"Bugün öğleden önce de, bizzat benim ve bakan arkadaşlarımın katılımıyla, programımız çerçevesinde yaklaşık 4,5 saat süren genel görüşme gerçekleştirdik. Burada da milletvekili arkadaşlarımdan 29 arkadaşım, 27'si milletvekili, 2 arkadaşımız ise genel merkez gençlik kollarından olmak üzere sorularını yönelttiler. Bu soruları cevapladık. Ayrıca istişare toplantımıza katılan arkadaşlarımızın görüş ve önerilerini dinledik, bunları not ettik. 21'inci istişare toplantımız, diğer 20 toplantı gibi, son derece samimi bir ortamda, teşkilatımızın her kademesinden arkadaşlarımızın ve ailelerin bir arada bulunduğu bir muhabbet ikliminde tamamlandı."
"Dikkatinizi çekiyorum... 12 yıllık bir partiyiz ve 21'inci istişare toplantımızı gerçekleştiriyoruz" diyen Erdoğan, şöyle devam etti:
"Olağanüstü bir durum olmazsa, yılda 2 kez böyle bir buluşmayı sağlıyor, 2 gün boyunca, başbaşa kalarak, partimizin, ülkemizin, demokrasimizin ve insanlığın meselelerini etraflıca ele alıyoruz. Elbette, tek istişare mekanizmamız da bu değil. Birebir görüşmelerden parti kurullarımıza, Meclis Grup toplantılarımızdan kongrelerimize kadar her fırsatta, her zeminde istişare kültürünü yaşıyor ve yaşatıyoruz. Çünkü biz temel ilke olarak her işimizde istişare etmeyi kendimize prensip edinmiş bir partiyiz. Burada şunu da özellikle vurgulamak istyorum; istişarelerimizi, sadece kendi aramızda yapmakla yetinmiyoruz. Toplumun her kesimiyle, her görüşle, söyleyecek sözü olan herkesle bir araya geliyor, gündemdeki konuları ele alıyor, ülkenin istikametini, tam bir istişare ve uzlaşma kültürüyle şekillendirme mücadelesini veriyoruz.
Sivil toplum örgütleriyle, sendikalarla, düzenlediğimiz çalıştaylarla, konferanslarla, akil insanlar heyeti başta olmak üzere çeşitli gruplarla yaptığımız görüşmelerle, her alanda ortak aklı oluşturmanın ve ortak akıl dairesinde bir rota belirlemenin çabasını sergiliyoruz."
Hükümet olarak her kesime kucak açtıklarına vurgu yapan Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Cumhuriyet tarihimizde, özellikle de demokrasi tarihimizde, farklı kesimlere bu kadar kulak veren, gözünü ve kulağını açtığı kadar, gönlünü de bu kadar farklı kesimlere açan bir başka hükümet olmamıştır. Her söz, her görüş, her öneri ve her eleştiri bizim için eşi bulunmaz değerdedir. Herkesin aynı şeyi düşündüğü, aynı cümleleri kurduğu bir dünya, takdir edersiniz ki son derece sıkıcı, renksiz, tek düze bir dünya olurdu. Hiç kuşkusuz, bizim belli ilkelerimiz var, politikalarımız var, belli sınırlarımız ve çizgilerimiz var. Ama bu, başkalarını dinlememize engel değil. Politikalarımızı daha da zenginleştirmek, toplumun tüm kesimlerini çok daha samimi şekilde kucaklayabilmek, bize oy verenlerin olduğu kadar, bize oy vermeyenlerin de hukukunu savunmak için, kendi aramızda ve toplumun tüm kesimleriyle istişarelerimizi, diyaloğumuzu artırarak sürdüreceğiz. 21'inci istişare toplantımızı da işte böyle bir anlayışla gerçekleştirdik. Bu İstişare toplantımızın tekrar hayırlara vesile olmasını Rabbim'den niyaz ediyorum."
Toplantıda gerek sunum yapan, gerek fikirleriyle katkıda bulunanlara da teşekkür eden Erdoğan, "Bu salonda dile getirilen görüşlerin asla havaya karışıp gitmeyeceğini, hepsinin tek tek not edildiğini ve hepsinin dikkate alınacağını özellikle bilmenizi istiyorum" diye konuştu.
