1991 ile 1996 yılları arasında görev yaptığı Diyarbakır'a Emniyet Müdürü olarak atanan Recep Güven, 90'lı yılları değerlendirirken, ''Boşaltılan her köyün aslında geleceğimize tehdit olduğunu biliyorduk. Meçhule giden insanların herhangi bir sisteme tabi olamayacağını da biliyorduk'' dedi.
Güven, Diyarbakır Polisevi bahçesinde gazetecilerle tanışma toplantısında yaptığı konuşmada, Diyarbakır'a 16 yıl sonra tekrar gelip göreve başlamanın ağır sorumluluğunu ve mutluluğunu yaşadığını, bu iki duygunun aslında öyle kolay kaldırılabilir olmadığını söyledi.
Diyarbakır'da 1991-1996 yılları arasında görev yaptığını belirten Güven, ''En zor yıllar olarak bilinir. Keşke yaşanmasaydı, hiç olmasaydı dediğimiz bir süreçte Diyarbakır'da hizmet vermeye çalışmıştım. Ben polis akademisinde tiyatro kuran insandım, ufak tefek şiirler yazardım. Diyarbakır'da ne tiyatroya gidebildim ne şiir yazabildim, ne Ahmet Arif'i okuyabildim. Ancak Ankara'ya gidince Diyarbakır yavaş yavaş çıkmaya başladı. Bastırılmış duygularım, hüzünlerim, belki hafif bir travma. İnsanların çektiği acıları biz de yüreğimizde hissettik. Boşaltılan her köyün aslında geleceğimize tehdit olduğunu biliyorduk. Meçhule giden insanların herhangi bir sisteme tabi olamayacağını da biliyorduk. Geçmişi eleştirmek gibi bir olumsuzluğa girmek istemem ama bugün yaşadığımız sorunun temelinde bu var'' diye konuştu.
''YORULMAYI SEVMEYEN BİR TEŞKİLATIZ''
Güven, aslında kendisinin de köyünü terk etmiş bir ailenin çocuğu sayıldığını, ailesinin 1958'de Üsküp'ten gelmek zorunda kaldığını belirterek, 47 yıl sonra annesini Üsküp'e götürdüğünü söyledi.
Astım hastası olan annesinin bir kat çıkarken 2 defa dinlendiğini ancak Üsküp'te yürüyerek kalenin burcuna çıktığını belirten Güven, şunları anlattı:
''Kaleye çıktım indim, annemi emanet bırakmıştım arkadaşıma, geldiğimde annem yoktu. Kalenin burcuna çıkmış. Memleket böyle bir şey, köy böyle bir şey. Annem genç kızlığını orada yaşamış, orada evlenmiş, orada hayaller kurmuştu, oradan kopmak çok zor gelmiş. Onu orada bizzat gördüm. Orada dedim ki evet empati zamanı. Bu aslında çok ciddi travmaya sebep olan bir sıkıntıydı. Kimimiz susarak, kimimiz uygulayarak, kimimiz kaçarak karşılıklı kimimiz vurarak bu sorunu el birliğiyle büyüttük. Kendi insanımızla aramızda kocaman sorunlar çıkardık. Şimdi işte toparlamaya ve normalleşmeye çalışıyoruz. Yükümüzün çok çok büyük olduğunu biliyorum. Sadece polisle çözülmeyecek bir sorun olduğunu da biliyorum. Güvenlikçi yaklaşımlarıyla, klasik ifadesiyle bu işin çözülmeyeceğini en iyi bilenlerden biriyim. 20 yıl istihbaratta görev yaptım. Hasan Cemal'in 'Barışa Emanet Olun' kitabını okuduktan sonra arkasındaki fotoğraf bölümüne şerh düşmüştüm; 'haklısın ama biz çok küçüktük'. Biz o zamanki sistemin hem mağduru, hem mahkumu, hem mecburu olmuştuk. İnşallah bundan sonrası yine el birliğiyle bu hale getirdiğimiz farkında olarak veya olmayarak bu hale getirdiğimiz bu sıkıntılardan el birliğiyle çıkmaya çalışırız. Bizim en büyük yardımcımız sizsiniz.''
