geliyor, dördüncüsü (Uğur Mumcu) katılamıyor.
Uğur Mumcu, "bendeki örgüt ve Ergenekon bağlantısını gösteren belgeleri size vermek istiyorum" diyor Cumhurbaşkanı'na. Türkiye'nin Kürt politikasının neden değişmesi gerektiğinin cevabı aslında o belgeler. Bugünkü çözüm sürecinin de çok küçük bir prototipi.
"Neden Türkiye'nin Kürt politikası değişmeli" sorgulaması başladıktan itibaren, 180 gün (6 ay bile değil) içinde bu sorgulamayı yapan 4 kişi de, normal görünen, ya da normal olmayan başka türlü yollarla aramızdan ayrıldı.
BUGÜNKÜ ÇÖZÜM SÜRECİNİN PROTOTİPİNİ HAZIRLAMIŞLARDI, CANLARINDAN OLDULAR
Bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın, Başbakanlığı döneminde başlattığı çözüm sürecinin prototipini o günlerde hayata geçirip sadece bir cümlesini söyleyenler canlarından oldular. Ve Türkiye'nin Kürt politikası değişmiyor. 1993'ten sonra kan, gözyaşı ve bölgedeki çatışma tavan yapıyor.
33 ERİMİZİ O ZAMAN KAYBETTİK
Sadece o 4 kişi aramızdan ayrılmadı. 33 er silahsız bir şekilde, sivil minibüsler içinde şehit edildi. Arkasından Madımak oldu. Arkasından diğer bazı başka olaylar.
İNGİLİZ ŞİRKETLERİ BÖLGEDE NE GEZİYORDU? HABERİ BİZDEN SAATLER ÖNCE NASIL ALDILAR?
Ve tüm bunların yaşandığı süreçte, özellikle 33 erin şehit edildiği gün, Türkiye'deki petrol-gaz boru hatlarının keşif gezisi var. İngiliz şirketleri, Türkiye'deki petrol-gaz boru hatlarının keşif gezisinde. O bürokratlar hala yaşıyor. Bunları kamuoyuyla paylaşmak isterlerse paylaşırlar. Bazıları bir kısmını anlattı.
O kadar acıdır ki, Doğu'da ve Güneydoğu'da bizim petrol uzmanlarımızla birlikte gittikleri yerlerde, 33 erin şehit edildiği haberi İngilizlere, bizimkilerden saatler önce geliyor. Oradaki İngiliz petrol uzmanlarına Londra'dan faks geliyor.
Bütün bunları yan yana koyduğunuz zaman, bugünkü çözüm sürecinin neden çok önemli, neden çok değerli olduğunu, ve bu çözüm sürecinin sadece "ç"sini çizmeye çalışanların nasıl aramızdan ayrıldığını anlamamız ve sorgulamamız gerekiyor.
BU BÖLGEDE ÇÖZÜMÜ KİM İSTEMİYOR?
Kim bu bölgede kan istiyor, kim bu bölgede gözyaşı istiyor, kim bu bölgede yaşayan insanlar arasında nefret istiyor? Kim bu bölgede çatışma dinamiği istiyor? Çözüm sürecinin karşısında kimler var? Petrol ve gaz üzerine İngilizler tarafından çizilen (Türkiye'nin doğu sınırları), petrol ve gaz bölgelerinin, Misak-ı Milli içinde olmasına rağmen, İngilizler tarafından dışarıda bırakılmaya zorlandığı ve 1980'lerden sonra taşeron örgüte iade edilen o hat, o çizgi neden bu kadar önemli? Neden Kuzey Irak'la Türkiye arasındaki entegrasyon engellenmeye çalışılıyor? Neden Türkiye'de Türk-Kürt düşmanlığı her zaman körüklenmeye çalışılıyor. Büyük medyanın geçmişte bunun içinde nasıl bir rolü vardı? (Artık o medya büyük değil). Ve içerideki bu çatışma dinamiği kimlerin cebine ne kadar para soktu? Bütün bunların çok iyi araştırılması lazım.
