Sabah yazarı Tuluhan Tekelioğlu Suriye sınırında yaşanan büyük dramı yerinden bildiriyor: "Geçen gün bir genç kızı getirdiler, tecavüze uğramış, hastaneye yetiştirdiler. İki göğsü kesilmiş."
Sıcak, çok sıcak. Sınıra doğru yol aldıkça arabanın ibresi yükseliyor. 37 dereceyi gösteriyor. Güveççi'ye yaklaştıkça, yanımızdan Kızılay'ın araçları geçiyor. Karşımız Suriye…Güveççi sınır karakolunun çok yakınına kadar geliyoruz. Arabayı köyün içinde bırakıp yukarı tırmanıyoruz. Mihmandarlığımızı, adını vermek istemeyen bir köylü yapıyor. O da diğerleri gibi, sınırın öte yanındaki akrabaları için endişeli. Bu köyde de sınırın öte yanındakiler gibi, Sünniler yaşıyor. Garip bir sessizlik hakim. Karakola en yakın noktaya kadar getiriyor bizi. Tepeye çıkınca fark ediyoruz ki sınırın öte yanında da çadırlar kurulmuş. Naylon çadırlarda, eşlerini, çocuklarını Türkiye'ye geçiren erkeklerin kaldığını söylüyor. Birkaç gün önceki sağanak yağmurda onlar için dua ettiklerini anlatıyor. Yağmur, çamur demeden her gün onlarca kadın ve çocuğun sınıra geldiğini anlatıyor. Geçişler daha çok gece oluyormuş.
"GEÇEN GÜN BİR KIZ GETİRDİLER..."
Türkiye tarafında kimlik kontrolü yapılan sığınmacıları sınırda bekleyen minibüsler Yayladağı'ndaki tekel fabrikasında kurulan çadır kente taşıyorlar. Uzakta ambulansları görüyoruz. Köylü adam anlatmaya devam ediyor. "Geçen gün bir genç kızı getirdiler, tecavüze uğramış, hastaneye yetiştirdiler. İki göğsü kesilmiş" diyor. Ürkütücü sessizliği uzaktan gelen şiddetli gürültü bozuyor. Bombalamaları duyuyor, biz de sarsılıyoruz. Bu kadar yakın… (Birkaç saat sonra öğreniyorum ki, Suriyeli askerler 20 km ötede Bdama kasabasına girmiş ve muhaliflerin bulunduğu kasabayı yerle bir etmişler) "Her gün geliyorlar, yaralılar da var" diyor adam, gözündeki yaşları silerek.
Dram büyük. Karakoldaki askerler yasak bölgeye girmememiz konusunda bizi uyarmaya geliyor, öğreniyoruz ki babaları için ekmek ve su almak için sınırı geçen çocuklar oluyormuş. Derken bir bomba sesi daha duyuluyor.
Bir elinde çocuğu diğer elinde kimliği, kişisel eşyalarını bile almadan kaçan binlerce kadın, sınıra 10 kilometre uzaklıktaki Yayladağı'na (Hatay'ın lokumuyla meşhur ilçesi) getiriliyor, orada kurulan çadırkente yerleştiriliyor. Bir gün önce basına fotoğraf çekimi ve haber yapmak için tanınan 10 dakikalık iznin dışında yine kapılar kapatılmış. Kaymakamlık sadece mültecilerin akrabalarına giriş ve görüşme izni veriyor, o da çok kısa süreliğine… Kızılay'ın çadırlarının yanına çocuklar için bir oyun parkı yapılmış. Hüznü biraz olsun dağıtıyor. Uzaktan görebildiğimiz kadarıyla kadınlar, çadırların önüne oturmuş, babalarından habersiz, kendilerini oyuna kaptırmış çocuklarını izliyorlar.
YÜZDE 70'İ ÇOCUK
Bize anlatılanlar, çok acı. Kadın, yaşlı, çocuk demeden üzerlerine ateş açılan insanlar, bir tek kimliklerini alıp, arkalarına bile bakmadan evlerinden kaçmak zorunda kalmışlar. Eşlerine ve çocuklarına para bırakabilmek için sınırda otomobilini satmak için uğraşan babaların olduğunu söylüyorlar. Hamile kadınlar, yeni doğum yapmış olanlar, bebekleriyle gelenler… "İçerdeki nüfusun yüzde 70'i çocuk" diyor, kamptaki görevli. Kadınlar hep ağlıyormuş. Bölgede birçok ambulans var. Yaralılar Antakya Devlet Hastanesi'nde tedavi ediliyor. Öğreniyoruz ki, çadırkentte ilk doğumlar bile olmuş.
Biz fotoğrafçı arkadaşım Erkan Sevenler ile oradan ayrılırken, binlerce Suriyeli kadının bundan sonraki günlerini düşünüyorum. Hava daha da sıcak olacak. Hijyen, sağlık sorunları baş gösterecek.
Evim dedikleri topraklardan uzakta, sayıları şimdiden 10 bine dayanmış çoğunluğu kadın ve çocuk sığınmacıların fiziksel ihtiyaçları şimdilik sağlansa da, herbirinde ciddi duygusal yaralar açılmış. O yaralar nasıl kapanacak?
Birkaç saat sonra öğreniyoruz ki, Erkan'la uzaktan çekim yaptığımız çadırkent silahlı saldırıya uğramış. Oysa içinde sadece kadın ve çocuklar vardı...
Fotoğraflar: Erkan Sevenler
TULUHAN TEKELİOĞLU'NUN YAZILARINI FACEBOOK'TAN TAKİP ETMEK İÇİN TIKLAYIN...