İrtica ile Mücadele Eylem Planı"nda ıslak imzası olduğu iddiasıyla tutuklu yargılanan Albay Dursun Çiçek, belgenin askeri yazışma usullerine aykırı şekilde yazıldığını öne sürüp, kendi hazırladığı temsili planı mahkemeye sundu. Çiçek, "Ben hazırlasaydım böyle hazırlardım" diyerek iddianamedeki belgenin sahte olduğunu savundu.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen "İrticayla Mücadele Eylem Planı" davasında savunması ve çapraz sorgusu yapılan Dalan'ın da aralarında olduğu 7 sanıklı davanın kilit ismi Dursun Çiçek, "Bu belgeyi ben hazırlamadım" diyerek, mahkemeye kendi hazırladığı bir belge sundu. Çiçek'in belgesinin girişinde, "T.C. Genelkurmay Başkanlığı/ANKARA" olarak kurum adı belirtiliyor. Belgenin altında 3. Bilgi Destek Şube Müdürü olarak 'Dursun Çiçek' adının yanı sıra Genelkurmay İkinci Başkanı'nın da adının bulunması gerektiği vurgulanıyor.
Belgenin sonuna "Genelkurmay Başkanı Emriyle" ibaresi de ekleyen Çiçek, son sayfada uygulamaya geçilmesi için tek tek gönderilecek askeri birliklere yer verirken, iddianamedeki belgede bunların bulunmadığına işaret etti.
''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' davasının tutuklu sanığı Kurmay Albay Dursun Çiçek'in avukatı Celal Ülgen, ''Bizim SAT'çılar bir şey gömmek istese, eminim gecenin sessizliğinde kayar bölgeye girerler, en derine gömerler ve Tanrı dışında kimse gömdükleri şeyi bulamaz'' dedi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada savunmasını yapan avukat Celal Ülgen, müvekkilinin çapraz sorgusu sırasında, mahkemenin denizcilerin neden hedef seçildiğini sorduklarını hatırlattı.
Ülgen, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Güven Erkaya'nın kuvvet komutanı olarak 28 Şubattaki etkin işlevi, bir polisin askerliği sırasında kuryelik yaptığı ve basına bilgi sızdırmaktan yargılanmasına ilişkin basında Sarmusak olayı olarak bilinen davanın denizcilerin hedef seçilmesinin nedenleri arasında olduğunu ileri sürdü.
Denizcilerin Karadeniz'de kurduğu uluslararası donanma güç birliğinin, ABD'yi rahatsız ettiğini iddia eden Ülgen, Deniz Kuvvetlerinin kendi silahını ve gemisini yaparak kendi kendine yeten bir kuvvet konumuna geldiğine dikkat çekti.
Ülgen, ''Senaryoyu yazanlar Dursun Çiçek'i, Levent Bektaş'ı, Levent Göktaş'ı, Çetin Doğan'ı ve çok sayıda askeri hedef alabilirler. Hedeflerindeki tek kurumun Türk Silahlı Kuvvetleri, Genelkurmay Başkanı olduğu belirtilmiştir'' dedi.
Bir gazete haberine dayanılarak yapılan suç duyurularında birinci sıradaki şüphelinin İlker Başbuğ olduğunu ileri süren Ülgen, birçok suç duyurusunda birçok askerin suçlandığını anlattı.
İddianamenin eklerindeki Avrupa Birliği (AB) Komisyonu tarafından, soruşturmayı yürüten savcılara gönderilen bir yazıya da değinen Ülgen, yazıda Ergenekon davası, Erzurum'daki dava ve Balyoz soruşturmasına ilişkin Genelkurmay Başkanlığının açıklamaları üzerine yapılan bir suç duyurusunun olup olmadığının sorulduğunu kaydetti.
SANIKLAR ARASINDA BAĞ YOK
Avukat Ülgen, şunları söyledi: ''AB, bu bilgileri niye istiyor? Genelkurmay adına şikayet yapılmışsa burada demokrasi var. Yapılmamışsa yok öyle mi? O zaman burada demokrasi yok. Çünkü Genelkurmay Başkanı hakkında dava açacak cesarette bir savcı yok. Bu suç duyurularını ek klasörlere koyma cesaretini gösteriyorlar. Bu demokrasi göstergesi asla olamaz. Bu Türkiye'nin nasıl bir baskı altında olduğunu gösteren belgelerden biridir.''
Davanın sanıkları arasında bağ olmadığını ifade eden Ülgen, sanıkların ortak eylemle suçlanmadıklarını söyledi. Ülgen, sanıkların ortak dava arkadaşları olmalarının mümkün olmadığını dile getirerek, savcıların yasanın zorunlu kılmasına karşın hiçbir sanık hakkında lehe delil toplamadıklarını ileri sürdü.
