 |  |
  |
|

Birleşmek isteyenler neden ayrılmıştı ki?
Bugün sağda ve solda "Birleşmek" için kapı kapı dolaşanlar ve çağrılar yapanlar, ayaklarını ve dillerini kullanmadan önce "Neden ayrıldık" sorusuna cevap arasalardı, herhalde amaçlarına daha kolay ulaşabilirlerdi. Yol ayrımlarının kökeninde, sahip olunan ideolojinin teorisine ve pratiğine dönük yorum farkları bulunsaydı, bunların bir dökümü yapılır ve uzlaşma noktaları saptanabilirdi. Ama gerek Türk siyasetinin doğasında bu tür bir felsefi içerik yok, gerekse Türkiye'nin jeostratejik ve sosyopolitik gerçekleri, bu tür farklılıkların fazlaca var olmasına izin vermiyor. Örneğin "CHP devletçi olduğu için yollarımızı ayırdık" diyebilir mi kimse? Neticede sermaye birikimi olmadığı zaman devletçiliği seçen CHP, aynı zamanda özel sektörün oluşumu için de hem destek hem teşvik vermemiş midir? Mesela İş Bankası'nı devlet mi, yoksa yeni Cumhuriyet'in ilk girişimci adayları mı kurmuştur? Veya AK Parti'yi kuranlar, Erbakan'la yollarını "İdeolojik farklar" nedeniyle mi, yoksa "Parti içi demokrasi" gerekçesiyle mi ayırmışlardır?
EGOLARIN ÇATIŞMASI Eğer bugün merkezsağda hem DYP hem Anavatan var ise, bunun nedeni Süleyman Demirel ile Turgut Özal'ın egolarının çatışması değil midir? Ertuğrul Günay CHP'nin dışında ve Murat Karayalçın SHP'nin başında ise, bu Deniz Baykal'ın daha fazla "Atatürkçü" veya daha "İlkeli sosyal demokrat" olduğu anlamına mı gelir? "Demokrasiye sadakat" konusundaki çizgi farklılıkları da aslında içi boş tartışmalardan öteye gitmez. 12 Mart ve 12 Eylül'ün karşısındaki Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit'in, 28 Şubat'ın temel direkleri olması, nasıl izah edilebilir ki? Türk siyasetindeki yol ayrılıkları, partiler ve hizipler arasındaki ideolojik farklılıklardan değil, onların mensuplarının iktidarda veya muhalefette olmalarından kaynaklanır. Kim muhalefette ise, iktidardakileri "Amerikancı", "Rejim tehdidi" ve hatta "Gayri meşru" olarak ilan eder. Aynı kadro iktidara geldiğinde ise, Türk jeopolitiğinin dar sokaklarında, kendisinden önce gelenlerin izlemek zorunda oldukları yoldan gider. Burada fark ideolojiye değil, yeteneğe bağlı olarak belirlenir. Bazı kadrolar iş ve icraat yapar, bazıları ise sadece laf üretir. Türk seçmeni uzun yıllar süren deneyimler sonucu, merkezsağdaki politik kadroların daha iş bitirici olduğunu görmüştür.
ZORUNLU DEĞİŞİM Bugün "Demokratik laik sosyal hukuk devletini, AK Parti tehdidinden kurtarmak için" birleşmeyi önerenler, üniversiteleri liseye döndüren ve 12 Eylül Rejimi'nin otoriter anlayışının ürünü olan "YÖK" ü kaldırabileceklerini söyleyebiliyorlar mı? Tansu Çiller Başbakanken, Gümrük Birliği gerçekleşsin diye nefes nefese AB başkentlerini dolaşan o günün Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Deniz Baykal, şimdi müzakereleri AK Parti başlattı diye "Bunlar Gümrük Birliği ek protokolünü kabul edip Kıbrıs'ı AB'ye peşkeş çekecekler" dese, ne kadar tutarlı olabilir ki? Veya Deniz Baykal, 1995'teki DYP-CHP koalisyonunda Dışişleri Bakanlığı'nı İsmail Cem'e bıraksaydı, Cem ileride DSP'li olur muydu? Veya İsmail Cem, Kemal Derviş ve Hüsamettin Özkan'ın YTP'yi kurup DSP ile yollarını ayırmalarının temelinde, sosyal demokrasinin yorum farkı mı, yoksa "Ecevit ailesi" nden kaynaklanan yönetim yetersizlikleri mi vardı? Belki de bu gerçekler nedeniyle askeri darbeler de "Demokrasiyi kurtarmak" gerekçesiyle yapılıyor. Ve sivil kadrolar "Darbeciler eski kadroları kenara çekerse biz öne çıkarız" diye beklemeye başlıyor. 27 Mayıs olmasa, Menderes'in yerine Demirel, 12 Eylül olmasa Demirel'in yerine Özal geçebilir miydi? 28 Şubat Erbakan'ı yasaklamasa Erdoğan öne çıkabilir miydi? Türkiye'yi NATO'ya da, CENTO'ya da Demokrat Parti iktidarı soktu. DP'yi deviren 27 Mayıs darbesinin ilk açıklaması ise "NATO' ya ve CENTO' ya bağlıyız" şeklinde olmamış mıydı?
|