Sultan Aziz kitabı çok hususi bilgiler içeriyor. Sultan Aziz tahta geçtiğinde halkın kendisinden büyük beklentisi vardı. Babası Mahmud gibi yeniden bu ülkeyi bayındır kılacağı, geleneksel padişahlar gibi yiğitliği, cesurluğuyla Osmanlı'yı mağrur edeceği bekleniyordu. Bu nedenle tahta çıktığında büyük bir şaşaa ile karşılandı. Padişahlık döneminde Avrupa'yla çok içli dışlı olan Aziz, ilk defa yurt dışına çıkan padişah oldu. Aziz'in en önemli yenileşme çalışmalarından biri donanmaya çok önem vermesiydi. Avrupa'nın en büyük donanmalarından birini oluşturdu. Kendisine karşı isyan söz konusu olduğunda çok sinirlenmiş ve "Devletin şevketini, hukukunun muhafazası temin eylemek azmiyle misli görülmemiş bir zırhlı donanma yaptırdım. Berri kuvvetlerin takviyesi maksadıyla ordulara nev-i icad top ve tüfek mühimmat aldırdım. Amal-i mülukanem asayişin idamesi iken bazı ulemanın tehevvuhata cüretleri takbihe ve muazeheye layık ise de bu kere affa nail oldular. Lakin tekrar böyle bir hale cesaretlerinde düşman için hazırladığım silahları onlar üzerinde kullanırım" diye tehdit etmişti. Ancak ne hazin ki kendisinin Hal'inde kendi kurduğu donanmanın namluları ve üst rafataki topçu kışlasının namluları Dolmabahçe Sarayı'na dönmüş, direnmesi halinde ateş edilmekten çekinilmeyeceği söylenmişti.
ATATÜRK NEDEN TEKRAR SARAYA GELDİ?
Cumhurbaşkanlığı Makamı olarak Dolmabahçe Sarayı ve Atatürk kitabı ise Atatürk'ün pek bilinmeyen İstanbul hayatını anlatıyor. 1927'ye kadar İstanbul'a hiç gelmeyen Atatürk, geldiğinde de Dolmabahçe Sarayı'nda kaldı. Dolmabahçe geleneksel monarşinin temsil edildiği mekan. Kitapta Atatürk'ün sarayı cumhurbaşkanlığı makamı olarak tercih etmesinin sebebinin iktidarı temsil etmesi vesilesiyle olduğunun tahmin edildiği söyleniyor. Ancak Mustafa Kemal burayı kullanmaya başladığında kendi yakınları ve Cumhuriyet taraftarlarından "Madem saraylarda kalacaktık Osmanlı'yı neden devirdik" gibi eleştirilere maruz kalmış.
Kitapta sarayın nasıl kullanıldığı, hastalık döneminin bütün ayrıntıları, raporlar da dahil olmak üzere yeralıyor. Saray arşivlerindeki Atatürk'ün Dolmabahçe'deki işleri ve hayatıyla doğrudan alakalı belgelerden sarayı kullanış biçimi, Dolmabahçe sarayına her gelişi öncesi girişilen hazırlıkları ve harcamaları, aylık yeme içme listeleri tespit edilebiliyor. Atatürk, Dolmabahçe Sarayı'nı padişahların kullandığı şekliyle kullanmış. Harem bölümündeki Hususi Daire'de kalmış, devletin temsilinde ve yönetiminde kullanılan Mabeyn bölümünü ise çalışmaları, ilmi araştırmalar ve kongrelerde kullanmış. Riyaset-i Cumhur makamı seçilen Dolmabahçe Sarayı'nda Harf İnkılabı, Türk dili ve Türk Tarihi ile ilgili çalışmalar yapılmış.
