Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la günübirlik, daha doğrusu 6 saatliğine Paris'e gidip geldik. Çalışma ziyareti için. Çalışmanın başlıca konusu, elbette Suriye ve Irak'taki gelişmelerdi. Özellikle de DAİŞ terör örgütü konusu. Hemen bir not düşeyim. Bu örgütün adı konusunda herkes farklı konuşup yazıyor. Örneğin anglosakson basını "ISIS" diyor. Yani, "Iraq Syria Islamic State". Fransız basını "ISEI" diyor. Yani, "Irak Syrie Etat Islamic". Türk medyası "IŞİD" diyor. Yani, "Irak Şam İslam Devleti". Cumhurbaşkanı Erdoğan dönüş yolundaki sohbetimizde, "Ben IŞİD'i kullanmıyorum" dedi. Tercihini açıkladı: "DAİŞ". İslam ile terörü ayrıştırmak adına yaptığı bu değişikliği sadece makul değil, zorunlu buldum.
Paris'ten dönüş yolunda Cumhurbaşkanı Erdoğan, ziyaretini izleyen genel yayın yönetmenleriyle bir araya gelip güncel konuları değerlendirdi. Her gezi dönüşü olduğu gibi. İşte o sohbetin dökümü...
Fransa Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nde yaptığınız konuşmada, Sykes-Picot Anlaşması'nı kastederek, "Ortadoğu'da yüz yıl önce çizilen sınırların dikişlerinin patladığını" söylediniz. Daha sonra dinleyicilerden gelen sorularda, Türkiye'nin dikişleri patlayan sınırların yerine çizilecek yeni sınırları kabul edip etmeyeceği" dile getirildi. Bu da tam 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ABD Savunma Bakanlığı'ndaki strateji uzmanı Yarbay Ralp Peters'in çizdiği ve "Kan Sınırları" adını verdiği Ortadoğu'daki yeni sınırlar haritasıyla örtüşüyor. Bir Sykes-Picok Anlaşması miadını doldururken yeni Sykes-Picot anlaşmalarının ortaya çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
ERDOĞAN: Ortadoğu, sonradan uydurulmuş bir coğrafi ifade. Aslında bir Yakındoğu var, bir de Uzakdoğu. Ortadoğu aslında bir petrol havzasının ifadesi. Bu çerçevede Irak'ı üçe bölmeyi planladılar. Bir Kürdistan olacaktı, bir Sünni Araplar'dan ve Türkmenler'den oluşan devlet, bir de Şia devleti. Bu planlamayı kafalarında yaptılar. Ama ilk uygulamada gerçekleştiremediler. Sonra Maliki'nin başbakan olmasıyla ikinci girişim başladı. Maliki ordunun üst kademesini sadece Şii subaylardan oluşturdu. Ardından çoğunu cezaevlerinden saldırıverdiği sabıkalıların meydana getirdiği bir gerilla gücü kurma yoluna gitti. Şimdi yeni Irak Başbakanı (Not: Haydar El İbadi) Irak'ı yeniden birleştirmek konusunda umut veriyor. Bakalım gerçekleştirebilecek mi? Bu çabalarını baskın karakterli politikalar uygulamak yerine zamana yaymayı tercih ediyor olabilir. Mesela cumhurbaşkanı yardımcılıklarında yetki sınıflandırması yapmadı.
Peki bu çerçevede Suriye'de halihazırdaki gidişatı nasıl değerlendiriyorsunuz?
ERDOĞAN: Haritanın diğer parçası olan Suriye'ye gelince... Ülkede terör cirit atıyor. Ilımlılar (Not: Özgür Suriye OrdusuÖSO) vatan savunması derdine düştü. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, ÖSO konusunda Türkiye ile aynı çizgide olduklarını söyledi. Irak için de bizim çizgimizi paylaşıyorlar. Yani, uçuşa yasak bölge ilan edilmesi, güvenli bölge oluşturulması ve ılımlı muhaliflere eğitim ve donatım desteği sağlanmasını öngören planımızı destekliyorlar. Son gelişmelerle ilgili olarak ne yazık ki çok ciddi dezenformasyon var. Mesela Kobani konusunda Irak'ta Kürt Bölgesel Yönetimi 2 bin Peşmerge göndermekten söz etti. Sonra sayı 500'e indi. PYD bunu da kabul etmedi. 90'a kadar inildi. Bu 90 Peşmerge'ye ek olarak araçları kullanacak şoförler ve muavinleri eklenecek, sayı aşağı-yukarı 150'ye çıkacaktı. 90 Peşmerge'yi biz uçaklarımızla Türkiye'ye getirdik. PYD buna da direndi. "Peşmergeler silahları bize versinler, Kuzey Irak'a dönsünler" diye tutturdular. "Bu silahlarla DAİŞ'in denetimindeki Kobani'de savaşamayız" diyorlar. Çünkü ağır silahlarla gerilla savaşı yapamayacaklarını söylüyorlar. Aslında dertleri orayı PYD dışındakilere kaptırmamak. Kobani halkı zaten Türkiye'ye sığınmış durumda. Dolayısıyla orada halihazırda sivil kalmadı. 1500-2000 kadar silahlı kişi var.
