 |  |

Bodrum ile Türkiye birbirlerine benziyor mu?
İlk kez 1960'lı yılların ortasında geldiğim Bodrum, kendine özgü minik bir sahil kasabasıydı. Bodrum sadece Bodrum'a benzerdi. Aradan geçen yıllar boyunca Bodrum da Türkiye'nin büyük kentlerine ve özellikle İstanbul'a benzedi. Hızlı kentleşme ve yoğun yapılaşma yanında, yaşam, eğlence ve tüketim modellerindeki moda eğilimler, Bodrum'a da yansıdı. Ancak bütün bu oluşum, Bodrum'u sadece yaz mevsiminin 2.5 ayında etkiliyor. Tatil bitince mevsimlik Bodrumlular evlerine ve kentlerine dönüyor. İnşaat çalışmaları dışında hayat yavaşlıyor, bazı sektörler ise gelecek yaza kadar duruyor. Bu nedenle Bodrum'un esnafı da, zanaatkârı da, turizmcisi de, lokantacısı da, 12 ayda kazanmaları gereken parayı, 2.5 ayda kazanmak zorunda. Rahat, güvenli, sağlıklı yaşamak için yaz mevsiminde her şeyi yapmaya hazır mevsimlik Bodrumlular bir anda ortadan yok oldukları için, Bodrum belediyeleri kışlık nüfusa göre biçilmiş bütçeleri ile yazın yarım milyonu bulan nüfusun hizmetlerini nasıl karşılayacaklarının yollarını bulmak zorundalar. Bu yüzden her yaz " Bodrum'un çöpü ne olacak" veya "Bodrum'un atık suları ne zaman arıtılacak" diye yazan biz mevsimlik Bodrumlular, bu soruları yıllardır tekrar tekrar yazarız ve yaz bitince de bu sorunlar gündemimizden çıkar. Aslında bu açıdan bakınca Türkiye'nin de Bodrum'a benzediğini söylemek mümkündür.
BODRUM MODELİ Türkiye'de de en hayati konular bile mevsimlik değil midir? Örneğin eğer o anda Avrupa Birliği'ne üye olmak bir tutku halinde siyasi kadroları sarmışsa, toplum ve medya bu hedefe odaklanmışsa, "O mevsim" de Anayasa, yasalar, tüzükler yıldırım hızıyla değiştirilir. Başta Başbakan olmak üzere tüm yönetim kadroları, sivil toplum örgütleri temsilcileri, diplomatlar, harıl harıl Avrupa başkentlerini dolaşmaya başlar. Temel haklar ve özgürlükler kutsanır, her çeşit farklılık toplumsal zenginlik olarak sunulur, işkenceciler teşhir edilir. Derken bu konunun sonbaharı gelir. Bakarsınız siyasi kadrolar Avrupa'yı unutup, başka coğrafyalara mesela Arap ülkelerine ilgi duymaya başlarlar. İç politikada şovenliğe dönük, yabancı düşmanı ve AB karşıtı eğilimler ağırlık kazanır. Sanki biz üye olmak için başvurmamışız da, AB'liler bize "İlle aramıza katılın" diye yalvarıyorlarmış gibi , "Zaten onlar bize muhtaç" söylemleri seslendirilmeye başlanılır. Derken birileri kendilerince rest çekmeye başlarlar Avrupa'ya.
BÖYLE GELMİŞ... Bunun gibi sadece bir mevsimde siyaseti ve toplumu ilgilendiren, sonra da ikinci plana atılıp gelecek mevsime kadar unutulan sayısız konu vardır Türkiye'de. Aynen "Bodrum Modeli " bir yaşam tarzıdır bu. Bu şekilde gelişmiş ülkelerin birkaç yılda gerçekleştirdiklerini, biz uzun yıllara yayarız. Akdeniz ülkeleri, Uzak Doğu toplumları bizi sollayıp geçerken, geride kalmışlığımıza kızıp, kendi dışımızdaki sorumluları bulmaya çalışırız. Böyle olmasaydı, yarım yüzyıldır AB kapısında kıvranıp durur muyduk? Böyle olmasaydı 30 yıl yüksek enflasyonla yaşar mıydık? Böyle olmasaydı, "Çağdaş uygarlık düzeyi" hâlâ bizim için bizden daha yukarıdaki bir düzeyi ifade eder miydi? Böyle olmasaydı, Sovyet totalitarizmine karşı bizim de kurucusu olarak girdiğimiz Avrupa Konseyi'nin diğer üyeleri, Doğu Avrupa'nın eski komünist ülkelerini, bizden daha özgürlükçü, daha şeffaf bulurlar mıydı? Türkiye de Bodrum gibi mevsimlik yaşamasaydı, yıllardır her yaz "Ne olacak Bodrum'un çöpü, atık suyu" diye yazıp, kışın bunu unutur ve ertesi yaz yine aynı soruları seslendirmek durumunda kalır mıydık?
|