Ülgen, savcıların görevi kötüye kullanma suçunu işlediklerini savundu. İddianamenin kanıtlarının ihbarlar olduğunu ifade eden Ülgen, ''Yoğun ve kurgulanmış bir ihbarcı müessesesi var'' dedi.
Kafes, Poyrazköy ve Amirallere suikast iddianamelerinin de bu dosyayla ilintili gösterilmeye çalışıldığını ifade eden Ülgen, ''Tüm bunları birlikte düşününce, sayın mahkeme 'hakikaten Beykoz Kaynarca'da, Ergenekon'un silahları bulunmuş' algısına kapılıyor ve bu davanın sanıklarına bakış açısı değişiyor. Dursun Çiçek'e tutuklama kararı verilmesinin başlıca nedeni olarak ben bunu görüyorum'' diye konuştu.
Beykoz Kaynarca'da köylülerin ihbar ettiği ve iddia edilen mühimmatı saklayan kişilerin, kendilerini fark ettirmek için her şeyi yaptıklarını da söyleyen Ülgen, ''Bir şey saklamak isteyen neden ağaçlara tornavida çaksın? Gömülen yerin istikametini göstersin? Bu mühimmatı bizim SAT'çılar gömmüş olamazlar. Bizim SAT'çılar bir şey gömmek istese, eminim gecenin sessizliğinde kayar bölgeye girerler, en derine gömerler ve Tanrı dışında kimse gömdükleri şeyi bulamaz. Bu 'Ergenekon Örgütü', geliyor ve kendini göstere göstere, 'Gelin bunu bulun' diye mi saklıyor bu mühimmatları. Bunu yapanlar olsa olsa ABD'li conilerin kötü kopyalarıdır'' diye konuştu.
ÇİÇEK'TEN ASKERİ LİTERATÜRE UYGUN BELGE
Ülgen, çok kolay imza taklidi yapılabileceğini göstermek istediğini de belirterek, duruşma salonunda izlettiği videoda sağ elinde 2 parmağı olan bir kişinin Dursun Çiçek'in imzasını atarken yer alan görüntülerini gösterdi. Ülgen, ''İmza atan arkadaşın elinde 2 parmak var. İmza atmak için yetenekli olmak yeterli'' dedi.
Ülgen'in savunmasını tamamlamasının ardından söz verilen Dursun Çiçek de adaletin tecellisi açısından bir an önce tahliye edilmesini istedi.
Bu arada, savunması sırasında ''İrtica ile Mücadele Eylem Planı''nda yer alan kelimelerin askeri literatüre uymadığını belirten Dursun Çiçek'in, askeri yazım kurallarına uygun olarak hazırladığı aynı isimli belgeyi mahkemeye verdiği öğrenildi.
Öte yandan ''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' belgesinin bürosunda bulunduğu iddia edilen tutuklu sanık avukat Serdar Öztürk, özel hayatına ilişkin iki kişi arasında yapılan konuşmaların iddianamede yer almasına tepki gösterdi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada savunmasını salondaki kürsüye çıkmayarak oturduğu yerden yapmak için heyetten izin alan Öztürk, ''böyle bir iddianameye karşı esasen savunma yapılmayacağını'' söyledi.
Avukatlarının isteği üzerine savunma yaptığını ifade eden Öztürk, ''Burada herhangi bir adalet olmadığını üyelerden dolayı biliyorum. Belge neden benim ofisime konuldu? Burada ben ve hiç kimse hedef değil. Büyük bir organizasyonun, uluslararası olayın Türkiye'deki uygulaması. Bana, ıslak imzalı belge ofisinden çıkan kötü adam rolü düştü'' şeklinde konuştu.
İddianameden ''ıslak imza konulu dördüncü perde'' diye söz eden Öztürk, ''Süslü laflarla laf ebeliği yapmayacağım. Eğip bükmeden anlatacağım. Sizin anlayıp anlamayacağınızı önemsemiyorum. Türk milletinin anlayacağına eminim'' dedi.
''İDDİANAMEYİ OKUYUNCA KENDİMİ TANIYAMADIM''
Sokrates'in savunmasının ilk bölümünde ''Anlatılanlar karşısında ben bile kendimi tanıyamadım. Ancak anlattıklarının hepsi yalan'' dediğini anımsatan Öztürk, ''Burada olduğu gibi. İddianameyi okuyunca ben bile kendimi tanıyamadım'' diye konuştu.