''İKİNCİ GAFFAR OLMAK KOLAY DEĞİL''
Güven, arkadaşlarının yorulmak nedir bilmediğini, yorulmayı sevmeyen bir teşkilat olduklarını ve ellerinden geldiğince Diyarbakır halkına hizmet vermeye çalışacaklarını bildirdi.
Ne kadar hizmet ederlerse kazanacaklarını da bildiklerini ve sıkıntılı bir ortamda gelmiş olmanın ağır yükü altında olduklarına dikkati çeken Güven, şöyle dedi:
''Rahmetli Gaffar abi gibi çok zor zamanda gelmedik. O konuşmanın bile zor olduğu bir zamanda geldi, herkesin gönlünde taht kurdu. İkinci Gaffar falan diyorlar, ikinci Gaffar olmak kolay değil. Onun seviyesine ulaşmak öyle her babayiğidin harcı da değil. O en zor zamanda, en zor kararları verebilen vizyon sahibi güzel bir insandı. Allah rahmet eylesin. Belkide bu yüzden gönüllerde taht kurdu. Çok ciddi sorunlarımız, sıkıntılarımız var. Geldiğimden beri arkadaşımla bir il tahlili yapmaya çalışıyoruz. Sorunları ortaya koyduk hep beraber bir yol haritası çizdik, önceliklerimizi belirledik. Bu ilde çok iyi ve güzel insanlar var. Bu insanların huzuru için elimizden geldiğince hep beraber hizmet vermeye çalışacağız. Biz bir adım gitsek Diyarbakır halkı bize koşarak gelir, bunu biliyoruz. Bir zamanlar bunları yaşadım, yaşayacağımdan eminim. Diyarbakır halkı bize çok ciddi bir şekilde yardımcı oluyor. Geldiğimden bu yana tüp bombayı da, asayiş şubesine yönelik saldırıyı da, vatandaşımızın sayesinde engellemiş olduk. Devlet vatandaşa hizmet için vardır. Halk ciddi yardım ediyor, beni şaşırtacak kadar ihbar geliyor 155'e. İnsanlar huzurlarına sahip çıkıyorlar, bunu gördüm ve ziyadesiyle memnun oldum. Bundan sonra esnafla vatandaşla yürümeye çalışacağız. Lütfen bize doğru yapmamız için yardımcı olun. Yaptıklarımızı yansıtın karanlıkta göz kırpmayalım, gözümüzün ışığı olun, sesimiz olun.''
''DAĞDA ÖLEN TERÖRİSTE AĞLAYAMIYORSANIZ İNSAN DEĞİLSİNİZ DEMİŞTİM''
Gazetecilerin ''Bu öz eleştiri mi?'' sorusunu yanıtlayan Güven, ''Ben 2005 yılında Bahçeşehir Üniversitesi'nde bir konferansa davet edilmiştim. Konferans esnasında salondakilerin büyük ünlemlerle bakmasına sebep olan bir cümle kurdum, biraz eleştirildim. Ama, dağda ölen teröriste ağlayamıyorsanız insan değilsiniz demiştim. Ama eline silah alıp çoluk çocuk demeden insan katleden canavarlaşmış bir teröristi de enterne edemiyorsanız devlet değilsiniz. Ben bu iki cümle arasında gidip geliyorum'' şeklinde konuştu.
