 |
|
 |
 |
 |
 |
 |
Tel: 0537 660 71 21 | Fax: 0212 280 05 51 | SMS: UT yaz boşluk bırak mesajını yaz 4122'ye gönder |
|  |
|
 |
 |
 |
 |
 |
 |
 |
 |
|
|

Unutmazsanız...
Belki size de olmuştur. Sık sık ders aldığım halde, hala değiştiremediğim bir inanç var. "Ölüm" e dokunan, tabiri caizse gidip gelen yahut "hayatının en önemli parçası" saydığı birini, özellikle de zamansız kaybedenin kalbinin "iyileşeceği". Dünyaya, insanlara başka türlü bir bakış edineceği; maddiyata, fesada, fenalığa karşı vicdanının büyüyeceği.
Henüz 6 yaşımda can evimden vuran bir "ölüm", hayatımda hep böyle dürten bir gölge bıraktı. Bunu hissediyorum. "Ölümü unutmamak" başkalarının hayatlarına, hayatın kendisine, kısalığına saygıyı, hatta bağlılığı armağan edebiliyor. Yani öyle olmalı. Genellikle unutulsa, unutsak dahi.
Aldığım derslerden kimi bizzat kendi kalbime ihanetlerim de olmuştur; ama bazen aşırı yanılmıştım. Son anda bir kalp ameliyatıyla ölümün ciddi ciddi kıyısından dönen önemli birisi mesela. Şöyle atıp tutuyordum: "Görürsünüz; ölümü gören insanın yüzüne nur gelir, kalbi iyilikle parlar, tefekkürle yücelir, şükranla dolar. Sadece yaşadığına şükretmez; kıymet bilirliği, tevazuu büyür; şükür ve şefkat vicdanına yayılır. İhtirasının sivrilikleri törpülenir." Biraz ermiş, biraz derviş. Atıp tutmuyor, inanıyordum. Son nefesin sularında, eğer o vakti bulabilmişse, insanın kendisiyle çok içten hesaplaşabildiğini, ölümün korkunçluğuna karşın yüze o an yerleşen nur gibi ifadenin hakiki olduğunu düşünürdüm. Dolayısıyla, o sulara kapılacakken son anda tekrar karaya dönebilen veya çok sevdiğinin, canının kopuşuyla sarsılan birinin de artık "bambaşka" olacağını umardım. Yüce bir inançla yahut hayata aşkla. O kişide o nuru gördüm de bir gün. Yeni ayağa kalkmıştı, zor yürüyordu; aklı, fikri, gönlü durulaşmıştı hakikaten. Kısa sürdü. Anormal bir ihtiras, herkesi, her şeyi ezip geçebilen, hatta bir zamanlar tiksindiklerinin karakterine dönüşen bir hal her anını, her adımını kapladı. Aslında siz de biraz biliyorsunuz.
Bir başkası; yokluktan gelip varlığın azgınlığına kapılmıştı. Bir gün, servetin taklitçi, teşhirci dünyasının ortasında, çok sevdiği birisini çok erken kaybetti. Aslında aramız yoktu. Cenazede, kendi dolu gözlerimle taziye sunarken, aslında nefret ettiği bana bile bir sarılışı, hıçkırıklarla kendi kalbinin en insani derinliklerine bir dönüşü vardı ki. İçim yandı, kendime kızdım; şu ölümlü dünyada ne için kapıştığımızı filan düşünüp ona öfkelerimi, tepkilerimi, kötü hislerimi oracıkta gömüyordum ve "Bakın nasıl değişecek. Kalbinin pası büyük acıyla silindi. Böyle büyük bir acı, insanı..." diyordum ki... Az zaman geçti. "Dünyaya geri döndü!" Hem de ne dönüş. Eskisinden beter. Taş kafam! Yine yanılmıştım. Aslında siz de biraz biliyorsunuz. Komik olan şuydu: Allah uzun ömürler versin, ikisi birbirlerinden de nefret ederdi. Ötekinde "kötülük" ten başka bir şey görmezdi. Şimdi kankalar. Ölümcül deneyimlerin duygu yükü barıştırmış, buluşturmuş olsaydı keşke. Taşkın ihtiraslarını buluşturdular!
Bakın; karısını kaza kurşunlarıyla, o sırada bebek olan kızını büyüdükten sonra intiharla, oğlunu ise düşüp duran bir F-16'da yitirmek, tüm bunları kısacık hayata sığdırmak da var. 3 yaşındayken annesini kurşunlara vermek, ondan yadigar kız kardeşini köprüden ölüme kaçırmak ve 28 yaşında, yiğit bir pilotken, sebebi bilinemeyecek bir kazada ölüme uçmak da var. Kucağında bebeğiyle kocasının tabutuna "melek olsun" diye sarılmak da var. 6 aylık bir bebecikken, gencecik babasının ebedi uçuşunu bilememek, ona bir daha hiç sarılamamak var. Başbakan olmak, elbette var; ama ölümden korusun diye yapılmış arabada ölüm kıskacına girmek de var. Aslında hepimizin bir kalbi, bir yerinde mutlaka bir iyilik var. Ölümü unutmazsanız, onu yaşatabilirsiniz.
|
|
 |
|
|