Gezi olaylarından bu yana Türkiye solu ve Türkiye aydını hakkında ezber bozan açıklamalar yapan yazar Alev Alatlı, 17 Aralık operasyonu ile başlayan çatışma sürecinde siyasetten yana tavır almıştı. 2011 genel seçimlerinde "yerliler iktidara gelsin diye AK Parti'ye oy verdim" dediği için yoğun bir mahalle baskısına maruz kalan Alev Alatlı, Gülen hareketini "Masonik bir kapalı kutu" olarak görüyor. Alev Alatlı'nın Filistin davasına da özel bir ilgisi var. İsrail devleti ve Siyonizm konusunda en cesur tanımlamaları yapmaktan çekinmiyor. Bu özel ilgiden dolayı FKÖ lideri Yaser Arafat tarafından özgürlük madalyası ile onurlandırılmış az sayıda aydından biri. Ekonomi, edebiyat, siyaset, teoloji ve tarih tarih alanında birçok önemli kitaba imza atan Alev Alatlı ile 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarını konuştuk.
İHSANOĞLU SAHİCİ DEĞİLDİ, DEMİRTAŞ İSE ÇOK ERKENDİ
-Aydınların seçim öncesinde siyasi tercihini açıklaması bir gelenek haline geldi. 10 Ağustos'ta hangi adaya oy verdiniz?
İyi de oldu. Kendi adıma aydınların siyasi tercihlerini açıklamalarını değil, açıklamaktan kaçınmalarını garipserim. Kime oy verdiğime gelince… Doğrusunu isterseniz İhsanoğlu benim için bir seçenek bile değildi. Çünkü "sahici" bir aday değildi. Ülkenin gelmiş geçmiş en dramatik transformasyon sürecinde yer almamış, hiçbir kuramsal veya reel katkıda bulunmamış, elini taşın altına sokmamış bir zatın cumhurbaşkanlığı hevesi esasen de garipti. Çankaya'nın bu bağlamda "yabancı" birisine teslim edilebilineceği düşüncesi bile ürkütücüydü. Demirtaş'a gelince, o sahici ama çok erkendi. Demirtaş'ın mülazahat hanesi henüz kapanmış değildir.
-İhsanoğlu'nu sahici bulmadığınıza Demirtaş'ı da erken aday gördüğünüze göre geriye tek alternatif kalıyor. "Aydın siyasi duruşunu açıklamaktan çekinmemeli" diyorsunuz bunu biraz açar mısınız?
"Aydın" sıfatından benim anladığım, olayların derinine inebilen, birbirleriyle ilişkilendirebilen, neden-sonuç münasebetlerini kavrayabilen, münferit olayları daha büyük resmin muvacehesinde değerlendirebilen ve böylece küresel ölçekte farkındalık ve sorumluluk geliştiren donanmışlıktır. Bir tür "Türkiye nöbeti"nden bahsettiğimi anlıyorsunuz. Aydın, Türkiye nöbeti tutar. Hal buyken, ekurisine ters düşmekten kaçınıp, tercihini kendisine saklamayacaktır.
-Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Seçimlerin kazananları ve kaybedenleri kimler?
- Az önce de belirttiğim nedenlerle, oyların %38'dan fazlasının Ekmeleddin beye yönlenebilmiş olmasını üzücü buluyorum. Yanlış anlamayın, bunu, Tayyip bey daha çoğuna layıktı, yüzde altmışla , efendim, yetmişle gelmeliydi anlamında söylemiyorum. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı gibi bir mevkinin değerlendirilmesindeki laubaliliğe işaret etmeye çalışıyorum.
İHSANOĞLU'NA YÜZDE 38 OY ALMASI BİLE ŞAŞIRTICI
-Yanlış mı anlıyorum? Kamuoyunun aksine çatı aday İhsanoğlu'nu verilen %38 oyu çok fazla buluyorsunuz
Fıkrayı bilirsiniz, Hüseyin bey de hatırlatmıştı: Temel ile İdris, birbirlerine ölümüne düşman iki hasım. Nasıl olduysa, her ikisi de idama mahkum olurlar. İnfazdan önce Temel'e son arzusu sorulur. Anasını görmek istediğini söyler. Sıra İdris'e gelir. İdris'in son arzusu da "Temel anasını görmesin." İhsanoğlu'na giden oyları bu zeminde değerlendiriyorum. Koalisyon partilerinin liderleri şöyle dursun, onca seçmen, tanımadığı etmediği bir implanta nasıl oy verdi? Bir tür intikam saikiyle verdiyse eğer, işimiz zor. Gelecek yıllarda daha da zor olacağa benzer.
