BAŞKAN – Niye maalesef Paşam?
İSMAİL HAKKI KARADAYI – Bu tesadüftü yani bazı şeyler ters zamanda ters iş, ters rastlantı. Ters zamanda ters rastlantı. Şimdi orada Sincan olayları oluyor, şunlar oluyor, bunlar oluyor, bir de tanklar oradan geçiyor. Tabii, kamuoyu o zaman ne yaptı, bazı yanlılar? Darbe söylentileri ortaya çıktı. "Darbe olacak, tanklar yürüdü."Şimdi aslında, bu tankların yürüyüşünden benim haberim yoktu. Sayın Cumhurbaşkanına da bunu söylemiştim. "Nedir bu?" dedim. Sonra öğrendim ki tanklar oradan geçer ve Askerî Havaalanı var ya, oranın NATO'yla irtibatı olurmuş, o zaman zaman oraya gider eğitim yaparlarmış. Bu, iki yoldan gidermiş, yolun bir tanesi işte, kısa, uzun, onları anlattılar, geçmiş bir şey ve tanklar o gün geç gitmiş. Bana anlatılanı söylüyorum. Çünkü tanklardan bir tanesi arıza yapmış. Şimdi, bunun yorumları herkes farklı olabilir, siz farklı yorumlayabilirsiniz, gerçekler farklı olabilir, Sayın Başkan farklı yorumlayabilir. Ben olayları olduğu gibi anlatmaya çalışıyorum çünkü gerçekler ortaya çıksın. Ondan sonra, bu darbe söylentileri o kadar yaygınlaştı ki bunu artık para gibi adamlar ihtiyaç olduğu yerde kullanıyorlar. "Bak darbe olur, sen şunu yap!" Tabii bu siyasi ortamda da konuşulmaya başladı, basında da bazı çevrelerde konuşulmaya başladı. Ama tankların yürüyüşü onlara bir şey verdi değil mi efendim, tanklar yürüdü ama bunun sebeplerini kimse bilmiyor.Ondan sonra, Aczmendilerin Ankara yürüyüşü çıktı, Hizbullah cinayetleri ortaya çıktı ve başladı. Çeşitli cemaatlerin laikliğe aykırı beyanatları, ifadeleri var. Sonra, ekonomide bir İslam Birliği lafları. Bunların hepsi bir araya geldiği zaman acaba Türkiye nereye gidiyor diye insanlar düşünmeye başladı. Merhum Başbakanın bu konuda üzerindeki tepkileri şöyle oldu: Bunlar "Faso fiso" dedi. "Faso fiso" demedi mi? Dedi.
BAŞKAN – O Susurluk Komisyonuyla ilgili söylememiş miydi?
İSMAİL HAKKI KARADAYI – Hayır, o zaman da söyledi. Benim hatırladığım kadarıyla. Ülkenin birçok yerinde, Türkiye'nin hemen her tarafında "Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" eylemleri çıktı ve bu günlerce devam etti. Bunlar için de "Mum söndü oynuyorlar." dedi merhum Başbakan.
ASKER OLARAK KORKMAYA BAŞLADIK
BAŞKAN – Başbakan değil de Şevket Kazan diyelim.
İSMAİL HAKKI KARADAYI – Efendim, isim vermiyorum artık.
BAŞKAN – Merhum Başbakan dediniz de.
İSMAİL HAKKI KARADAYI – Çünkü isim verdiğim zaman suç isnadı gibi bir ifadeye giriyor. Ben olayları olduğu gibi, hatırladığım kadarıyla olduğu gibi anlatmaya çalışıyorum, kusura bakmayın. Bundan sonra, işte "Gulu gulu dansı" lafı ortaya çıktı. Sonra gene bir ifade "Kanlı mı olacak, kansız mı olacak? Bu rejim kanlı mı değişecek, kansız mı değişecek?" Bu çok vahim bir ifade. Ne demek "Kanlı mı olacak, kansız mı olacak?" Tabii, "Kadayıfın altı kızardı, kızarmadı." lafları var. Bu arada, tabii, dış etkileri de görmeye başladık ama biz yavaş yavaş asker olarak korkmaya başladık. Allah korusun, PKK durmuş, bitmiş, yeni baştan bir iç huzursuzluk çıkarsa, biz bundan korkuyoruz. Partiyle, şununla bununla alakamız yok, bir şikâyetimiz de yok, devam ediyoruz biz ama bu şekilde söylemler, bu şekilde eylemler bizi rahatsız ediyor. Şimdi, dış etkenler neden olur? Fiilî etkenler oluyor.