KIZINCA HEBENNEKA DERDİ
Atatürk'ün yeme alışkanlığı da farklıymış. "Gece sofraları nedeniyle geç kalkan Atatürk uyanır uyanmaz odasındaki divanın üzerine geçer, orada bağdaş kurarak kahve sigara içerdi. Sonra tıraşını, masajını yaptırır, banyodan sonra çalışma odasına geçerdi. Hem kahvaltı hem öğle yemeği olarak bir dilim ekmek ve bir kase ayran ya da yoğurt yerdi. İkindi vaktinde de bir bardak ayran içerdi."
Atatürk'ün bazı kelimeleri kendine has bir üslupla söylediğini de kitaptan öğreniyoruz. "Atatürk'ün kendilerine mahsus telaffuz ettiği bazı kelimeler vardı. 'Tabanca'ya 'tapanca', 'kırbaç'a 'kırpaç', 'henüz'e 'henus', 'yoğurt'a 'yuğurt', 'sarhoşa'a 'sarfoş' ve 'muhakkak'a 'muhakkaka' hebenneka Çucuk derdi. Bilhassa muhakkaka kelimesini çok seven Atatürk, yeni dil teorisinde 'muhakkak' sözcüğünün 'muhakkaka' ile değiştirilmesini çok arzu ediyordu. Atatürk etrafındakilere ve maiyetinde bulunanlara genellikle 'Çucuk' diye hitap ederdi. En ağır kelimesi ise ebleh anlamında kullandığı 'hebenneka' idi."
Sofraya davetsiz kimse oturamazdı
Kitapta Atatürk'le ilgili hususi bilgiler de ilginç. "Atatürk genellikle geceleri yatmaz ve sabahları çok geç kalkardı. Halkın arasına karışmayı çok sever, pastanelere lokantalara girer çıkar, trene tramvaya binerdi. Atatürk'ün akşam sofrasına hiç kimse izinsiz ve davetsiz oturamazdı. 10 kişiden aşağı düşmeyen bir davetli topluluğu her zaman hazır bulunurdu. Nuri Conker, Kılıç Ali ve Salih Bozok'un mutlaka sofrada olmasını isterdi. Her akşam başka konuklar davet edilirdi. Bunlardan izin alamadan sofrada bulunmayanlara çok kızar, geç vakit bile olsa, nerede ne vaziyette olurlarsa olsunlar onları buldurur ve mutlaka sofraya gelmelerini sağlardı. Sofrada yakın arkadaşlarını karşısına, Başbakan varsa sağında oturturdu. İmtihan etmek istediği kişileri bazen karşısına, iltifat etmek istediği kişileri yanına oturturdu. Diğer misafirler ise istedikleri yere otururlardı. Sofranın dağılma zamanı ise belli değildi."
Kamu yayıncılığı ödülü
Sarayları daha yakından tanımamızı sağlayacak başka kitaplar da var tabii. Milli Saraylar çok önemli 4 yeni kitap daha yayınladı. Bunlardan 2'si yine Haluk Şehsuvaroğlu'nun 1950'li yıllarda yayınlanmış olan kitaplarının yeniden basımı. Biri "Sultan Aziz- Hayatı, Hal'i, Ölümü", diğeri ise "İstanbul Sarayları". Diğer iki kitaptan biri olan Şule Gürbüz'ün Saat Kitabı, saraylardaki her biri birer sanat eseri olan mekanik saatleri anlatıyor. Ünal Karıncalı'nın hazırladığı "Cumhurbaşkanı Makamı Olarak Dolmabahçe Sarayı ve Atatürk" kitabı ise Atatürk'ün Dolmabahçe Sarayı'nı Cumhurbaşkanlığı makamı olarak kullandığı dönem içinde tutulan belgelerden yola çıkılarak hazırlanmış. Milli Saraylar'ın 2011 yılında bastığı 16 eser ile Türkiye Yazarlar Birliği Kamu Yayıncılığı ödülünü aldığını da belirtmemiz gerek. Genelde 19. Yüzyıl'a ait sarayların bağlı olduğu Milli Saraylar bu nedenle çalışmalarını daha çok 19. Yüzyıl üzerinde yoğunlaştırmış.