Türkiye'nin yakın dediğimiz tarihinin bir türlü uzak bir tarihe dönüşmemesinin nedeni ülkenin 30 yıl önce yaşanan olayların tortusunu bünyesinden uzaklaştıramamasıdır. Geçmişin yakamızı bir türlü bırakmamasın a yol açan iki önemli olgu var: 12 Eylül darbesi ve Kürt sorunu.
12 EYLÜL SABAHI GÜL
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Amerika'ya giderken yaptığı açıklamalarda 12 Eylül konusuna hem de çok acı bir deneyimin içinden geçmiş birisi sıfatıyla değindi. Henüz bir haftalık evli Gül darbe sabahı gözaltına alınıyor. Aynı gün aynı saatte aynı durumla karşılaşan belki yüz binlerce gençten birisi olarak askeri kışlalarda sorgulanıyor. Gözleri bağlanıyor. Hücrelerde, koğuşlarda kalıyor. Gözaltı süresi bir ayı buluyor. Aynı dönemde kardeşi işkenceden geçiyor. Onun gözünün önünden de işkence uygulanmış tanıdıkları ve tanımadıkları geçiyor. Kendi yorumuna göre belki üniversite hocası olmak hasebiyle o derecede kötü muameleye maruz kalmıyor. Ama gerçek anlamıyla 12 Eylül'ün 'darbe'sini etinde ve kemiğinde, tabii yüreğinde de duyuyor. Gene de Gül geçmişle uğraşmaktansa geleceğe bakmak gerektiğini söylüyor. Türkiye'nin son dönemde müthiş bir mesafe aldığını vurguluyor. Avrupa Parlamentosu'nda üye olduğu günlerde yaşadıklarını örnek gösteriyor
. O dönemde sürekli olarak sorgulanan, eleştirilen bir Türkiye var. Bugün ülkede her şey mükemmeldir dememekle birlikte o dönemde faili meçhuller ve diğer insan hakları ihlalleriyle ilgili olarak dünyanın gözünü üstüne diktiği bir Türkiye'den o parlamentonun başkanlığına gelmiş bir Türkiye'ye geçişin anlamını ve önemini de en az darbe kadar içinde duyuyor
.
KEŞKE 10 YIL ÖNCE...
Bir darbede gözaltına alınmış kişinin sonra milletvekili olması, ardından Cumhurbaşkanı seçilmesi yakın dönem tarihini anlatacak çok çarpıcı bir olay olarak görülmelidir. Yakın tarihi gene bitirilmediği için bugüne bağlayan ve gene üstünden 30 yıla yaklaşan bir sürenin geçtiği ikinci büyük ve belirleyici konu olan Kürt sorununda da Gül, son derecede önemli şeyler söyledi açıklamalarında. Gül'ün söyledikleri içinde en çarpıcı nokta bugün devam eden Kürt sorununun bir an önce çözülmesine dönük arzusu. Buna talebi ve arayışı demek de mümkün. Gül, terör konusuyla Kürt konusunu birbirinden ayırıyor. Bu konuda zihninde en küçük bir kuşku yok. Referandumda oy vermeyenlerin tamamını boykota katılmış saymıyor örneğin. Bu insanların bir bölümünün çok farklı nedenlerle sandığa yönelmediğini belirtiyor. Öte yandan Abdullah Gül PKK sorununu çözecek gücün demokratikleşmede yattığını görüyor. Bugün ortada bulunan ve demokratikleşme olarak nitelendirilmesi gereken adımların on yıl önce atılmamış olmasına açıkça hayıflanıyor. Devam eden halin bugün çözülmezse gelecekte çok daha zorluk yaratacağını, çözümün daha büyük bedeller isteyeceğini ısrarla ve inanarak belirtiyor. Her şeye rağmen bugün önemli bir gelişmenin sağlandığı kanısında Gül. Pankartların Kürtçe açılması, çağrı merkezlerinin Kürtçe yanıt vermesi, örneğin. On yıl önce yapılması gerekirdi dediği şeyler bunlar. Aynı mantıkla Gül özerklik konusunu masum görmüyor. Yerinden yönetimin olabileceğini, yerel yönetimlerin demokratik bir anlayışla güçlendirileceğini kabullenmekle birlikte bölgedeki yetkililerden gelen özerklik önerisini maksatlı görüyor. Nitekim yerinden yönetim anlayışının bütün Türkiye'ye yayılması gerektiği kanısında. Merkezi yönetimin bölgesel sosyal ve ekonomik hassasiyetleri yeterince kapsamadığı ve bunun dönüştürülmesi gerektiği sözlerinden çıkıyor.