Yalnız şunu ben özellikle söylemek isterim: Türkiye bulunduğu coğrafya itibarıyla, bir asker gözüyle bakıyorum ve hep öyle bakmışımdır, jeopolitik, jeostratejik ve ekostratejik bakımdan dünya ve üç kıtayı birbirine bağlayan, dünyanın en kritik bölgesinde olan bir ülkedir. İskenderun Körfezi'yle Hazar Denizi'ni birleştirirseniz bunun doğu ve güneyinde aşağı yukarı dünya petrol rezervinin yarıdan fazlası o bölgede bulunur. Kafamda kalan yüzde 60'ı oradadır. Bu bakımdan, bütün dünya Türkiye'deki olaylarla yakından ilgilenmek durumundadır. Ayrı bir şey daha var, bir Osmanlı İmparatorluğunun biz parçalanmış bir bölümüyüz. Etrafımızda aşağı yukarı, bizim asırlarca bize bağlı olan 6-7 tane devlet var. Bu devletlerin her birisinin de Türkiye'den isteği var. Bunu açıklamazlar. Ermenistan'ın bayrağında Ağrı Dağı var, öyle mi? Suriye'nin haritasında, Hatay bölgesi Suriye'nin toprakları içerisindedir. Eğer yormayacaksam sizi bir misal anlatacağım akıllarda kalmak bakımından. Ben, Hafız Esad zamanında kurmay albayım, Suriye, Lübnan, Ürdün, o bölgede ataşeyim. Yusuf Şakur'u ziyarete gittim. Yusuf Şakur kim? Hafız Esad'ın Genelkurmay Başkanı. Gittim oturdum, arkada bir harita var, kabartma harita var ya, Suriye haritası, o harita var. Gözüme takıldı, baktım, Hatay, Suriye toprakları içerisinde görünüyor. Hatırlarsanız, üç beş sene evvel İzmir'de fuar açtılar, o fuarda dahi dağıttıkları haritada aynı şekilde Hatay Suriye topraklarındaydı. "Sayın General, bu arkadaki haritada bir yanlışlık yok mu?" dedim. Adam şöyle yavaşça kafasını –biraz hikâye gibi anlatıyorum da sizleri sıkmamak için- arkaya doğru çevirdi "Ne gibi?" dedi. Dedim "Orada Hatay Türk toprağıdır ama sizin hududu yanlış geçirmiş haritayı yapanlar." Bir de bir daha sol taraftan baktı "Ne önemi var? Önemli değil." dedi. Ben de şunu söyledim: "Eğer bir gün Hatay'a gitmek isterseniz size vize konusunda destek olabilirim." dedim. Adam biraz bozuldu bana. Yani adamların -Yunanistan da vardır, Bulgaristan da- hâlâ Türklere karşı, Osmanlılara karşı alacakları bazı şeylerin olduğunu empoze ediyorlar.
Nasıl Güney Kıbrıs'ta eğitim veriliyor, bu ülkelerde de aslında hepsi dostumuz, ayrı mesele, dost fakat gerçek bu. Gerçek "Türkiye'den alacağımız topraklar var." diyorlar. Burada yaşayan bir insan olarak söylüyorum. Orada yaşadım ben. Şimdi, bunu bu kadar arz ettikten sonra geçiyoruz. Bu olaylar, içteki gelişmeler, tabii asker olarak bizi endişeye sevk ediyor, ne olacak? Bir sürü raporlar geliyor, MİT'ten geliyor, emniyetten geliyor, İçişleri Bakanlığından geliyor; yani pek çok raporlar geliyor. Bu raporların içinde hepsi Türkiye'de bazı şeylerin gelişmekte olduğu…
Tabii, bunu bir asker olarak haftalık görüşmede Sayın Cumhurbaşkanına arz ettim ve aslında o da biliyormuş galiba bu şeyleri. Ondan sonra Sayın Cumhurbaşkanı dinledi, bir gün dedi ki bana… Ve zaten bu konu, yani 28 Şubattan bir iki ay evvel Millî Güvenlik Kurulunda bu konular dile getirilmeye başlanmıştı. MİT dile getirdi, emniyet dile getirdi, yani Türkiye'deki bu yanlış görüntü, huzursuzluğa gidiş konuşulmaya başlanmıştı. Şimdi, dedi ki bana: "Bunun bir brifingini verebilir misiniz?" "Hayhay." Brifingi kim hazırlıyor? Bize gelen raporları, Genelkurmaya davet ettik, gelen şeyleri kendilerine arz ettik. "Bu raporları bana verin." dedi. Sonradan duyduğumuza göre bu raporları almış, orada bir komisyon kurmuş, bu komisyonda değerlendirmeler yapmış, ondan sonra bunların büyük ölçüde doğru olduğunu, bazılarına iştirak etmediğini, bazılarına mükerrer olduğunu; benim öğrendiğim… Ondan sonra, zaman zaman da bu konular Millî Güvenlik Kurulunda dile geliyor. Bu brifingle rejim karşıtı, yıkıcı, bölücü ve gerici faaliyetleri kendilerine arz ettik. Zaten Millî Güvenlik Kurulunda da zaman zaman bunlar kısa kısa konuşuluyordu.
Ve Millî Güvenlik Kurulunu 28 Şubat günü toplantıya çağırdı, zaten şey toplantısına… Neden Millî Güvenlik Kurulunu çağırdı? Çünkü Millî Güvenlik Kurulu, devletin anayasal düzeninin millî varlığının, bütünlüğünün milletlerarası alanda siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik dâhil bütün menfaatlerinin ve ahdî hukukun her türlü iç ve dış tehditlere karşı korumak ve kollamasıdır. Orada görüşme yapılır, herkes fikrini söyler. Millî Güvenlik Kurulunda herkes çok rahat bir şekilde konuşur, yani Cumhurbaşkanı nasıl konuşursa ben de aynı konuşurum, Başbakan da konuşur. Ve bunları konuştuk.
