 |  |
AB'den ev ödevi gelmeye başladı
Avrupa basını Manyas'ta görülen kuş gribiyle ilgili haberleri benzer başlıklarla duyurdu: "Kuş gribi Avrupa kapısında", "Kuş gribi Avrupa'da", "Kuş gribi Avrupa'ya girdi..." Fransız gazetesi "La Liberation" dün başyazısında bu ortak başlıkları hatırlatıp, "Türkiye meğer AB'nin parçası olmuş bile" dedi.
Evet, gerek Avrupa basınının başlıkları, gerekse AB Komisyonu'nun açıklamaları Türkiye'nin artık AB'nin parçası gibi algılanmaya başlandığını gösteriyor. Ya da en azından sorunlarımızı kendi dertleri gibi görmeye başladıklarını. Ama keşke bütün sorunlarımız kuş gribi gibi gelip geçici başağrıları olsa... 9 Kasım'da yayınlanacak ve müzakerelerin başında Türkiye'nin röntgeninin çekilmesi anlamına gelecek İlerleme Raporu'nda çok daha ciddi sıkıntıların hatırlatılması kesinleşti. Özellikle yargı alanında: Hrant Dink ve Orhan Pamuk davaları, Eğitim-Sen'in kapatılması kararı... İsveç'in başkenti Stockholm'dan dün bir haber geldi. Bir devlet kurumu olan "Swedish International Development Cooperation Agency" (SIDA), yani "İsveç Uluslararası Kalkınma İçin İşbirliği Ajansı"ndan. Şöyle deniyor: "Sınır Tanımayan Avukatlar örgütüyle işbirliği yaparak Türkiye'de birçok davayı izledik. Anayasa ve yasalarda yapılan değişikliklerin mahkemelerce uygulanmadığını, avukatların da bu düzenlemelerin ne anlama geldiğini bilmediklerini belirledik. O nedenle Sınır Tanımayan Avukatlar örgütü Türkiye'de hukuk sisteminde görev yapanların eğitimi için bir program hazırladı." Türkiye'nin artık bütün yönleriyle tüm AB üyelerince mercek altına alındığını göstermeye bu örnek bile yeterli.
Roma Statüsü baş ağrıtacak Ama bizim ilgimizi şu sıralar AB'nin hafiften hafiften baskıya başladığı "Uluslararası Ceza Mahkemesi" pürüzü çekiyor. İstenen ne? Türkiye'nin Roma Statüsü'nü onaylayıp Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne taraf olduğunu ilan etmesi. Hatta Başbakan Erdoğan'a "Bize geçen yıl söz vermiştiniz" hatırlatmasını da ihmal etmiyorlar. Gerçekten de Erdoğan 6 Ekim 2004'te Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde, "Bu kürsüden bugün Türkiye'nin yakın bir gelecekte Roma Statüsü'nü onaylayarak Uluslararası Ceza Divanı'na taraf olacağını ilan ediyorum" dedi. Erdoğan bu sözü verdiği sırada, 38'inci maddeye "Uluslararası Ceza Mahkemesi" kavramını yerleştiren Anayasa değişikliğini gerçekleştirmiş olmanın rahatlığı içindeydi. Ancak daha sonraki adımlar atılamadı. Çünkü asker ve diğer güvenlik birimleri karşı çıktı. İtirazın nedenini anlamak için Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin görev ve yetkilerine bakmak yeterli. 1998'de Roma Statüsü ile temelleri atılan mahkeme 1 Temmuz 2002'de kuruldu. Görev alanına 4 suç türü giriyor: Savaş suçu, insanlık suçu, soykırım suçu ve saldırı suçu. Mahkemenin özelliği devletleri değil, kişileri yargılaması. Örneğin bir savaş suçunda emri verenden uygulayanlara kadar zincirin tüm halkalarından hesap soruyor. O yüzden Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısı "Dünyanın en güçlü kişisi" diye niteleniyor. Benzetmede hiç de abartı yok; zira savcının karşısında hiçbir dokunulmazlık zırhının geçerliliği yok. Asker ve diğer güvenlik birimlerinin böylesine geniş yetkilere sahip mahkemeye karşı çekincelerini tahmin etmek güç değil. Bölücü terörle mücadelede ellerinin kollarının bağlanacağı kaygısını taşıyorlar. Geçenlerde Türkiye'yi ziyaret eden Avrupa Parlamentosu heyetinin iddiaları, kaygıları daha da artırmış olmalı. Kısacası bu konu yakın gelecekte Ankara'da ciddi gerilim kaynağı olabilir. Neyse biz şimdilik Avrupa basınının Türkiye'yi AB'nin parçası gibi algılayan manşetleriyle gönlümüzü ferah tutmaya çalışalım!
|