Yemen, Irak ve Suriye üzerinde güç savaşına girdiği söylenen Riyad ve Tahran yönetimleri arasındaki gerginlik giderek tırmanıyor. Cumartesi günü Şii din adamı Nimr al-Nimr ve beraberindeki 46 kişi, üç Şii muhalif ve onlarca Al-Kaide üyesi ile birlikte Suudi yönetimi tarafından idam edilmişti. İki tarafın resmi makamlarınca yapılan sert açıklamaların ardından yükselen tansiyon olası bir savaş endişesini de körüklüyor. Suudi Arabistan Savunma Bakanı Veliaht Prens Mohammed bin Salman, Perşembe günü yaptığı açıklamada yaşanılan krizin Körfez bölgesinin ana güçleri arasında olası bir savaşı önleyeceğinin garantisini verdi.
The Economist dergisine konuşan Veliaht Prens, Suudi Arabistan ve İran arasında olası bir savaşın bölgede bir facianın başlangıcı olacağını söyledi. Böyle bir savaşın dünyanın geri kalan kısmını da fazlasıyla etkileyeceğinin altını çizen Salman, "Tabi ki böyle bir şeyin olmasına izin vermeyeceğiz," dedi.
Şii din adamı Nimr al-Nimr'in Suudi cellat tarafından yüksek güvenlikli bir hapishanede öldürüldüğü gecenin hemen sonrasında, İranlı protestocular Tahran'da bulunan Suudi Büyükelçiliğini ve Meşhed'de bulunan Suudi Arabistan Konsolosluğunu bastılar. Riyad yönetimi ise protestolara İran ile diplomatik ilişkilerini keserek yanıt verdi. Suudi Arabistan'da mutlak monarşi altında, kamu önünde karar vericilerin kararlarının sorgulanmaması bir tabu olarak uygulanmaya devam ettiği için ismini vermeden konuyu değerlendiren Suudi bir siyaset bilimci "Bu durumun Kral Abdullah yönetiminde yaşanabileceğine inanmıyorum. Ne idamların ne de diplomatik ilişkilerin kesilmesinin," değerlendirmesinde bulundu. Diplomatik ilişkilerin kesilmesini değerlendiren Suudi uzman "Şahsen, sadece Büyükelçinin geri çekilmesini isterdim. Bu sonrasında değiştirilmesi daha az zor bir durum," dedi.
1953 yılından bu yana Kral olarak göreve gelen altıncı kardeş Salman, yeğeni Mohammed bin Nayef'i Veliaht Prens olarak ve oğlu Mohammed bin Salman'ı da Nayef'in yardımcısı olarak atamakla, 60 yıldır süregelen geleneği değiştirerek ilk güç transferini gerçekleştirmiş oldu.
Suudiler, İran ile ilişkilerin kesilmesinin, yeni yöneticilerinin hüküm vermekte kendilerinden önceki yöneticilerden çok daha az tereddütlü olduğunun bir kanıtı olduğunu düşünüyorlar. 2011'de Tahran'daki İngiliz Büyükelçiliği ateşe verilmiş ve 1988'de benzer bir saldırıda bir Suudi diplomat öldürülmüş olmasına rağmen, Riyad yönetimine yakın kaynaklar İran'daki büyükelçilik ve konsolosluk binalarına yapılan saldırıların aslında süpriz olduğunu savundular.
Güçlü bağlantıları olan bir Suudi, Riyadlı yöneticilerin Büyükelçilik krizini beklediklerine inanmadığını söylerken, yine de İran tarafından tamamen adil olacağına inanılan bir idam ile missileme yapılabileceği gerçeğinin Suudi yönetimi tarafından daha göze alınabilir bir risk olarak algılandığını iddia etti. Hükümetin şuan ki tavrının İran'ın saldırısını geri püskürtmek olduğunu söyleyen Suudi isim, "Eğer İran iç meselelere müdahaleye kalkışırsa, bu tam bir aforoz anlamına gelir," dedi. Suudi isim ayrıca İran'ın tehditlerinin Suudi yönetimini Nimr idamına devam etmek konusunda daha kararlı hale getirmiş olabileceğini savundu. İdam edilenlerin Suudi Arabistan'da suç işleyen Suudi vatandaşlar olduğunu söyleyen Suudi isim, "Uluslararası kamuoyu ve özellikle İranlıların düşüncülerini göz önünde bulundurmayacağımızı [İranlılar] düşünüyorlar," dedi.
İslam'ın ilk dönemlerinden beri mezhep çatışmalarının yaşandığı Ortadoğu, Osmanlı İmparatorluğu Dönemi'nde diğer dönemlere kıyasla biraz daha sakin kaldı. Ancak, bölge güçlerinin kendi nüfuzlarını artırma girişimleri için ortaya çıkardıkları anakronik uyuşmazlıklar ile Ortadoğu yeni bir mezhep çatışmasına çekilmiş oldu. Şia mezhebinin merkezi haline gelen İran ve Selefi-Vahabi katı içtihadi öğrentilerinin hüküm sürdüğü Suudi Arabistan arasındaki mezhepçi politikaların yarattığı çatışmalar bölge halkınının acı çektiği bir yarışa dünüştü. Endonezya'dan Senegal'e uygulanan ana İslam anlayışından uzakta, iki ülke yayılmacı politikalarını takip etmeye devam ettiler. İran 1979 devriminin ardından, Irak ve Yemen'i de içine alan Şii topluluklarına liderlik etme onları birleştirme politikası güderken, Suudi Arabistan ise Sünni mezhebinin yan dallarından olan, farklı İslami yorumların geçerliliğini ise tamamen reddeden Vahabiliği farklı ülkelerdeki Vahabi toplulukları destekleyerek yaymayı amaçlıyor.