SUNUŞ
Brüksel'de hava değişmeye başladı
50 yıldır istasyonda bekleyen Türkiye'nin önünden geçen trene kimler atlamadı ki ? 1963'de İsmet İnönü Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ın ısrarıyla yeni kurulan Avrupa Birliği'ne üyelik için başvurduğu zaman trende sadece 6 ülke vardı. Türkiye, ilk treni 1973'de sağ-sol kavgaları ve askeri darbelerin tozu dumanı arasında İngiltere, İrlanda ve Danimarka trene atlarken fark edemedi bile. 1981'de Yunanistan'ın atlayıverdiği ikinci tarihi treni Türkiye'nin kaçırışını ise "Keşke Demirel'le Ecevit anlaşsaydı da 1980 askeri darbesi olmasaydı" diye yıllarca tartıştık. Turgut Özal 1987'de treni yakalamaya çalışsa da kalabalıklaşan trende Türkiye'nin şansının giderek azaldığı bir gerçekti. Hele 1995'de Avusturya, Finlandiya ve İsveç'in atlamasıyla birlikte tren iyice hızlandı. Ve Berlin duvarının yıkılışıyla değişen stratejik önceliklerle Doğu Bloku ülkelerine 3. mevkide yer açılması, Türkiye'nin uzun koşusunu daha da zorlaştırdı. Aslında Türkiye, 50 yıldır dış politikasını rehin tutan Kıbrıs sorununu çözüp son vagona atlamak için 2004'de cesur bir hamle yaptı ama Rumların attığı çelmeye AB liderleri göz yumunca işler iyice sarpa sardı. AB treni için umutlar iyice sönmeye başlamıştı ki Brüksel'de bu kez havanın değişmeye başladığını gördüm. Gerçi hala kimse Türkiye'nin üyeliği için bir tarih vermese de müzakerelerin canlandırılması kararının alındığına hiç kuşku yok. Derin Brüksel'e ayna tutmaya çalıştığım yazılarımı Türkiye'ye bakıştaki değişimi anlatarak noktalıyorum.
Türkiye'nin üyelik şansını mercek altına almadan önce bitmez tükenmez Türkiye kavgasını anlatayım. AB içindeki ilk büyük kavga,Türkiye'nin Kıbrıs'a asker çıkarttığı ve Konstantin Karamanlis'in, yakın dostu Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscard d'Estaing'in özel uçağıyla sürgünden Atina'ya döndü gün başladı aslında. Ve ne yazık ki Giscard d'Estaing ölünceye kadar da Avrupa'daki Türkiye düşmanlarının en güçlü sesi oldu. Kuşkusuz Türkiye'nin trene atlamasını istemeyenlerin tek gerekçesi "Kıbrıs" değildi. Ama her zaman Kıbrıs'ın arkasına saklandılar. Gerçek olan şu ki, uzun yıllar siyasi ekonomik ve krizlerden çıkamayışı da Türkiye karşıtlarının ekmeğine yağ sürdü. Sonunda bütün bunlara bir de İslam fobisi eklenince yol iyice daraldı.
YOL KAVŞAĞINA GELİNDİ
Ancak Brüksel'deki görüşmelerimde havanın değişmeye başladığını gözledim. Bunun 3 temel nedeni var: İlk neden, ekonomisi duraklayan AB'nin Türkiye gibi dinamik ve büyüyen bir ekonomiye duyduğu gereksinim arttı. İkincisi, AB, sarsılan 100 yıllık Ortadoğu ve dünya düzeninde Türkiye'yle kavga etmenin orta ve uzun vadede çıkarına olmadığını gördü. Üçüncüsü ise Gezi olayları İslam fobisini kırmaya başladı. Avrupa Türkiye'nin dünyayla bütünleşmiş aydın, eğitimli ve çağdaş yüzünü fark etti. Kısacası AB'de çok yönlü alarm zilleleri çalmaya başladı. Brüksel'deki maraton görüşmelerimde geri çekilen Türkiye dostlarının yeniden mücadeleye girdiğini gördüm.
