Babası Cemil Sait Barlas'tan aldığı gazetecilik bayrağını tam 50 yıldır başarıyla taşıyor Mehmet Barlas... Hem geçmiş yılın, hem de 2010'un genel bir değerlendirmesini almak ve SABAH'ın başyazarı olarak mesajını sizlere aktarmak için yeni yılın ilk röportajını ona ayırdım. Bugün giriş bölümünü okuyacağınız röportajın tamamı yarın. Keyifli okumalar...
Gazetecilikte kaç yılı doldurdunuz?
İlk yazım 1961'de çıktı. 50 sene dolmak üzere...
Babanız Cemil Barlas'ın gazetesinde başladınız değil mi gazeteciliğe?
Evet...
Mesleği babadan öğrenen nadir ustalarımızdansınız. Bu size bir ayrıcalık sağladı mı sektörde?
Elbette bu çok önemli bir şey ama önemli olan kökün değil, o kökten başlayıp maraton koşabilmek mesele. Fazla yalpalamamak. Dinç Bilgin'in kökü de gazeteci idi. Ama ne oldu sonu? O nedenle bu mesleği yaparken genel ilkeleri unutmamak lazım. O zaman çok hoş oluyor...
Kimine miras olarak babadan mal mülk kalır, kimine ise meslek...
Benim arkadaşlarım Kemal Tahir, Bahattin Serek, Turan Güneş gibi duayenlerdi. Bir gün Turan Güneş, "Herkesin babası para bırakır, senin baban bizim gibi arkadaşları bıraktı" dedi. Böyle bir gelenek...
Bu geleneğin gölgesinde Türkiye'nin en köklü gazetesi SABAH'a başyazar oldunuz. Çok önemli bir misyonu taşıyorsunuz üzerinizde.
Şimdi değil ama eskiden önemliydi. Çünkü gazete sahibi ayrıca başyazardı. Başyazıyı yazan adam bütün gazetenin sahibiydi.
Siz aynı zamanda gazetenin sahibisiniz o zaman?
Hayır (gülerek). Ben gazetenin sahibi değil, köşenin sahibiyim. Bir misyon var tabii yüklenen. Bazen kendi düşüncelerimi dizginliyorum. Duygularımı yazıya yansıtmıyorum. Sırf yazının üzerinde "BAŞYAZI" yazıyor diye. Çünkü, SABAH'a zarar gelsin istemiyorum. Okuyucu SABAH'ı damgalamasın. Şu ya da bu şekilde. Endişem ondan...
Seviyorsunuz siz SABAH'ı...
Seviyorum tabii... SABAH'ın neyini seviyorum biliyor musun? Özgür bir forum olması çok etkiliyor. Sabah'ın içinde insanların düşüncelerine göre kategorize etme alışkanlığı yok. İsteyen istediğini özgürce yazar, kimse kimsenin yazdığına karışmaz. 1989'da girdim, üç kez ayrıldım geri döndüm ama hiçbir ayrılışımda bana zorla bir şeyi yazdırmaya sebep olan durumdan değildi. 28 Şubat'ta yazımı kestiler. Yazıdan dolayı değildi. Ankara'da birileri baskı yaptı bunlara. Dinç Bilgin banka alacaktı ve o günün idarecileri de karşılık olarak kellemi istediler. O da verdi. Dinç Bilgin iyi bir gazete patronuydu yazık oldu. Çileden çıktı.
Peki yazarlar arası polemik meselesine nasıl bakıyorsunuz? Eskiden de böyle miydi?
Polemik yapılırdı ama her konu dedikodu malzemesi değildi.
Mesela?
Ekonomi dedikodu malzemesi değildi. Edebiyat dedikodu malzemesi değildi. Dış politika dedikodu malzemesi değildi. Ama şimdi sağolsun Hürriyet'in genel yayın yönetmenliğini henüz bırakan Ertuğrul Özkök'ün sayesinde her konu dedikodu gibi algılandı. "İnsanlar işine yarasın, kendi hayatını yönlendirsin" diye gazete okur. Yazarların birbiri arasındaki magazinel polemiklerini okumak için değil!