İki kişinin konuşması sırasında edilen küfürlerin iddianameye konulmasına tepki gösteren Öztürk, ''Biz bir halt yedik küfür ettik, bunların iddianameye konulması ayrı bir halt yemek. Bizim iddianame kültürümüze de aykırı. Savcılar bunu kasten yapıyorlar. İnsan özel hayatında küfür edebilir. Bu insani olay. Bunun ne hukukta ne dinde yeri yok'' şeklinde konuştu.
Telefon konuşmalarında iddia edilen örgütle ilgili hiçbir ifadenin olmadığını söyleyen Öztürk, şöyle konuştu:
''Özel hayatım, doğrusu, yanlışı, hatalarıyla sadece beni ilgilendirir. Magazine meraklı özel savcıları da polisleri de ilgilendirmez. Bunlar kasıtlı olarak iddianameye konuldu. Burada size özel hayatımın hesabını verecek değilim. İki kişi arasında olan bir şeyi iddianameye koydunuz da elinize ne geçti? Boyunuz mu uzadı?''
Türbanla ilgili bir konuşmasının da iddianameye konulduğuna değinen Öztürk, kimsenin başının açık ya da kapalı olmasının kendisini ilgilendirmediğini söyledi.
Tutuklu sanık Öztürk, türbanın siyasi bir simge olduğunu belirterek, Türkiye'ye türbanın 1983 yılında girdiğini ileri sürdü.
2. Ergenekon davasının sanığı emekli albay Levent Göktaş'ın ofisinin aranmasını da anlatan Öztürk, operasyon döneminde avukatlığını yaptığı Göktaş'ın ofisine polisin savcı olmaksızın geldiğini ve aramaya başladığını, bunun hukuka aykırı yapılan bir arama olduğunu söyledi.
''51 NO'LU DVD POLİS TARAFINDAN KONULDU''
İçinde hakim ve savcıların kişisel verilerinin ve bazı görüntülerinin bulunduğu öne sürülen 51 No'lu DVD'nin bulunduğu bu arama sırasında, ofisteki herkesin bir odaya toplandığını, sonra aramaların başladığını belirten Öztürk, bu sırada avukatlardan Özge Evci'nin de odadan çıkarıldığını söyledi.
Öztürk, Evci'nin kendisini salona götürmek üzere kamera görüntüsünü çeken polis eşliğinde giderken, dışarı çıkmasını isteyen polisin odasına girdiğini gördüğünü aktardığını belirtti.
51 No'lu DVD'nin de Evci'nin odasına bu sırada konulduğunu ve diğer odalarda tüm delillerin toplandıktan sonra, ofisin sekreteryasına götürülmeleri işlemi yapılırken, Evci'nin odasında yapılan aramada bulunan bu DVD'nin hemen sekreteryaya götürülerek bırakıldığını savunan Öztürk, şöyle devam etti:
''51 No'lu DVD polis tarafından konulmuştur. Levent Albay (Göktaş) ülkücüdür. Bir polis Levent Albaya 'Komutanım ben de ülkücüyüm. Amirlerim burada ne yapıyorlar bilmiyorum. Amerikalılar gelip gidiyorlar' demiş. Ben de 10 Ocak 2009'da İstanbul'da Levent Albay gözaltındayken Terörle Mücadele Şubesi'nde gece 22.00'de Amerikalıları gördüm.''
Savcılık sorgusu sırasında Göktaş'a 51 nolu DVD'yle ilgili sorular sormaları üzerine şaşırdıklarını ve bu DVD'yi görmek istediklerini, ancak kendilerine gösterilmediğini aktaran Öztürk, ''Savcı Zekeriya Öz, önüne bu sırada getirilen Göktaş'ın dosyasının kapağını bizim önümüzde kaldırdı. Daha sonra yanındakine 'polisten gelen kartı tak da sorulara bakalım' dedi. Bir savcı polisin hazırladığı soruları sormaz'' diye konuştu.
Arama ve sorgulamadaki usulsüzlükler nedeniyle pek çok suç duyurusunda bulunduklarını da belirten Öztürk, ''Biz bunları niye yapıyoruz? Türkiye yeniden hukuk devleti olduğunda bunların hesabını sormak için. Ama olmayacak tabii. Eylül ayında af çıkartılacak ve insanları masum olduğunu ispatlama hakkı tanımadan salıverecekler. Bir arkadaş, 'Biz Öcalan'la aynı maddeden yargılanıyoruz değil mi?' dedi. Evet dedim. Zaten af çıkarmaktan amaç o. Öcalan da general de bırakılacak'' iddiasında bulundu.