DAĞDAKİLER İÇİN DÜŞÜNMEK
Gül, bu noktada çok önemli iki vurgu yapıyor. Önce Kürt sorununun ve onu ortadan kaldıracak demokratikleşmenin devletten gelmesi gerektiğini, bu konuda inisiyatifin devletten kaynaklanması gerektiğini belirtiyor. Devlet, dağdakinin de yerine düşünmek zorunda. Eğer bu yönde büyük bir gelişme sağlanır, demokratikleşmenin eksikleri giderilirse, Gül'e göre, örgütün kullanacağı araçlar ortadan kalkacaktır. Gül bu noktada bir paradoksa da işaret ediyor. Terörün devam ettiği bir ortamda devletin refleks olarak kendisini geri çekeceğini ve bunun demokratikleşmeyi sürekli olarak erteleyeceğini düşünüyor. Son on yılda terör olmasaydı Gül'e göre bu kadar insanın ölmemesi ve bunca acının çekilmemesinin yanı sıra her bakımdan bölge daha ileri bir noktaya ulaşmış olacaktı. Gül'ün açıklamaları içinde çok çarpıcı olan bir başka nokta son dönemdeki tartışma ve spekülasyonlarla ilgili.
HATA VARSA DA KASIT YOK
Gül, devlette, belki orduda, hatalar yapılmış olabileceğini kabul ediyor. Bunların büyük örgütler olduğunu belirtiyor. Fakat son dönemde böyle bir hatanın yapılmadığına da inanıyor
. Kasti bir yanlışlığı ise tümüyle reddediyor. Öte yandan devlete sistemli bir biçimde hata atfedilmesinden rahatsızlık duyuyor. Onun kurumları yıpratacağını düşünüyor. Örgüt ortadayken bütün bunlar nasıl yapılacak? Son referandumda örgütün bölgede varlığını net bir biçimde hissettirdiği ortada. Bu gerçek karşısında devletin tutumunun ne olacağı son dönemlerin en çok tartışılan konusu. Gül, devletin terör örgütüyle pazarlık anlamına gelecek her türlü ilişkisini kesin bir dille reddediyor. Temel hedefin örgütün yok edilmesi olduğunda ısrarlı. Buna karşılık 'konuşmanın' bir metot meselesi olduğunu belirtiyor. Bunu bir uzmanlık meselesi olarak değerlendiriyor. İlgili birimlerin bildiği yöntemleri bu konuda kullanacağını vurguluyor. Fakat ötesine Gül devletin kapalı olduğunu belirtiyor. Bütün bunlar devletin Kürt meselesine bakışında bir dönüşüme denk geliyor mu? Bu konuda son yıllarda yapılanlara bakarak olumlu bir yanıt vermek mümkün. Bundan daha ileriye gidilip daha fazla nelerin yapılacağı ise çok önemli. Gül'ün açıklamaları o noktada umut verici. Hatta söylediklerinden bu umudu pekiştirecek bir uzlaşmanın devlette sağlandığı da çıkarılabilir. Buna rağmen Gül durumun önemini, hassasiyetini vurgulamakla kalmıyor, sorunun aşılması için Türkiye'nin yeni bir özgüven geliştirmesi gerektiğini de dile getiriyor ki, bu, birçok şeyi açıklamaya yetiyor.