Bütün bunların araştırılmadığı ortamda Adnan Kahveci'nin neden yanlış yola girdiğini anlayamazsınız.
Eşref Bitlis'in Kanada'da -40 derecede uçan uçağının, neden -4 derecede buzlanıp düştüğünü anlayamazsınız.
Turgut Özal öldü mü, öldürüldü mü tartışmasını anlayamazsınız.
Uğur Mumcu'nun arabasına konan bombanın hangi örgüt tarafından konulduğunu anlayamazsınız. Bu dosyalar belki bir yerlerde kaldı. O dosyaların kaldığı kişiler, niye bu dosyaları ortaya çıkarmadı? Niye hiç konuşmadılar?
1993'TEN 28 ŞUBAT'A UZANAN ACI YOLCULUK
Bütün bunları detaylı analiz ettiğinizde 28 Şubat sürecine geliyorsunuz. 90-93'te Türkiye'nin Ortadoğu ve Kürt politikası değişiyor (İsrail'in çizdiği rotadan çıkmaya çalışıyoruz), 93'ün altıncı ayına kadar bu rotadan sapmaya çalışanlar ebediyete intikal ediyor. Arkasından 94 krizi, arkasından Türkiye'nin büyük medya şirketleri ve sanayi şirketleri devletin çıkardığı yüzde 50 net hazine bonosu faiziyle, devletin parasıyla el değiştiriyor.
Türkiye'nin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı değişiyor öncesinde. Ve arkasından Türkiye, 94'ten 97'e kadar 28 Şubat sürecine hazırlanma dönemine giriyor. Ve 28 Şubat süreci başladığı zaman, Beyaz Saray'da Neo-Con'ların etkisiyle yeni yüzyıl için strateji belgesi yayınlanmış durumda.
Ve o belgede, Ortadoğu'nun nasıl şekillendirileceği çok net anlatılıyor. O belge yayınlandığı dönemde, Türkiye'de başlayan 28 Şubat süreciyle taşlar yerinden oynuyor. Milyarlarca dolar el değiştiriyor, siyasi dengeler değişiyor, Ortadoğu yeniden şekillenmeye başlıyor.
TÜRKİYE'NİN YÜZ KARASI OLAY: ROMA VALİSİ KEMAL DERVİŞ'İN ATANMASI
2001 krizi, Türkiye'ye Roma Valisi Kemal Derviş'in atanması. Türkiye'nin yüz karası bir olaydır bu. Muhtar bile seçilmemiş biri, 5 milyar dolar için (şimdi biz o 5 milyar doları ihtiyacı olan ülkelere dağıtıyoruz, mültecilere o kadar para harcıyoruz), Merkez Bankası Başkanı olarak uçağa biniyor, yolda o günkü büyük medyaya verilen talimatla süper yetkili bakan olarak iniyor uçaktan. Türkiye Cumhuriyeti'nin teslim alındığı gündür o gün.
TÜRK ASKERİNİN BAŞINA ÇUVAL GEÇİRİLMESİ O OYUNUN SON HAMLESİYDİ
Yetmiyor, 4 Temmuz 2003'te Süleymaniye'de Türk askerinin başına çuval geçiriliyor. 2003'te Türk askerinin başına geçirilen çuval, 1990'da başlayan oyunun son hamlesi. Piyon son kez oynuyor.
2003'ten sonra Türkiye bu çuvalı yırtıyor ve 2013'e kadar devam eden 10 yıllık bir ayağa kalkma sürecine giriyor. Kemal Derviş'in politikalarının bir kısmı 2008'e kadar devam ediyor.