Başbakan Erdoğan, yarın ülkemiz ve İslam coğrafyası için son derece önemli bir günün idrak edileceğini, Muharrem ayının 1'i olması hasebiyle, Hicri yılbaşının kutlanacağını belirterek, şöyle konuştu:
"Hicri 1435 yılına girerken, bu yeni yılın, ülkemiz, milletimiz, tüm İslam coğrafyası için hayırlara vesile olmasını, özellikle de mazlumlar için kurtuluşun, necatın, refah ve huzura hicretin kapılarını aralamasını Allah'tan niyaz ediyorum. Tabii, muharrem ayıyla birlikte, önemli bir yıldönümüne daha inşallah erişecek ve o yıl dönümünde de yine ellerimizi semaya açmak suretiyle hayırlara vesile olmasını dileyeceğiz. Evet... Miladi 680 yılında, Hicri 10 Muharrem 61 yılında, Hazreti Hüseyin ve Ehli Beyt, Kerbela'da önce susuzluğa mahkum edilmiş, ardından tarihin en acı katliamı gerçekleşmiş, o mübarek insan, Hazreti Peygamber'in (SAV), arşın küpelerinden biri olarak vasıflandırdığı, Efendimiz Hazreti Hüseyin ve ailesi şehit edilmişti. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi, Hazreti Hüseyin Efendimiz'in, onun ailesinin ve Ehl-i Beyt'in üzerine olsun. Rabbim inşallah bizleri onların şahitliğine mazhar eylesin."
Alevi vatandaşların da tutacağı Muharrem oruçlarının da kabulünü temenni eden Erdoğan, "Tabii Sünni kardeşlerim muharrem orucu tutmaz diye bir şey yok. Aynı şey Sünni kardeşlerim için de geçerli. Tüm oruçları kabul eylesin Rabbim, sofralarındaki bereketi ve milletçe aramızdaki muhabbeti artırsın diyorum" ifadesini kullandı.
Hazreti Hüseyin'in, Hazreti Peygamber Efendimiz'in torunu, Ashab-ı Kiram'ın bir büyüğü, Ehl-i Beyt'in bir mensubu olarak, herkes için örnek bir şahsiyet olduğunu vurgulayan Erdoğan, şöyle dedi:
"Hayatı, yaşam tarzı, sözleri, öğütleri, hepimiz için bugün de rehberlik yapıyor, bugün de yolumuzu aydınlatıyor. Ancak, Hazret-i Hüseyin'in, yaşamı kadar şehadeti de bizlere çok önemli, hem de hiç unutulmayacak dersler verdi. Kerbela faciasının üzerinden 1374 yıl geçmiş olmasına rağmen, Kerbela'nın tam olarak anlaşılmadığını, Hazreti Hüseyin'in şehadeti tercih ederek vermek istediği mesajın hala tam olarak alınmadığını görüyor ve bu eksikliğin acısını tüm coğrafyamızda yaşıyoruz. Hazreti Hüseyin bize, haksızlık karşısında eğilmenin zillet olduğunu, esaret olduğunu, onursuzluk olduğunu öğretti. Hazreti Hüseyin, bize haksızlık karşısında susmanın, dilsiz şeytan olmak olduğunu öğretti. Hazreti Hüseyin, bize onurlu bir ölümün, yani şehadetin, onursuz bir duruştan, onursuz bir teslimiyetten ve boyun eğişten çok daha değerli olduğunu öğretti.
Ama şu hususun altını da özellikle çiziyorum; Hazreti Hüseyin, Kerbela'da, inandığı dava uğruna başını verirken, bize, kardeş kavgasının ne kadar büyük bir acı, ne kadar derin bir yara olduğunu da öğretti. Hazreti Hüseyin'in şehadetinden, Kerbela faciasından intikam, öfke, nefret, husumet, ayrışma çıkaranlar, kardeş katlinin caiz olduğu sonucunu çıkaranlar, açık açık söylüyorum, Hazreti Hüseyin'i anlamamıştır, Kerbela'yı anlamamıştır, Ehl-i Beyt'i hiç anlamamıştır. Hazret-i Hüseyin, kahramanca ruhunu teslim ederken, arkasında bir tefrika bırakmayı değil, kesinlikle ve kesinlikle arkasında kanla yazılmış bir ders bırakmayı temenni ediyordu."