Türkiye ile Fransa birlikte uçuşa yasak bölge oluşturabilir mi?
ERDOĞAN: Bakın, aslında tehdit altında olan benim, yani Türkiye. Nitekim, geçenlerde, vatandaşlarımızın can güvenliği için bir köyü boşaltmak durumunda kaldık. Dedikleriniz, ancak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla, o olmazsa NATO kararıyla sağlanabilir. Bana göre, 36'ncı Paralel'in üstü güvenli bölge ilan edilmeli. Neden? Çünkü, topraklarımızda 1.6 milyon sığınmacı var. O bölgede onlar için farklı planlamalar yapılabilir. Hatta alt yapısıyla, üst yapısıyla yerleşim birimleri bile inşa edilebilir. Kobani'yi bir yana bırakın, Halep tehdit altında. Halep, Kuzey Suriye'nin kalbidir Halep. Ve ne yazık ki, orada koca bir tarih yok olmak üzere.
Kısacası Irak-Suriye üstünden bir sınır çizmeye çalışılıyor diyebilir miyiz?
ERDOĞAN: Çok farklı, çok karmaşık hesaplar olabilir. Bakın, DAİŞ petrolünü kim alıyor? Esad yönetimi. Yani, Musul petrolünü Esad'a peşkeş çekiyorlar. Suriye'de Esad'a karşı direniş başladığında sadece ÖSO vardı. Sonra sonra terör örgütleri ortaya çıkmaya başladı. Şimdi bile ÖSO aşağı-yukarı 120 bin silahlı adamı olduğunu söylüyor. Ama iki sorunları var: Para, donatım ve dolayısıyla eğitim. Bunlar verilirse dengenin yeniden sağlanabileceğini ifade ediyorlar.
Çözüm Süreci'ni kararlılıkla sürdüreceğinizi, hiçbir sapma olmayacağını söylemenize rağmen Kürt grupları süreci tehlikeye atabilecek girişimlerden vazgeçmiyorlar. Son örnek 1 Kasım'da sokağa çıkma çağrıları. Bir başka nokta:
Kandil ile ABD'nin ilişkilerinin son dönemde güçleniyor izlenimi vermesi...
ERDOĞAN: Çözüm süreciyle ilgili plan devam ediyor. Kobani'yle ilgili görüşlerimizi ABD'ye biz net olarak ifade ettik. Müttefik bir ülkenin, bizim terörle bağlantılı olduğunu düşündüğümüz bir gruba silah vermesini doğru bulmayacağımızı da söyledik. Ama akabinde C-130'larla oraya silah indireceksin; bunların bir bölümü PYD'ye gidecek, bir bölümü de dedikleri gibi yanlışlıkla da olsa DAİŞ'e... Bu konularda, ABD'de her birimin sözcüsünden farklı bir ses çıkıyor. Beyaz Saray sözcüsü bir şey söylüyor, Pentagon sözcüsü başka bir şey, Dışişleri sözcüsü daha başka bir şey, Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü başka bir şey... Bazıları ABD'ye destek vermediğimizi iddia ediyor. Yalan. Gerekli desteği verdik. Ama biz bu desteği belirli kurallar çerçevesinde verir, NATO planlamasına göre yürürüz. Şunu da söyleyeyim, ABD'nin onlara verdiği silahların bedelinin çok üstündeki meblağları biz Türkiye'ye sığınan Kobanili Kürtler'in barınmaları, iaşeleri için harcıyoruz.
"
Tarihin en uzun MGK'sı" diye nitelenen son MGK'da Paralel Yapı ile ilgili bir süreç belirlendi mi?
ERDOĞAN: Toplantı sonrasında yapılan açıklamada var zaten bu husus. Ülkemizin güvenliğini tehdit eden ve kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanmalar ve illegal oluşumlar ile yürütülen mücadelenin kararlılıkla sürdürüleceği açıkça belirtiliyor. Paralel Yapı dediğimiz bu oluşum, Başbakanlığım dönemimde, çocuklarımdan kardeşlerime kadar benim tüm ailemi dinledi. Yetmedi, ofisimi dinledi. Böyle bir alçaklık olabilir mi? Bu yasadışı işlerle ilgili olarak elbette hukuki süreç başlayacak. Ama bugün bile aramızda bazı arkadaşlar acıma refleksine kapılıyorlar. Paralel yapının etik, ahlaki değerlerimizi yok etmesine sessiz mi kalınacak? Hukuk çerçevesinde, gereken her şey peyderpey yapılacak.
