Dün hilâfetin kaldırılışının ve Osmanoğlu Ailesi'nin sürgüne gönderilmesinin 94. yıldönümü idi. Bu yıldönümü vesilesi ile Sultan Abdülmecid'in kızı ve Sultan Abdülhamid'in de kızkardeşi olan yaşlı bir Osmanlı prensesinin, Seniha Sultan'ın, sürgün kararının hemen ertesi günü Reisicumhur Mustafa Kemal Paşa'ya gönderdiği ve "Çok yaşlıyım. Beni kovmayın, son günlerimi odamda geçirmeme müsaade buyurun" dediği telgrafı yayınlıyorum.
Dolmabahçe Sarayı bundan 94 sene önce, 1924'ün 3 Mart akşamı tarihinin belki de en büyük telâşını, koşuşturmasını ve heyecanını yaşıyordu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin o gün kabul ettiği 431 sayılı kanunla Osmanlı Hanedanı'nın bütün mensuplarının Türkiye sınırları dışına çıkartılmasına karar verilmiş, memleketten ayrılmaları için hanedanın erkek mensuplarına 24 saat, kadınlara ise on gün tanınmıştı.
TELEFONLAR BİLE KESİLDİ
Saraydaki koşuşturmanın sebebi, işte bu kanundu. Ankara Hükümeti, İstanbul Valisi Haydar Bey'e gönderdiği telgraf emriyle Dolmabahçe Sarayı'nda yaşayan Halife Abdülmecid Efendi'nin hemen o gece sınırdışı edilmesi talimatını vermişti.
Vali Haydar Bey, 3 Mart akşamı saat sekiz sularında Halife'ye kararı tebliğ etmek için Dolmabahçe Sarayı'na gitti. Yanında İstanbul Emniyet Müdürü Sadeddin Bey de vardı. Polis ve asker sarayın etrafını sarmış, giriş-çıkış yasaklanmış, bütün telefonlar kesilmiş, sarayda yaşayanların dışarıyla bağlantı kurmasına imkân bırakılmamıştı.
155 KİŞİ SÜRGÜNE GİTTİ
Halife, oğlu, kızı, hanımları ve kalfalarından bazıları hemen o gece otomobillerle Çatalca İstasyonu'na götürülüp orada bekleyen Simplon Ekspresi'ne bindirilerek Türkiye sınırları dışına çıkartıldılar.
İki gün sonra, Sirkeci'den kalkan aynı ekspreste bulunan ve çoğunu Osmanoğlu ailesinin mensuplarının teşkil ettiği yolcular, yine dönüşü olmayan bir yola gidiyorlardı…
Ailenin memleketi gruplar halinde terketmesi on gün boyunca devam etti ve hem istasyondan, hem de Sirkeci Rıhtımı'ndan hanedana mensup olan kadın, erkek ve çocuk 155 kişi Türkiye'den ayrıldılar…
Sınırdışı edilenler arasında çok yaşlı bir hanım da vardı: Seniha Sultan…
Şimdilerde moda olan "Payitaht: Abdülhamid" dizisinde oyuncuların hem kendisini, hem de kocası Mahmud Paşa'yı canlandırdıkları bu yaşlı hanedan mensubu, Sultan Abdülmecid'in kızı, Sultan Abdülhamid'in de kızkardeşi idi…
ON GÜN SÜRE VERİLDİ
Çırağan Sarayı'nın yerinde bulunan eski sarayda dünyaya gelmişti ve hanedanın en "serbest" ve en zengin sultanlarından olarak bilinirdi. Kocası Mahmud Paşa'nın iki oğlu, Sabahaddin ve Lutfullah Beyler ile beraber Sultan Abdülhamid'in iktidar senelerinde Türkiye'yi terkedip Avrupa'ya yerleşmesi üzerine hayli sıkıntılar yaşamış, sıkıntıları ağabeyi Sultan Reşad'ın tahta geçmesinden sonra biraz olsun rahatlamıştı ama 3 Mart 1924'te kabul edilen kanuna göre on gün içerisinde Türkiye'yi terketmesi isteniyordu.
HÜZÜN DOLU TELGRAF
Seniha Sultan, kararın tebliğinde sonra bir ümide kapılarak, Pangaltı Postahanesi'nden 4 Mart'ta Ankara'ya, Reisicumhur Mustafa Kemal Paşa'ya bir telgraf gönderdi. Hanedanın bu yaşlı mensubu, "Ankara'da, Türkiye Reisicumhuru Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne" hitabı ile başlayan telgrafında "78 yaşındayım. Odadan bile çıkmak iktidarına mâlik bulunmadığımdan karar-ı ahire tebaiyet maddeten imkân haricindedir. Hayattan artık bir nasibi kalmamış olan benim gibi bir ihtiyarın takarrüp eden son günlerini odasında geçirmeye müsaade buyurmanızı istirham eylerim. Seniha binti Abdülmecid" diyordu.