Başbakan Erdoğan, AK Parti 21. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı'nın kapanışında yaptığı konuşmada, Kerbela'da yaşanan faciasının ardından bugün geniş coğrafyada yeni 'Kerbelalar'ın içlerini acıttığını, yüreklerini sızlattığını ifade ederek, şöyle konuştu:
"Suriye'de iki yıldır devam eden çatışmalarda 130 binden fazla insan hayatını kaybetti, 7 milyondan fazla insan evini terk etmek zorunda kaldı. şu anda 600 bini aşkın insan bizim ülkemizde sığınmacı olarak yaşıyor. Gurbete gidenler ayrı bir acı yaşıyor, Suriye'de kalanlar çok ayrı bir acı yaşıyor. Suriye'nin her köşesinde her gün, her an adeta mini bir Kerbela yaşanıyor. Şam'daki Yezid, kendi halkına, kendi vatandaşına her gün yerden ve gökten ölüm gönderiyor. Şimdi birileri çıkmış, bize 'susun' diyor. 'Görmeyin, duymayın, hissetmeyin' diyor. 'Bırak kalsın' diyor. Allah aşkına susarsak, görmezsek, duymazsak oradaki acıyı yüreğimizde hissetmeksek yarın biz Hz. Hüseyin'in yüzüne nasıl bakarız. Bizim her meselede safımız bellidir. Biz tarihimiz boyunca hiçbir zaman Yezidler'in tarafında olmadık. Bundan sonra da Yezidler'in tarafında olmayacak, Hz. Hüseyin'in safında yer almaya devam edeceğiz."
Erdoğan, yaşanılan acıların bir Sünni-Şii çatışması olmadığını, bir hak ve batıl çatışması olduğunu dile getirerek, Suriye gibi Mısır'da da farklı bir acının yaşandığını, kardeşin kardeşi acımasızca katlettiğini gördüklerini, hak ve hukuk arayışlarının silahla karşılık bulduğuna üzülerek şahitlik ettiklerini söyledi.
Mısır'ın meselesinin sadece Mısırlıların değil, insanlığın meselesi olduğunu ifade eden Erdoğan, "(Rabia işareti yaparak) Bu Rabia işareti, sadece Mısır halkının haklı davasının işareti değildir. Bu Rabia işareti, dünyanın her yerinde artık haksızlığa dur işaretidir. Bu Rabia işareti, dünyanın her yerinde zulme, baskıya, ölümlere, katliamlara yeter işaretidir. Bu Rabia işareti, artık dünyanın her yerinde 'darbeye dur' işaretidir" diye konuştu.
Erdoğan, Türkiye olarak safına, inancına, etnik kökenine, diline, derisinin rengine, özellikle de mezhebine bakmadan dünyanın her yerinde sadece ve sadece hakkı savunmaya devam edeceklerini belirterek, "Biz bitaraf olamayız, bitaraf olan bertaraf olur. Biz Türkiye olarak her zaman hakkın yanında olduk, haklının yanında olduk. Yine hakkın ve haklının yanında olacağız. Defalarca ifade ettim, eğer bugün Mısır'da oyları hiçe sayılan, kendilerine darbe yapılan eğer Tahrir'dekiler olsaydı, Türkiye hiç tereddüt etmeden onların haklarını savunacaktı. Türkiye'nin ilkleri bellidir. Türkiye seçimle iş başına gelmiş yöneticilerin sadece seçimle gönderilmesini savunur" dedi.
Başbakan Erdoğan, Mersin'e bağlı Arslanköy'de 1947 yılındaki seçimlerde hile yapılınca "sandık namusumuzdur" diyen köylü kadınların kendilerine tarihi bir sorumluluk yüklediğini ifade ederek, konuşmasına şöyle devam etti:
"Her yerde sandık namustur. Türkiye'de olduğu kadar dünyanın her ülkesinde sandık namustur. Ama egemen güçlerin 'benim istediğim yerde namustur, benim istediğim yerde değildir' yaklaşımı bize yol çizemez, çizmemelidir. Biz de Türkiye olarak sandığın namus olduğunu hem içeride hem de dışarda en güçlü şekilde savunmaya devam edeceğiz. Hiç kimse Türkiye'nin bu tarafsız ve barışçıl tutumundan rahatsız olmasın. Yaşanabilir bir dünya, kardeşlik, dostluk ve barış içinde bir yeryüzü hayalinden başka hiçbir hayal, hiç bir niyet taşımıyoruz. Burada içeride Türkiye'yi dönüştürürken, Türkiye'yi hayalleri ve hedefleriyle buluştururken, özellikle de dışarda değişim ve dönüşümün önemli bir unsuru olmak için samimi bir mücadele veriyoruz. Allah imkan verdiği sürece, millet arkamızda durduğu sürece Türkiye için olduğu kadar dünya mazlumları için de çalışmaya, mücadele etmeye, sesimizi yükseltmeye ve hakkı söylemeye devam edeceğiz."
