Gazeteci için en zor haberler, hikayenin içine girmek zorunda kaldığı haberlerdir. Ne yapılırsa yapılsın mesleğin olmazsa olmazla
rından olan 'tarafsızlık' bu tür durumlarda, vicdanın ardında kalır. Ama hayat her zaman tarafsız kalmayı gerektirmeyecek kadar acımasızsa, bazen vicdan elbisesini giymek en doğrusudur. Ağrılı Melek Karaaslan'ın (24) benim için 5 günde başlayıp biten hikayesi de bu türden hikayelerden.
BİR HABERİN HİKAYESİ
Van depreminde tanıştığımız idealist bir sosyal hizmet uzmanının çığlığıyla bana ulaşan Melek'in hikayesini ilk gün yazdığımda, hem bir gazeteci olarak hem bir kadın olarak hem de bir insan olarak iyi bir şey yapmış olmanın hissiyle doluydum. Ortada bir insanlık suçu vardı ve bunu Türkiye kamuoyuna duyurmak görevdi. Öte yandan bir kadın olarak da, bu türden bir şiddete maruz kalmış bir hemcinsle geç de olsa dayanışmanın hissi önemliydi. 'Çocuk gelini döverek delirttiler' başlığıyla yayımlanan ilk haberin etkileri umduğumuz gibi oldu: Ağrı Valiliği, Ağrı Sosyal Hizmetler Müdürlüğü ve Ağrı Savcılığı harekete geçti. Melek Karaaslan, bizzat Vali Ali Yerlikaya tarafından hastanede ziyaret edildi. Aynı gün Melek'in tedavisinin Ağrı Devlet Hastanesi'nde yapılamayacağına karar verilerek, Ankara'ya nakledildi.
Melek'in Ankara Dışkapı Hastanesi'ndeki tedavisi sürerken, onu o halde görüp hastaneye kaldırılmasına vesile olan kendisinden bir yaş büyük ağabeyi Reis Levent, Ağrı Cumhuriyet Savcılığı'na başvurarak yıllarca şiddet uygulayarak ve en sonda onu bir tuvalete bağlayıp açlığa terk eden, açık yaralarının kurtlanmasını izleyen koca Ferdi Karaaslan, kayınpeder Kutfettin Karaaslan ve kayınvalide Naciye Karaaslan hakkında suç duyurusunda bulundu. SABAH bu gelişmeyi de 'Çocuk Gelin Yargıda' başlığıyla duyurdu. Ancak sonradan edindiğimiz bir bilgi, yargı süreciyle ilgili halen yanıtlanmayan sorular sorulmasını başlatan sürecin de ilk perdesini açtı. Ağrı Cumhuriyet Savcılığı Karaaslan ailesinin neredeyse bütün fertlerini jandarma marifetiyle ifadeye çağırmış, ifadelerini almış, ancak daha sonra serbest bırakmıştı. Ailenin tamamı verdikleri ifadelerde; Melek'in kendiliğinden hastalandığını, şiddet yaşamadığını, bir şey yemeyi kendisinin reddettiğini, tuvalet ihtiyacını gidermeyi unuttuğunu belirterek 'masum' olduklarını iddia etmişti. Ancak bu ifadeler, Melek'in neden tuvalete bağlandığını, neden üstünde bir beyaz örtüden başka bir şey olmadığını, neden kötürüm olacak derecede hareketsiz kaldığını, neden açık yaralarına düşen kurtların görmezden gelindiğini açıklamaya yetmiyordu.
KADIN ÖRGÜTLERİ DEVREDE
Buna rağmen Ankara'da tedavisi süren Melek'in artık emin ellerde olması, hikayenin en iyi tarafıydı ki; bu teselli sadece iki gün sürdü. Ankara'ya bir ambulans uçakla yalnız başına gönderilen Melek, ağabeyi Reis Levent'in Ankara'daki hastaneye ulaşmasından 10 dakika önce yapayalnız bir şekilde hayata gözlerini yumdu. Bu satırların yazıldığı saatlerde Melek'in ölümünün üzerinden 48 saat geçtiği halde, henüz hiç kimse gözaltına alınmamıştı.
Melek nasıl 24 yıllık hayatını sahipsiz ve yapayalnız yaşayıp, yapayalnız öldüyse; öldükten sonra da yalnızlığı sürdü. Keçiören'deki Adli Tıp'ta yapılan otopsisinden sonra, cebinde 5 kuruş parası bile olmayan ağabeyi Reis Levent'e "Tamam artık cenazeni götürebilirsin" dendi. Ankara'dan Ağrı'ya hem kendisini hem de tabutun içindeki kızkardeşini nasıl götüreceğini bilmeyen genç adamın çaresizliğineyse yine kadınlar derman oldu. Telefonda "Abla ne olur bana yardım edin" diyen adamın sesini duyduktan sonra, gazeteci kimliğim bitmişti. İlk aradığım kişi, Melek'in hikayesini en başından beri bilen Diyarbakır'daki Kadın Merkezi (Kamer) Vakfı'nın başkanı Nebahat Akkoç oldu. Kamer'li kadınlar, ölen Ağrılı kızkardeşi sahipsiz bırakmadı. Ağabeyin biletini ve Melek'in tabutunun uçak kargosu masraflarını onlar üstlendi. Akkoç'un girişimleriyle Ankara'daki kadın örgütü Kadın Dayanışma Vakfı (KADAV)'dan İlknur Üstün, yanına İHD'den Kürtçe bilen bir arkadaşını alarak Türkçesi oldukça yetersiz olan Reis Levent'in Ankara'daki mihmandarlığını üstlendi. Ancak yapılması gerekenler bununla da bitmiyordu. Melek'in cenazesinin Ankara'daki havalimanına taşınması için ambulans ayarlamak gerekiyordu. Burada da SABAH'ın Ankara bürosu yardıma koştu ve belediyeden ayarlanan bir ambulans Melek'i topraklarına taşımak için seferber oldu. Bu arada Van'daki Van Kadın Derneği (VAKAD) başta olmak üzere kadın örgütleri ve sivil toplum örgütlerinden kadınlar, Melek'i köyündeki son yolculuğuna hazırlamak için hazırlıklara başladı. Melek'in cenazesini ailesiyle birlikte karşıladılar ve onu havaalanının yakınındaki benzin istasyonunda yıkadılar.
Adı Melek'ti, soyadı 16 yaşına kadar Levent, yaşamının son 8 yılında ise Karaaslan. Ağrı'nın Hamur ilçesine bağlı Çağlayan köyünde doğmuştu. 3 çocuğu oldu, ikisi yaşadı. Ama karların üstünde doğurduğu ölü bebeği hiç unutmadı. Yaşarken yapayalnızdı, ölürken yapayalnız, gömülürken ise ülkenin dört bir tarafından birçok dost edinmişti. Onu toprağına kavuşturan da, hikayesine ses olanlar da, omuzlarında toprağa verenler de yine kadınlar oldu. Şiddet karşıtı erkekler de onun mezarına toprak atarak, Karaaslan'a karşı son görevlerini yerine getirdi. SABAH olarak Melek Karaaslan'ın ölümüne sebep olanlarla ilgili yargı sürecine ilişkin gelişmeleri takip etmeye devam edeceğiz.