-Peki "çatı aday" kim olsaydı sahici olurdu?
Bakın, Erdoğan muhalifi oylar hangi siyasetten gelirse gelsin ateş hattından geçmiş bir adaya, meselâ, bir Meral Akşener'e gideydi, bir mantığı olurdu. Akşener sahici bir seçenek olur, kişisel tercihinizle tam örtüşmese de, oyunuzun bir anlamı olurdu. Hatta, küllü ayıbına rağmen Baykal bile sahici bir seçenek teşkil edebilirdi. Hasılı, kayıp, laubalilikten, ciddiyetsizlikten doğan kayıptır ve bu bağlamda hepimizin kaybıdır. Bir de Tayyip beyin oyları ilk turda seçilmesine yetmeseydi, neler olurdu bir düşünün.
-Erdoğan ilk turda seçilmeseydi ne olurdu?
Etrafımız ateş çemberiyken Çankaya'nın "boş" olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Olmaz demeyin, oldu. Oldu ve bedelini çok ağır ödedik. Diyeceğim, seçimi sağ salim geride bırakmış olmak, temeldeki laubaliliği, değer kaybını gözden kaçırmamıza neden olmamalı.
DİKTATÖRLEŞME DEĞİL "GÜCÜN DIŞA VURUMU"
-Seçilmiş Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptığı açıklamalardan yetkilerini sonuna kadar kullanacağını anlıyoruz. Bazı çevreler "tek adam" rejimi konusunda endişelerini dile getiriyor. Siz böyle bir endişe taşıyor musunuz?
- Ben diktatörleşme değil, "gücün dışa vurumu" demeyi tercih ederdim. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi, literatürde "liderlik tarzı" denilen fıtri özelliği vardır. Siyasette veya iş dünyasında veya askerlikte, siz sayın artık, liderin kendisine has yönlendirme, isteklendirme, planlarını uygulama , ikna etme tarzı olur. Kiminin tarzı otoriterdir, herşeye karışır, en ufak bir sapmaya izin vermez, gerekirse işi bir başına üstlenir. Kiminin tarzı babacandır, hataları hoşgören, üstünü örten bir tipolojidir. Burada aklıma Süleyman Demirel geliyor. Kimisi işleri delege etmeyi sever, gücünü zahiri de olsa paylaşmaktan yanadır.
-Erdoğan hangi lider tipine giriyor?
Zahiri diyorum çünkü lider eninde sonunda kendi vizyonunu dayatmak isteyecektir. Benim görebildiğim kadarıyla Tayyip bey, Esma için gözyaşı dökerken babacan, "inlerine gireceğim" derken otoriter, hemen her kararında partililerin rızasını almaya özen gösterirken demokratik bir tarz sergilemektedir. Bu yaşa geldim, partilileri ile böylesine sıkı ilişkiler içinde olan bir siyasi ben görmedim. Yıl 2014 ve CHP başkan yardımcısı cumhurbaşkanı adaylarının adını medyadan duyduğunu söylüyor! Olacak iş midir?!
-Erdoğan sonrası AK Parti'yi nasıl bir gelecek bekliyor?
AKP ile ANAP arasında liderlerinin muhafazakar arka planları ve dünya görüşü benzerliği dışında, yani, yapısal sayılabilecek bir eşleşme yoktur. Nitekim, yanlış hatırlamıyorsam Özal Çankaya'ya çıktığında anketler ANAP'ın oylarının yüzde 13'e indiğini söylüyordu. %21'e çıkaran Mesut Yılmaz'ın estirdiği rüzgârdı.
PARALEL İLE MÜCADELE TEK ADAMA BAĞLI DEĞİL
-Gülen hareketinin siyasetle mücadelesi sürüyor. Bu hareketin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Tahmin yürütmem zor ancak şunu söyleyebilirim: Sayın Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmiş olması, paralel yapılanmanın sonu anlamına gelmez. Tabii eğer paralel yapılanma Gülen hareketi ile kaimse ki, ben buna pek ihtimal vermiyor. Cemaatin dışında, müntesiplerini kullanan birileri mutlaka var.
-Erdoğan sonrasında paralel yapı ile mücadele sekteye uğrar mı?
- Paralel yapıyla mücadele tek bir adamla kaim ise, geçmiş olsun, çekin kuyruğunu gitsin derim.
-Erdoğan sürekli olarak "Yeni Türkiye" vurgusu yapıyor. "Yeni Türkiye" vizyonu sizin için ne ifade ediyor?
-Ayaklarının üstünde duran, başı dik, onurlu, hepsinden öte rasyonel bir Türkiye hayal ediyorum.