Başbakan Erdoğan, bugünün 3 Kasım seçimlerinin 11. yıl dönümü olduğunu anımsatarak, partinin kuruluşundan bugüne kadar bu harekete, davaya gönül vermiş, omuz vermiş, emek vermiş herkese teşekkür etti.
3 Kasım seçimlerinin 11. yıl dönümünde, en az 3 Kasım seçimleri kadar önemli bir seçime, 30 Mart seçimlerine hazırlandıklarına işaret eden Erdoğan, bu süreçte, genel başkan yardımcısından bakanlara, kadın kolları başkanlığından gençlik kollarına, milletvekillerinden il başkanlarına, belediye başkanlarından sandık müşahitlerine kadar her kademe teşkilat mensubunun çok hassas olması ve çok çalışması gerektiğini vurguladı.
"Biz, 3 Kasım 2002'de, milletin emanetini omuzladık, milletin sancağını kavradık ve zirveye doğru, yani Türkiye'nin hedeflerine doğru yola çıktık" diyen Erdoğan, şöyle devam etti:
"Biz, öyle bir yokuş çıkıyoruz ki, bakın altını çizerek söylüyorum, bu yokuşta durmanın, duraklamanın, rehavetin hiçbir mazereti yoktur ve olamaz. Sancağı aldık ve şu kadar yüksekliğe çıkardık, yetmez. Millete, ülkeye şu kadar hizmet yaptık, yetmez. Türkiye'yi şuradan aldık, şuraya getirdik, önemli ama, yetmez. Zira biraz soluklanayım deyip bir kenara iliştiğiniz anda, o dik yokuştan, o uçurumlardan, zirvenin eteğindeki o kayalıklardan, Allah vermesin, milletin emaneti düşer, milletin sancağı düşer ve yuvarlanıp gider.
Biz, menzile varmakla mükellef değiliz; o, Allah'ın takdiridir, milletin takdiridir. Ama, menzile giden yolda, çok ama çok dikkatli olmak, o emaneti de, o sancağı da çok iyi kavramak zorundayız. En küçük bir rehavet, milletin tüm kazanımlarının heba olmasına yol açabilir. En küçük bir gevşeme, en küçük bir ihmal, Türkiye'nin eski Türkiye'ye rücu etmesine sebep olabilir. Zirveye doğru emaneti ve sancağı taşırken, 2 önemli hususu sürekli dikkatlerimizde bulundurmak zorundayız. Bir, zirveye giden yolun zeminini sağlam taşlarla döşeyeceğiz. İki, bizden sonra emaneti taşıyacak, bu emanetin, bu mübarek sancağın şuurunda olacak, vatanına, ülkesine, milletine hizmetkarlık yapacak nesillere yollar açacağız. Eğer, bu saftan biri ayrıldığında, biri Hakk'a yürüdüğünde, biri istikamet değiştirdiğinde, milletin emaneti, milletin sancağı yolda kalıyorsa, tehlike altına giriyorsa, o hareket, zemini sağlam bir hareket değildir. Hiç kuşkunuz olmasın ki, bu hareketin zemini sağlamdır. Allah'a hamdolsun, arkadan gelen, bu emanetin ve bu sancağın kudsiyet şuurunu taşıyan, alnı ak, bahtı ak, çalışkan, dürüst nice gencimiz var. Ancak, bu bile bizi rehavete sevk etmeyecek."
AK Parti Genel Başkanı Erdoğan, "Nasıl olsa oylar geliyor, nasıl olsa anketlerden iyi sonuçlar çıkıyor, nasıl olsa Türkiye'de her iki kişiden biri bize oy veriyor" diyerek rehavete kapılanların hem kendilerinin kaybettiğini hem de omuzlarındaki emanate haksızlık yaptıklarını söyledi.
Erdoğan, "Ankara çalışıyor, genel merkez çalışıyor" diyerek, ihmal bataklığına saplananların da 3 Kasım 2002'de omuzlarına yüklenmiş, zirveye doğru ilerleyen emanete kastetiklerini belirterek, "Eğer sen yoksan bir eksiğiz" dedi.
