Başbakan Erdoğan'ın Almanya seyahati, önemli gelişmelerin ilk adımı olabilir.
İlk izlenimim, Alman siyaset eliti, artık Türkiye'yi "eşit bir ortak" gibi görmeye kendisini alıştırmış bulunduğu...
Bu yılın başında, 50 yıllık bir işleyişten sonra Federal Almanya Cumhuriyeti, ilk kez Türkiye için ayırdığı "kalkınma yardımı" desteğinin artık bir anlamı kalmadığını, Türk ekonomisinin "gelişmiş bir ekonomi" olduğunu resmen karar altına aldı.
Türk ekonomisinin ve Türk dış siyasetinin performansı, bütün ziyarete ve görüşmelere yansıdı... Suriye'den gelen 100 bini aşkın göçmenin misafir edilmesi konusunda yürütülen insancıl politika, Türkiye'nin imgesini çok yükseltmiş. Erdoğan, hem gösterilen ekonomik performansın desteğiyle, hem de 10 yıldır her demokratik seçimde sağlamlaşan iktidar tecrübesiyle, her açıdan insanın içini ısıtan bir özgüven ve devlet adamlığı sergiledi.
ERDOĞAN'IN AÇILIMI
En merak edilen hususlardan biri, AK Parti kongresinde hiç bahsetmediği AB ilişkileri konusunda Başbakan'ın tavrının ne olacağıydı. Burada Erdoğan, en inançlı AB taraftarlarını bile hayrete düşüren çok heyecan verici bir AB perspektifi çizdi. AB bütünleşmesinin bir barış ve bir toplum modeli olarak olağanüstü işler başardığını vurgulayan Başbakan, Euro krizinden de AB'nin daha güçlenmiş olarak çıkacağını, AB liderlerinin bu krizi yönetmekte gösterdikleri fedakârlığın takdir edilmesi gerektiğini söyleyerek son derece samimi ve çarpıcı bir tavır sergiledi.
Nobel Barış ödülünün ise, daha Batı Avrupa ile Doğu Avrupa'nın birleşmesi aşamasında AB'ye verilmesi gerektiğini ifade etti. Başbakan'ın bu yaklaşımı, AB medyasında krizde atılan her adımı eleştiren genel duruşa son derece aykırı ve yapıcı olmasıyla, güzel bir sürpriz yarattı ve hayranlık uyandırdı.
Başbakan'ın asıl verdiği mesaj, üzerinde durulması gereken çok önemli bir açılımı simgeliyordu. Türkiye'nin Euro bölgesine değil, AB'ye aday olduğunu söyleyen Erdoğan herkesin düşündüğü ancak yüksek sesle resmen ifade edemediği bir gerçeği dile getirdi.
İki bölgeli bir AB fiilen kuruluyor.
Türkiye, İngiltere gibi, bu AB'nin merkez çekirdeği olan Ekonomik ve Parasal Birliğe girmek niyetini taşımıyor.
Tek Pazar'ın ve AB'nin parçası olarak bir Türk Lirası bölgesi oluşturmak, bu istikrar ve refah merkezini Balkanlar, Orta Doğu, Kafkaslar ve nihayet Orta Asya'ya ticaret ağları kurmak, demokrasi ve barış ihraç etmek için kullanmayı hedefliyor.
AB içinde kimse, İngiltere'nin Tek Pazar'da dahi kalmak isteyeceğinden emin olmadığı için, bu
"iki bölgeli AB" projesi henüz ciddi kurumsal bir hazırlığa sahne olamadı. Ne var ki, geçtiğimiz haftalarda, Ekonomik ve Parasal Birliğin iki kurucu babası olarak addedilen 93 yaşındaki eski Şansölye Helmut Schmidt ve 86 yaşındaki eski Cumhurbaşkanı V. Giscard d'Estaing, Der Spiegel'de, Erdoğan'ın dile getirdiği iki bölgeli AB mimarisinin yegâne çıkış yolu olduğunu, derin tecrübeleriyle dile getirmişlerdi.
İKİ KRİTİK ZİYARET
Başbakan'ın önerisi çok ciddiye alınacaktır. AB'de Türkiye'nin üyeliğine muhalif sesler, AB bütçesinden üye olduğu takdirde ciddi bir destek alacağını varsayıyordu. Bugüne dek yapılan kimi hesaplamalar, yıllık 10 ila 14 milyar Euro arasında bir meblağı, Türkiye'nin bütçeden net transfer olarak alacağını ortaya koymaktaydı.
İflas eden AB ülkelerine destek için ayrılan yüz milyarlarca Euro ve silinen aynı düzeyde banka borçlarıyla karşılaştırıldığında, bu bütçe katkısı bugün anlamını yitirmiş gibi duruyor.
İktisadi açıdan hangi hesap yapılırsa yapılsın, Türkiye'nin kendi bölgesinde serbest ticaret alanları kurarak AB pazarını genişletmesi, aynı zamanda Euro'ya talip olmaması, reddedilmesi çok güç bir teklif olarak masaya gelmiş bulunuyor.
Bu teklifin masada ebediyen durmayacağını da Başbakan, 2023'ün "çok gecikmiş bir tarih" olacağını vurgulayarak ifade etti.
Başbakan'ın önerisi, zayıf ekonomilerle güçlü bir paraya sahip olmak isteyen bir dizi AB üyesi ülkesinin tavrıyla taban tabana zıt düştü ve kendisinin önemli bir devlet adamı ileri görüşlülüğü sergilediği konusunda çok geniş bir fikir birliği oluştu. Merkel, geçmiş ziyaretler ve basın toplantılarından değişik, çok olumlu bir üslup kullandı. Almanya'nın "müzakerelerin sürmesi görüşünü" değiştirmediğini, değiştirmeyeceğini ifade etti. Fransa'da Sarkozy iktidarının son bulması, acımasız bir Türkiye muhalefetinin de terkedilmesiyle sonuçlandı.
AB'nin iki motor ülkesinin, Türkiye politikalarını güncel gelişmeler ışığında yeniden kurguladıkları bu dönemde, Başbakan'ın son açılımı, AB içinde Türkiye'ye karşı önemli değişiklikleri tetikleyecek mi? Merkel'in Hollande'ın 2013'te gerçekleştirmesi beklenen ziyaretlerde ilk adımları somut olarak görme imkânımız belki olabilir.