Gittiğimiz zaman Millî Güvenlik Kurulunda o gün, 28 Şubatta evvela MİT Başkanlığı hatırladığım kadarıyla bir brifing verdi. Ondan sonra İçişleri Bakanlığı bir brifing verdi fakat o brifingde çok önemli şeyler vardı aklımda kalan, yani çok bilmediğimiz şeyler varmış. Sonra Genelkurmay Başkanlığı kısaca bir brifing verdi ve sonuç raporları yazıldı. Her Millî Güvenlik Kurulundan sonra bir bildiri yayınlanır ya, o bildiride sonuç raporları yazacak ama on buçuk saat toplantı olmuş, çünkü artık herkes çok rahat bir şekilde konuşuyor. Uzun sürdü konuşma, şeyler, yani toplantı. Çok da yorulduk. Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri bunu kaleme alır, yani o gün bildiride neler söylenecek, hangi konular yapılacak onu alırken 18 maddelik de bir tablo çıktı ortaya.
Şimdi, yalnız şunu söyleyeyim: Burada basında baskıyla… Hayır, kesinlikle. Sayın Cumhurbaşkanı tecrübeli bir adamdı, her maddeyi tek tek "Sayın Başbakanım bu maddeye iştirak ediyor musunuz? Sayın Genelkurmay Başkanı iştirak ediyor musunuz? Sayın İçişleri Bakanı…" Herkese tek tek sordu, tek tek sordu; bunu bilesiniz. Ondan sonra dedi ki… Artık 18 madde bittikten sonra, bildiri hazırlandı ama herkes çok yorulmuştu, on buçuk saat düşünebiliyor musunuz toplantı… Dedi ki: "Bunun imzalarını yarın alsın kaleme ve bu kaleme aldığı zaman yarın imzalayalım." Ve hakikaten Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri bunu kaleme alıyor. Ertesi gün getirdi, imza ettik; ben de imza ettim, bütün arkadaşları dolaştı. Başbakana gitmiş iki sefer, hani "Gecikti imzalamadım." lafları var, Meclisteymiş, bir defa daha gitmiş bilmem nerdeymiş, onun için sordum "Niye gecikti?" falan diye; kendisi bana onu söyledi, "Meclisteydim." falan dedi o zaman. Ondan sonra bu Hükûmet "Millî Güvenlik Kurulunun aldığı kararlar tavsiye niteliğindedir." ve Hükûmet o şekilde… Sizlere, tereciye tere satmayalım Sayın Başkanım, bunları gayet iyi biliyorsunuz. Tavsiye niteliğindedir ve bunları biz Hükûmete bildirdik.
Sonra, Hükûmet tarafından onaylandı ve bir genelge yayınlandı. Şimdi, müsaade ederseniz o genelgenin şeylerini okuyayım, Başbakanın imzasıyla: "Bu konuların önemi dikkate alınarak, yani Millî Güvenlik Kurulu tavsiye kararlarının, Anasaya'mızın Türkiye Cumhuriyeti devletinin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olması çerçevesinde bakanlığınızı ilgilendiren konularda konuyla ilgili kısa, orta ve uzun vadeli tedbirlerin dikkat ve ihtimamla ele alınması; mali destek, yasa değişikliği ihtiyaç gösteren tedbirler varsa bunlar hakkında da Bakanlar Kurulunca gereğinin yerine getirilmesi için Başbakanlığa bilgi verilmesini rica ederim. Başbakan." Bu yayınlandı.
Tabii, böylece yayınladığı şey Millî Güvenlik Siyaset Belgesi hâline döndü, yani ne demek Millî Güvenlik Siyaset Belgesi? Her sorumlu orada geçen şeyleri takip etmekle sorumlu; ben de sorumluyum, siz de sorumlusunuz, o da sorumlu. Bu hâle geldi. Bakanlıklar bu arada onlar da genelgeler yayınladılar fakat benim aklımda kaldığına göre, İçişleri Bakanlığının yayınladığı bir genelgeye baktım, bir hayli uzun, bilmediğimiz, bize intikal etmeyen neler varmış şaşırdım kaldım. Şimdi "Hangileri?" derseniz cevap veremem, o zaman hâlâ kafamda olan şeyler. Ondan sonra, ben Sayın Başbakana, rahmetliye dedim ki: "Efendim, bu konularda basında, şurada burada askeri siyasete çekecek çok baskılar, görüntüler var. Bizi, askeri siyasete sokmayın ve o görüntüyü ortadan kaldıralım. Başbakanlıkta bir grup kurun, o grup onları ifade etsin, artık bundan sonra çünkü biz ancak gelen raporları size göndeririz, siz de… Ondan sonraki toplantılarda ne oluyordu? Ondan sonraki toplantılarda bakanlıklar yaptıkları veya yapamadıkları icraatı orada gelip anlatıyorlardı, anlatmaya çalışıyorlardı. Ondan sonra…