Her kademe teşkilat mensubunun, bu teşkilat için en kritik noktada, en hayati sorumluluğu yüklenmiş durumda olduğuna dikkati çeken Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:
"Üstad Necip Fazıl'ın ifade ettiği gibi; herkes, sağına soluna bakmadan, 'ben varım' diyebilecek cesarette olmak zorundadır. 'O çalışıyor, öyleyse benim çalışmama gerek yok' diyen, hem kaybetmiştir, hem de bu emaneti maalesef yere düşürmüştür. Biz, bütün teşkilat olarak, bize iftira atanlardan çok daha fazla cesur olmak zorundayız. Onların görevi yakıp, yıkmak, bizim görevimiz daha fazlasını yapmak, bunu böyle bilin. Onlar kışkırtmada ne kadar yürekliyse, biz, sakinleştirmede o kadar yürekli olmak zorundayız. Alçakların, şerefsizlerin cesareti kadar namusluların cesareti olmazsa o zaman kaybederiz. Bunu hiçbir zaman unutmayacağız. Onların sorumluluğu yok. Onların sırtında yumurta küfesi yok. Onların omuzlarında milletin emaneti, ellerinde milletin sancağı yok.
Biz, hem sorumlu olmak, hem omuzlarımızdaki emaneti, elimizdeki sancağı muhafaza etmek, hem de onlardan daha cesur olup, daha cüretkar olup, daha yürekli olup, saldırılarına göğüs germek zorundayız. Onlar, gayri meşru yollara, teröre, silaha, şiddete, taşa, molotofa, yağmacılığa, barbarlığa başvursa bile, biz, meşruiyet içinde kalmak, hukuk içinde kalmak, ağırbaşlı olmak, ama aynı zamanda da cesur olmak zorundayız. Durarak olmaz. Hatta defansta kalarak olmaz, biz ofansif olacağız."
Erdoğan, daha önceki açıklamalarında muhalefet partilerinin genel başkanlarının adlarını ağzına almayacağını söylediğini anımsatarak, "Onlara gerekli cevapları zaten arkadaşlarım veriyor, yargı veriyor. Bol bol da paralar geliyor, vakti saati geldiğinde açıklayacağım onları, şu anda stokta. Onların dilinden yargı gayet iyi anlıyor, arkadaşlarım da anlıyor. Biz ne yapıyoruz, ne yapmaktayız bunları anlatmaya devam edeceğiz" diye konuştu.
Rüzgarın esmesini beklemeden, ortaya çıkan her sorunu anında sahiplenerek, anında çözmek, anında müdahale etmek zorunda olduklarını anlatan Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
"Bu coğrafyada, öyle medeniyetler inşa edildi ki, tarih, böyle bir mimari, böyle bir estetik, böyle bir incelik görmedi. Bu coğrafyada bilim öyle gelişti ki, bugünün kütüphaneleri kadar yazma eserler birikti. Sanat o kadar ilerledi ki, dünyaya yön verdi, dünyaya ilham verdi. Binbir Gece Masalları'nın Bağdat'ı, Basra'nın kütüphaneleri, Endülüs'ün sarayları, Konya'nın medreseleri, Saraybosna'nın kütüphaneleri vardı. Ama bir gün barbarlar geldi ve insanlığın tüm birikimini sadece birkaç gün içinde yakıp yok etti. Geride ne o yazma eserler, ne o köprüler, camiler, ne o sanat eserleri kaldı. Kelimenin tam anlamıyla, taş üstünde taş, baş üstünde baş koymadılar. Ne yaptığınız kadar önemli olan, onu nasıl muhafaza ettiğinizdir.
Rehavet, gevşeme, ihmal, vurdumduymazlık, özellikle de korkaklık, tüm birikimi, tüm kazanımı, tüm yapılanları bir anda kül edip gidebilir. Hepiniz, hepimiz, Hak için, hukuk için, demokrasi için cesur olacağız. Hepimiz, özgüven içinde olacağız. Umutsuzluğu yanımıza, yöremize asla yaklaştırmayacağız. Tekrar ediyorum: Sizler, bizler, kutsal bir emaneti taşıyoruz. Her birimiz, önce şahsımızla, önce nefsimizle, önce kendimiz olarak, bu emanetin mesuliyeti altındayız. Bu emaneti yere düşürmenin hiç bir mazereti yoktur. Bir tek kişinin ihmali, bütün teşkilatı, bütün ülkeyi zora sokar."
Başbakan Erdoğan, her bir kademe teşkilat mensubundan "benim olmadığım yerde kimse yoktur" şuurunda olmalarını isteyerek, bu şuurla çalışarak 30 Mart seçimlerinde sancağı daha yükseklere taşımak zorunda olduklarını söyledi.
AK Parti teşkilatına güvendiğini yineleyen Erdoğan, teşkilat mensuplarına çalışmalarında başarılar dileyerek, konuşmasını bitirdi.