Bu satırları İstanbul'a 15.500 kilometre uzak bir diyardan yazıyorum. Avustralya'nın güneydoğusunda yer alan güzel mi güzel, şirin mi şirin, temiz mi temiz Brisbane kentinden. G20 devlet ve hükümet başkanları zirvesi nedeniyle 20 saati aşkın süren yolculuğun ardından buraya geldik. Ve bu satırları Cumartesi'yi Pazar'a bağlayan geceyarısı yazıyorum. (Not: Brisbane saatiyle. Türkiye ile aramızda 8 saat fark var.) Başbakan Davutoğlu yoğun ve yorucu bir günün ardından saat 22.30 dolaylarında gezisini izleyen biz genel yayın yönetmenleriyle bir araya geldi ve temaslarını değerlendirdi. Davutoğlu önce G20'yi ve o toplantıdaki konuşmaları özetledi, sonra başta ABD Başkanı Obama olmak üzere liderlerle ikili görüşmelerini anlattı. Ama ben makarayı tersinden sarıp önce Obama ile görüşmesine ilişkin ayrıntı vereceğim. İşte:
G20 zirvelerinde liderler hep birarada oldukları için ikili görüşmeler ayrı odalarda yapılmaz. Masalar arasında selamlaşır, görüşürsünüz.
Başkan Obama ile öğle yemeğinde aynı masayı paylaştık. Sohbetimizde ağırlıklı konu elbette Suriye ve Irak oldu. Ama Myanmar'daki Müslümanlar'ı kollayan tavrı için kendisine teşekkür ettim.
Suriye ve Irak konusunda ABD ile zaten uzunca bir süredir yoğun temas halindeyiz. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Müsteşarı Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu, peşpeşe Washington'a gittiler. Haftaya da Ankara'ya ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden geliyor.
Bütün bu temaslar gösterdi ki, ABD ile aramızda ortak bir perspektif var. Suriye'nin geleceği konusunda, yani Suriye'nin hem Esad, hem de IŞİD sorunundan kurtulması konusunda farklı düşünmüyoruz. Sadece bazen senkronizasyon pürüzü olabiliyor. Türkiye, Suriye sorununun hemen bitirilmesinden yana ağırlık koyuyor. ABD ise Irak deneyimi nedeniyle daha temkinli. 4 ay önce şöyle bir tablo vardı: ABD önce IŞİD'i halledelim, sonra Esad'a bakarız gerektiğini savunuyordu. Bugün ise hem IŞİD'in, hem de Esad'ın gitmesi çizgisine geldi. Çünkü rejimin Halep saldırıları gösterdi ki, IŞİD gitse bile yeni mülteci dalgaları ortaya çıkacak. Bir başka nokta: Krizin Kobani'de kristalize edilmesi veya odaklanması büyük resmin görülmesini önledi. ABD ile aramızda ayrıntıda bir fark daha vardı: ABD önce Irak diyordu. Biz ise hem Suriye, hem Irak diyorduk. Çünkü arada sınır kalmadı. Sonunda bir ortak noktaya vardık: Suriye'de ılımlı muhalifleri ve ÖSO'yu güçlü biçimde desteklemek. Yani, IŞİD ile Esad arasında üçüncü güç yaratmak. Suriye halkını bu iki güçten birine mahkum etmemek.
***
Diğer ikili görüşmeler birer cümleyle şöyle: Almanya Başbakanı Merkel ile konu Suriye ve Irak'ın yanı sıra (Irak onlar için önemli, çünkü Kuzey Irak'ta Peşmerge'ye silah ve eğitim desteği veriyor) Kıbrıs'taki gelişmeleri (doğal gaz sondajları krizi) görüştük. Merkel ayrıca çözüm sürecine yakın ilgi duyduğunu da belli etti. İngiltere Başbakanı Cameron ile Kıbrıs, İskoçya'nın bağımsızlık referandumu, AB'nin geleceği, İngiltere'nin AB'de kalıp kalmamak için 2017'de düzenlemeyi planladığı referandumu görüştük. Ah unutmadan, biz G20 içinde ayrı bir grup oluşturduk. Adı: MIKTA. Açılımı: Mexica, Indonesie, Koree, Turkey, Australie. Böylece, G7'den, BRIC'ten sonra bir de MIKTA doğmuş oldu.
***
Davutoğlu'nun G20 zirvesinin ilk günüyle ilgili özet bilgilerini de aktarayım: G20 kritik bir süreçten geçiyor. Çünkü kriz atlatılamadı. Dönem Başkanı Avustralya büyüme odaklı bir gündem hazırladı. Görüşmeler üç farklı grubun varlığını gösterdi:
1-ABD ve İngiltere'nin başı çektiği grup talebi artırmaya yönelik politikaları savunuyor. Fransa ve İtalya gibi krizdeki Avrupa ülkeleri de onlara destek veriyor. Çünkü resesyondan korkuyorlar.
2-Almanya'nın başı çektiği grup sıkı mali politikaları savunuyor. Yani kemerleri sıkmayı, kamu borcunu ve kamu harcamalarını azaltmayı. Çünkü enflasyondan korkuyorlar.
3-Bir de Çin, Güney Kore gibi dış ticaret fazlası veren ülkelerin grubu var. Tabii onlar daha rahat. Bu zirvede Rusya biraz sıkıntılı bir pozisyona düştü. Özellikle Ukrayna krizi nedeniyle. Peki Davutoğlu zirvede yaptığı konuşmada neler söyledi. Şöyle:
İktidarımızın 12 yıllık politikalarına bakılırsa, üç eksen görülür:
1-Siyasal istikrar: 20 ülke arasında tek örneğiz. Belki biraz Brezilya, biraz da Almanya sayılabilir.
2-Makro ekenomik istikrar: Mali disiplini korumayı birinci önceliğimiz yaptık.
3-Büyümeyi sağlayacak yapısal reformlar: 2014 zor, meydan okumalarla dolu bir yıldı. İki seçimin sonuçları elimizi güçlendirdi. Bu sayede ekonomik dönüşümde yeni bir aşamaya geçtik:
1-Siyasal istikrarın devamı: Hükümetimizin programı 8 aylı değil, 9 yıllık perspektife göre hazırlandı.
2-Makroekonomik istikrar: Orta Vadeli Program'da popülist politikalar izlemeyeceğimizi açıkça taahhüt ettik.
3-Reel ekonominin dönüşümü: 25 sektörü kapsayan yapısal eylem planı ilan ettik.