MİRCEA LUCESCU: Terim kazandı
Dünyada beni en çok heyecanlandıran iki derbi vardır; biri Barcelona-Real Madrid, diğeri Fenerbahçe-Galatasaray. Bir maçtan daha fazlasıdır bu derbiler. Her anı tarihe not edilmesi gereken heyecanlar yaşatır insana. Kazanan dünyanın en mutlu insanıdır.
Galatasaray'ı çalıştırdığım iki sezonda bu farklı heyecanı yaşamanın ayrıcalığını tatmış bir insanım.
O günleri, o özel anları hiç unutamam. İki büyük takım arasındaki Kadıköy derbileri, Fenerbahçe'nin Galatasaray'ı 2000'li yıllarda hep yenmesi nedeniyle daha büyük anlam kazanmıştır.
Bana soracak olursanız, Kadıköy'de bu kadar uzun süre Fenerbahçe'nin kaybetmemesinin futbol diliyle bir izahı yoktur. Bunu söylerken Fenerbahçe'nin hakkını yemek istemem tabii.
BEN BUNA KADER DERİM
Galatasaray'ın daha baskılı, daha efektif, daha pozisyon zenginliğiyle oynadığı maçları da hatırlıyorum; ama o maçları da Fenerbahçe kazandı. Sanırım bunun nedeni sosyologlar açıklamalı, böylesi daha sağlıklı olur. "F.Bahçe niye kaybetmiyor?" diye sorarsanız, benim fikrimi sorarsanız eğer, kader derim. Olacakların önüne geçemiyorsunuz.
İnsanoğlunun karşı koyamadığı tek şeyi, kaderidir!
Milan Baros'un son saniyedeki vuruşunda top kaleye girmek yerine direkte patlıyorsa eğer, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız sanırım.
FARK GELİR ZANNETTİK
Gerçekten izlerken nefesim kesildi dünkü maçta. Bunu Galatasaray'ı çalıştıran bir hoca olarak değil futbolsever olarak söylüyorum. Fenerbahçe-Galatasaray maçları dünya derbisidir diye boşuna demiyorum. Fenerbahçe'nin mutlaka kazanması gerekiyordu.
Beklendiği gibi maça fırtına gibi başladı.
Sow'un golü gibisini ben futbol sahalarında çok az gördüm. Alex'inki için de aynı şeyleri rahatlıkla söyleyebilirim.
Fenerbahçe bir anda 2-0'ı bulunca, "Acaba fark mı gelecek?" diye aklımdan geçirmedim değil.
RÜZGAR TERSİNE DÖNDÜ
Ama bu düşüncem Johan Elmander'in golünden sonra değişti. Zaten bu golün geleceği belliydi. Fenerbahçe çok rahatlıkla farkı arttırabilecekken, bir anda ne olduysa işler Galatasaray'ın lehine döndü. Kontrol artık tamamen Galatasaray'ın eline geçmişti.
Soyunma odasında eminim ki Aykut Kocaman, futbolcularından topu daha çok kontrol etmelerini, çok pas yapıp rakibin boşluklarını değerlendirmelerini, 2-1'e yatmamalarını istemiştir.
Fatih Terim ise "Rakip skoru korumak isteyecektir. Dakikalar ilerledikçe stresleri artacak. Bunu iyi değerlendirmeliyiz.
Golü bulmak için zamanımız var. Sabırla hücum etmeliyiz" demiştir.
EKMEĞİNE YAĞ SÜRDÜ
Galatasaray, ikinci yarıda böyle oynadı.
Sabırla hücum ettiler, topa daha çok sahip oldular. Buna karşın Fenerbahçeli futbolcular, rakip geldikçe daha çok geriye yaslandı. Aykut Kocaman'ın inisiyatif kullanıp oyuna müdahale etmesi gerekiyordu. Ben olsam Stoch'u çıkarmazdım.
Hadi çıkardım, oyuna alacağım oyuncu Selçuk Şahin olmazdı. Dia tercihi daha doğru olurdu. Alex yorulmuştu ama onun da çıkması yanlıştı.
Rakibin en çekindiği iki oyuncuyu Aykut Kocaman oyundan aldı. Bir anlamda Fenerbahçe kendi ipini çekti. Fenerbahçe olgun atak geliştiremeyince dönen her topta G.Saray tehlike yarattı.
G.SARAY AĞIR BASTI
Hakan Balta'nın golü işte böyle bir anda geldi. Baros'un son saniye atamadığı gol ise Fenerbahçe'nin şansıydı.
Bence Galatasaray, bu sonuçla çok büyük bir avantaj yakaladı. Fenerbahçe ise ayağına kadar gelen kısmeti tepti.
Skor tabelasında belki eşitlik vardı ama 90 dakikanın geneline baktığımızda bence Galatasaray futbol olarak biraz daha ağır bastı. Aykut Kocaman, skoru korumaya yönelik değişiklikler yaparken, Terim'in oyuncu değişiklikleri kazanmaya yönelikti.