Sultan'ın şimdi Ankara'da, Cumhurbaşkanlığı Arşivi'nde bulunan telgrafını arşivin müdürü ve dostum Muhammed Safi'ye teşekkürlerimle beraber, bugünün Türkçesi'ne naklederek vereyim:
"78 yaşındayım. Odadan çıkmaya dahi gücüm yetmediğinden alınan son karara uymam mümkün değildir. Hayattan artık bir nasibi kalmamış olan benim gibi bir ihtiyarın yaklaşan son günlerini odasında geçirmeye müsaade buyurmanızı istirham eylerim. Abdülmecid'in kızı Seniha".
ELEMLİ İNSAN MANZARALARI
Seniha Sultan'ın talebi dikkate alınmadı ve aile ile beraber o da Türkiye'den sınırdışı edildi. Bir müddet Paris'te oğlu Sabahaddin Bey'in yanında kaldı, Sabahaddin Bey'in maddî sıkıntıya düşmesi üzerine Nice'e geçip kuzeni olan son Halife Abdülmecid Efendi'nin yanına sığındı. Halife'nin Nice'in Cimiez semtideki evinin çatı katındaki hizmetkâr odalarından birinde yaşamaya başladı ve hanedanın en zengin hanımlarından olan bu yaşlı prenses, 1931'de orada vefat etti.
Türkiye'de arada bir "Hilâfet niçin kaldırıldı?" yahut "Osmanoğulları'nın sınırdışı edilmeleri şart mı idi?" gibisinden tartışmalar çıkıyor.
Hilâfetin kaldırılması ile bir ailenin çoluk-çocuk, kadın-erkek bütün mensuplarının sürgüne gönderilmesi farklı meselelerdir ve o sürgün hayatından insanî manzaralar nakletmek ise bambaşka bir konudur…
Burada 155 kişilik bir ailenin sürgününün haklı olup olmadığı konusuna girmiyor, sadece yaşlı bir kadının hüzünlü hayatından bir sahneyi naklediyorum...
ANKARA'YA 'OSMANLILAR HAKKINDA İSTİHBARAT RAPORU' DİYE AKILLARINA NE GELİRSE YAZMIŞLARDI
Türkiye, 1924 Mart'ında Türkiye'den sınırdışı edilen ve hanım mensuplarına 1952'de, erkeklerine de ancak 1974'te memlekete dönüş izni verilen hanedanı, sürgün senelerinde sıkı bir takip altında tuttu ve Ankara'ya seneler boyunca raporlar gönderildi.
HAYALÎ ÖRGÜTLER
Ama, bu raporların bazılarında gerçek ile alâkası olmayan abartılı iddialar vardı. Meselâ ailenin büyük parasızlık çektikleri bilinen ve yaşadıkları maddî sıkıntılar dostlarına gönderdikleri mektuplardan da hemen anlaşılan bazı mensuplarının "önemli bir servete sahip oldukları" söylenip "Aman dikkat edin, ordu kurup gelerek Cumhuriyet'i yıkmaya hazırlanıyorlar" gibisinden ifadeler yeralıyor, hattâ hayalî örgütlerden bahsediliyordu.
Sürgündeki aile hakkında bu şekilde gerçek ile alâkası olmayan haberler vermek, bazı kişiler için hem görev, hem de gelir kaynağı olmuştu!
BİR İSTİHBARAT RAPORU
İşte, bu ihbarlardan biri: İçişleri Bakanlığı'nın 23 Ağustos 1935'te Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği'ne gönderdiği raporda geçen bazı iddialar:
"Mısır'da birkaç serseri ve içlerinde Yüzelliliklerden Karikaturist Rıfkı olduğu halde Helvan'da enkaz-ı saltanattan (saltanat enkazından) Şehzade Şevket'in hânesinde ictimalar yaparak (toplanarak) bir cemiyet tesis etmek istemişlerdir. Bu cemiyetin gayesi muhacir olarak Romanya'dan avdet eden Müslümanlar'ın tanassur ettirilmesine (Hristiyan yapılmalarına) mani olmaktır. Bu cemiyete Hoca Sabri'yi de sokmak istemişlerde de, karaktersiz ve hafiyelik eden insanlarla çalışamayacağını söyleyerek cevab-ı red vermiştir. Bu münafıklar Türkiye'de tanassur keyfiyeti (Hristiyanlaştırma durumu) olmadığını bildikleri halde bu maksatla cemiyet tesis etmeleri sırf Türkiye aleyhine cahil ve mutaassıp Mısır muhitinde bir cereyan uyandırmak içindir. Bura gazetelerinin verdikleri haberlerde Helvan'da Şehzade Şevket'in evinde ictima edenler makyajla tebdil-i şekl ederek (şekil değiştirerek) zevci vefat eder ve mühimce bir mirasa konan zengin bir kadın ve çocuğundan hile ve desâis (hileler) ile para gasbedebilmek maksadıyla bir cemiyet tesis etmişlerdir. Nam-ı müstear altında daha bazı yerlerde dolandırıcılık teşebbüsatına giriştikleri suret-i hususiyede )özel surette) haber alınmıştır". (Habertürk)