ERDOĞAN'IN O CÜMLESİYLE 1839'DA BİÇİLEN KEFEN YIRTILDI, KADERİMİZ DEĞİŞTİ
Ne zaman bozuluyor biliyor musunuz? 2008'de Recep Tayyip Erdoğan tek başına "ben IMF ile anlaşmıyorum" deyince. Yanındaki bakanlar dahil "anlaşmazsak Türkiye krize girer" dedikleri halde, "ben IMF'yle anlaşmıyorum" dediği yerde Türkiye'nin 1839'da Osmanlı'yla başlayan kaderi değişiyor.
Bunu bu topraklarının anlaması gerekir. Yırtılan bir kefendir o. Ve bu kefen 1839'da bizim için dikilmiştir. Ve bu kefenin uzantısı olarak Musul ve Kerkük Misak-ı Milli sınırlarının dışında kalmıştır. Bu kefenin uzantısı olarak o taşeron örgüt (PKK) o çizgiyi korumak için kurulmuştur. Bu kefenin uzantısı olarak 1960 darbesi tezgahlanmıştır. 1946 develüasyonu tezgahlanmıştır. 1980 darbesi bu kefenin uzantısı olarak tezgahlanmıştır.
LİDERLERE HEP 10'AR YIL SÜRE VERİLDİ, CUMHURBAŞKANIMIZ ERDOĞAN İSE O OYUNU BOZDU
Cumhuriyet'in kuruluşu bu kefeni yırtamamıştır. Sadece kefenin dikilmesini gecikmiştir.
Gazi Mustafa Kemal, 1923-1933 (10 yıl) arasında var. Onuncu yıldan sonra yok.
Menderes: 1950-1960. Onuncu yıldan sonra yok.
Turgut Özal: 1983-1993. Onuncu yıldan sonra yok.
Recep Tayyip Erdoğan: 2003-2013. Mayıs ayı, Gezi olayları. Onuncu yılında yok etmek için harekete geçtiler. Ama o bütün dinamikleri değiştirerek seçilmiş cumhurbaşkanlığı makamına yürüyor. Önceki 3 liderin tamamını onuncu yılın sonunda etkisiz hale getirdiler. Hatta fiziken aramızdan ayrılmalarını sağladılar.
Cumhuriyet 1923'te kuruldu. 1933'te Cumhuriyet, kalkış süreci biten bir uçak gibi yere çakıldı. 1933'ten sonra Gazi Mustafa Kemal nerede? Çankaya'da kapısı kilitli. Sadece akşamları yemeğe insanlar davet ediliyor. Kim hakim ülkeye? İsmet İnönü, Celal Bayar.
46 Develüasyonu: Recep Peker hükümeti. Yapılan ne? Türkiye'nin küresel finansal dinamiklere tamamen teslim edilmesi. Türkiye'nin küresel emperyal sistemin oynattığı bir uzantısı, bir oynak parçası haline gelmesi.
1958 develüasyonu, 1960 Darbesi: Başlayan kalkınmanın durdurulması. 1971 Muhtırası, 1980 darbesi.
1978'de Dünya Bankası'nın yazdığı "sadece pazar olabilirsiniz arkadaş" raporunun Türkiye'ye dayatılması.
BUNLARI İYİ ANLAYANLAR, RECEP TAYYİP ERDOĞAN'IN NASIL BİR SAVAŞ VERDİĞİNİ ÇOK İYİ ANLAYACAKLARDIR
Bütün bunları iyi anlayanlar, bugün Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın seçilmiş cumhurbaşkanımızın nasıl bir savaş verdiğini çok iyi anlayacaklardır.
Ve Menderes asıldığı zaman bu ülkede insanlar tepki dahi veremedi. Eskiler, dedelerimiz ne derlerdi, "biz Menderes'e aşıktık". Madem bu kadar Menderes'in peşinden gittiniz, ona inandınız... O asıldığı zaman bir bardak kırsaydınız. Bir cam bile kırılmadı. Birkaç tane nine, birkaç tane dede bayrak alıp sokaklara çıktı. Bu kadar. Türkiye genelinde olay yok. Neden? Çünkü Türkiye o kadar baskı altına alınmış ki..
Kaynak: Star