Türkiye'nin dostları yeniden mücadeleye girdi
Peki 'bundan sonra ne olacak' derseniz... Derin Brüksel'deki görüşmelerimin ardından AB'nin genişlemeden sorumlu Komiser Stephan Füle'in 2013 İlerleme Raporu'nu açıkladığı Parlamentodaki tartışmaları da izledim. Öncelikle ilk saptamamı aktarayım. Derin Brüksel'de Rumların veto ettiği 23 ve 24. başlıkların da açılması için çoktan görüş birliği sağlanmıştı sanki! Türk yargı reformunun süratlendirilmesi ve Gezi olaylarında kötü sicil alan polisin AB'yle uyumunu sağlayacak önlemlerin süratle alınması gereğine inananların çoktan seslerini yükselttiğini gördüm. Gerçi prensip kararı alınmış olsa da sorunu çözmek yine Kıbrıs'a bağlı olacak gibi. Aslında Rum ve Yunanlı milletvekillerinin Parlamentodaki yumuşak uslubu bulunmaya çalışılan "çıkış" yolunun bir işareti gibi geldi bana. Yani ilk kilidi Kıbrıs'daki müzakereler açacak. Nitekim geçen eylülde Newyork'da Türkiye ve Yunanistan'ın Rum ve Türk müzakerecilerle görüşme kararı almasıyla bu yönde adım atıldı bile!
ENERJİ'DE 'WİN-WİN' FORMÜLÜ
Aslında Derin Brüksel'in hedefinde Rumların vetosuyla açılamayan 'Enerji' başlığı da var. 8 yıldır açılamayan bu başlığının da açılması için kapalı kapılar ardında yoğun bir çaba olduğunu gördüm. Neden mi? Kıbrıs'ı çevresinde bulunan gaz rezervlerinin çıkartılmasından daha önemlisi Avrupa'ya borularla nakledilmesi olacak da ondan! Yapılan fizibilite raporlarına göre çıkartılacak gaz Akdeniz'den Türkiye'ye döşenecek boru hattıyla Avrupa'ya nakledilirse, maliyeti Girit ve Yunanistan üzerinden nakledilmesinin yarısı olacak. Böylece Avrupa'nın Rusya'ya bağımlılığı da azalacak. Kısacası bulunacak bir ara formül bile hem Kıbrıslı Rum ve Türklerin hem Türkiye ve Yunanistan'ın hem de AB'nin ekonomik çıkarına olacak. Yani diplomatların deyimiyle 'Win-Win' (Kazan-Kazan ) formulü işleyecek. Ancak unutmayalım ki Kıbrıs sorununda şeytan hep ayrıntılarda gizlidir. Ümit edelim bu kez şeytan başarılı olmaz.
KAZAN-KAYBET EŞİĞİ
Son bir noktayı daha vurgulayayım.. Türkiye, 50 yıldır istasyonda bekliyor olsa da ne AB'nin Türkiye'ye 'Kırmızı ışık' yakmaya niyeti var, ne de Türkiye'nin istasyonu terk etmeye! AB,Türkiye'yi gözden çıkartmasındaki zorluğu çoktan anladı. Çünkü çıkartırsa hem büyük bir pazar kaybedecek hem de Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya'ya açılmakta çok zorlanacak. Türkiye'ye gelince, artık Kıbrıs'daki hayal kırıklığını aşıp iktidarı ve muhalefetiyle AB'yle yeniden köprüleri kurmasında yarar var. Unutmayalım ki, Türkiye köhneleşen devlet ve siyaset sistemini reforme etmeye ve ekonomisini güçlendirmeye başladıysa, bunda AB büyük rol oynadı. Belki bugüne kadar AB'den akan 4 milyarla önümüzdeki 4 yılda akması beklenen 6-7 milyar euro, büyüyen Türkiye ve ekonomisi için ciddi bir rakam olmayabilir. Ama yine de hem siyasi hem de ekonomik çarkların dönmeye devam etmesinde rol oynayacağına da hiç kuşku yok. Kısacası Türkiye-AB yakınlaşması ya "Kazan-Kazan (Win -Win) ya da, Kaybet-Kaybet (Loose -Loose) olacak.
-BİTTİ-