''Benim yitik evladım dağa çıkmış keşke ulaşabilseydim, keşke ona normal bir hayat sunabilseydim. Keşke terörize olmasına mani olabilseydim diye ağlarım'' diyen Güven, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Yani her teröriste de içim ezilir. Bu Diyarbakır'ın kaderi olmamalı gözyaşı, kan. Bu coğrafya tarihi dokusuyla, insanıyla çok güzel bir coğrafya. O kadar güzel insan yetiştirmiş ki fakat şimdi canavarlar üretiyoruz niye? denetimsizlikten, kontrolsüzlükten, insana ulaşamadığımızdan, insan odaklı hizmet veremediğimizden, başka bir şey değil. Hepimizin payı var. Bir çocuk dağa çıkıyorsa hepimizin payı var. Nasıl öz eleştiri yapmayayım. Karakoldaki memurumun kötü davranmasıyla, kontrollerimde yaptığım bir aşırı güçten ötürü zaten sosyal yaşamda tutunamamış bir çocuk. Ben yüzlerce öz geçmiş okudum istihbaratta iken. Bu çocuklar yazmış 'ulusal kurtuluş savaşımıza katkıda bulunmak istiyorum' diyen son cümleyi. Evladım yaşın kaç '12, babam işsiz, annemi dövüyor, sosyal çevre berbat, okula bütçe yetiremiyorum' adam sosyal yaşam savaşını devam ettiremiyor 'ben savaşacağım' diyor. Bundan ne anlamamız lazım, çocuk bulunduğu yerden kaçıyor. Bunun kaçmasındaki sebeplerden biri de bensem... Bu toplumda bir sıkıntı varsa, bunu ortaya koymazsak nasıl çözeceğiz? tabii ki konuşacağız. Tabii ki hep beraber hareket edeceğiz. Kaybettiğimiz insan çünkü. Bir evren kadar kıymetli insan. Patır patır insanlar ölüyor şurada. Her birinin hayalleri, sevgilisi, aşkı var. İnsanları öldürüyoruz, sevgilerini öldürüyoruz, yüreklerine çim koyuyoruz.''
Diyarbakır'da 5 yıl kaldığını ve bu süre içerisinde eşiyle çocuklarıyla ancak 3 defa pikniğe çıktığına değinen Güven, şöyle devam etti:
''Bir zamanlar bana 5 kişilik ekip verin, çocuğu dağda olan annelere gideyim ulaşayım demiştim. 'Seni öldürürler' dediler. Ya dedim kapısını kırarak girdiğimiz insan öldürmüyor da, kapısını çalarak girdiğimiz insan mı öldürecek? bırakın onu yapsınlar, hiç olmazsa derler ki bu insan kapı çalmaya geldi, siz de bu haltı yediniz yani. Keşke o zaman yapabilseydik bunları, bu kadar geç kalmasaydık. İnsanımıza bu kadar geç ulaşmasaydık, bu kadar acıdan sonra yapmasaydık bu işleri. Tamam acı çektik ama habire yeni acılarla da bu işi sürdüremeyiz. Yeni acılar, yeni acıları doğuracak, yeni kinleri getirecek, yeter. burada hep beraber güzel bir dünya kuralım diye varız. Sorunu tam olarak ortaya koyamazsak çözemeyiz. 5 yıl Diyarbakır'da kaldım. 5 yıldan sonra söyleyebileceğim iki cümle vardı. 'Kader mi? diye yüzyıllardır Dicle'yi besler gözyaşlarım, ben ağlamazsam kurur sanırım'. Şiir yazıyordum burada şiir yazamadım. Bütün duygularım dumura uğradı. Akşam saat 4'ten sonra kimse sokağa çıkmıyordu. Bir tek biz vardık sokakta. Saat 4'ten sonra acaba nerede olacak patlama? kimin canı yanacak? diye endişeyle bekliyorduk. Evet, boyumuz küçüktü sözümüz dinlenmiyordu ama şimdi, epey bir zamandır sosyal devlet olmayı başarmış bir devletimiz var. Herkese ulaşmaya çalışıyor; dula, yetime, işsize. Bir şekilde ulaşıyor, yardım ediyor. Devlet hizmet için vardır insana. Önce vatan değil, önce insan. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın. İnsanı yaşatmıyorsak, hiçbir anlamı yok. Düzenimizin anlamı yok. Evet öz eleştiri, hem eleştiri. Zaten sürmekte olan bir somut öneriler buketi var, devletin sunduğu. En büyük sorun annelere ve çocuklara ulaşmak. Onlara belki ulaşamadığımız için, çok geç kaldığımız için sorun bu halde. Polis olarak yapabileceğimiz belki mevcut öğrencinin yüzde birine ulaşmak, kurum olarak becerebileceğimiz bir şey değil. Tetikleyici olabiliriz, ama topyekun çözüme ancak bu kadar katkımız olabilir. Milli eğitim ve üniversite ile ortak projelerimiz olur. Projeler zinciri başlatmayı düşünüyoruz. Birtakım filmler yapabiliriz.''
Emniyet Müdürü Recep Güven, arkadaşlarına örnek olması için en başta kendisinin Kürtçe kurslarına giderek Kürtçe'yi öğreneceğini de sözlerine
ekledi.