Konunun MGK'ya taşınmasının 28 Şubat'ı çağrıştırdığı yönündeki iddialara ne diyorsunuz?
ERDOĞAN: 28 Şubat, anti-demokratik çevrelerin demokratik yapılanmayı hedef aldığı bir girişimdi. Nitekim, meşru hükümeti zorla istifa ettirdiler. Şu anda ise böyle bir durum yok. Şimdiki hadise, Paralel Yapı'nın demokratik yapılanmayı hedef alma girişimleriyle; bir başka deyişle, legal görünümlü bir illegal yapıyla mücadele meselesidir. MGK kararları, biliyorsunuz, tavsiye kararlardır. O kararlar hükümete gönderilir. Sonra hükümet de Bakanlar Kurulu kararına dönüştürüp MGK Genel Sekreterliği'ne yönlendirecek. MGK Genel Sekreterliği de Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ne işleyecek. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, 5 yılda bir yenilenir. Son olarak 2010'da yenilendi. Yani süresi 1015'te dolacak. Ama biz yakın tehdit nedeniyle 2014'te bu değişikliğin yapılmasını istedik. Gerekirse, 2015'te yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde revizyonlar da yapılabilir. Daha önce de söyledim, bu kesimlerin, legal görünüm altında illegal bir yapılanma içinde olabileceklerini tahmin edemedik. Bu nedenledir ki, yurt içi ve yurt dışındaki eğitim faaliyetlerine, hatta ticari faaliyetlerine her türlü meşru desteği verdik. 134 ülkede okul açtılar. Sanıyorlar ki, bunu kendileri başardı. Oysa gerek ben, gerekse bakanlarım gezilerimizde ilgili ülkelerin hükümetlerinden destek rica ederek o okulların açılmasını sağladık. 13 üniversite açtılar, hiç engel çıkarmadık. Ticari faaliyetlerine yardımcı olduk. Ama süreç içerisinde, bunların aslında ihanet içinde olduklarını ortaya çıktı. Başbakanlık ofisine koydukları böceklerin nereden alındığını bulduk. Şimdi dinledikten sonra bunları nereye gönderdikleri araştırılıyor.
MGK 10.5 saat sürdü. Bundan sonra hep uzun mu olacak?
ERDOĞAN: Hayır. Toplantının uzun sürmesi, tamamen gündemin yoğunluğundan kaynaklandı. Irak, Suriye, Ortadoğu (Filistin, Mısır), Tunus ve Ukrayna seçimleri, Doğu Akdeniz'deki gelişmeler, Ege'deki gelişmeler başta olmak üzere, gündem epey yoğundu. MGK'da önce sunum yapılır, sonra konulara göre uzmanları özel takdim yaparlar, daha sonra müzakereye geçilir. Bu da toplantının uzamasını beraberinde getirdi.
Son bir haftada dört şehit verdik. HDP'de farklı tavırlar görülmeye başladı. Çözüm süreci derken söylemlerin değişmeye başlaması... Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
ERDOĞAN: Her şeyin bir sabır noktası var. Biz bu süreci başlatalı 5 yıl oldu. Önce Açılım Süreci dedik, daha sonra Milli Birlik ve Kardeşlik Süreci; şimdi de Çözüm Süreci diyoruz. HDP sokağa çıkma çağrısı yapıyor. Şiddet için değil diyorlar. O zaman niye sokağa döküyorsun? Miting yap. Sokağa çıkın deyince, maskeni tak, sopanı al, molotof kokteylini al, belli dükkanları yak... Bu, o demek. Güvenlik güçleri, vatandaş tedirgin. Onun için sabrın sınırı var diyorum. O sınır aşılırsa, olabilecekleri aklımın ucundan bile geçirmek istemem.
Kömür ocaklarında birkaç ay arayla iki facia yaşadık. Önce Soma, sonra Ermenek...
ERDOĞAN: Soma'dan sonra her türlü tedbiri aldık. Ama iş tedbir almakla bitmiyor, insan faktörü de önemli. Mesela işveren az kazanıyorum bahanesiyle işçinin yemesinden içmesinden kısar, yemeği vermem evden getir, ocakta ye derse, bu zulümdür.
Daha fazla bir şey yaparsanız, bu sektör ölür diyorlar. O zaman sen de kömürü bırak, başka sektöre geç. Elini tutan mı var?
Kömür üretimini robotlaştırmak gerekiyor. Bakın, Avrasya Tüneli'nde bir robot var, günde 10 metre deliyor. Ayrıca taşı, toprağı toplayıp gönderiyor. İş güvenliği konusunda, tedbirlerin yanı sıra, duyarlılığın da artması gerekiyor.