İmtiyazsız, itirazsız!
Bir yandan "ihalelerde kayırma"yı... Bir yandan "sınıflarda ayırma"yı konuşuyorsak... Cumhuriyet'in yaralarından söz edebilmek için, ille de "mürteci, bölücü, hain" aranmasına gerek yok. "İmtiyazsız, sınıfsız" diye başlayan bu macera, tabii ki "sınıfsız"ı abartmıştı da, "imtiyazsız"ı hep korudu. Anayasa maddesi halinde taşıdı. Oysa, sağım solum "imtiyaz". Bu ülkede "sınıf mücadelesi" yapıyorlar diye, yenik, ezik, tu kaka sınıflar adına düşünen de, eyleyen de kafadan suçlu oldu. Sürüldü, kovuldu, işinden atıldı, içeri atıldı, işkence gördü, milliyetçilik yahut mukaddesatçılık zaviyelerinden lanetlenip halledildi, sivili vurdu, askeri vurdu, zaten kendileri de birbirlerini, zihinlerini, ufuklarını, teorilerini ve hayallerini öldürüp durdu. Oysa "sınıf mücadelesi"nin galipleri, ne bileyim, bir zamanlar "demokrat" bile olamayan, yani parti adında "Demokrat, Adaletçi" filan olup da, demokrasi ve adaletten pek nasipsiz kalanlar da... Ne bileyim, "Atatürk, Kemalizm, Cumhuriyet" adına darbeden darbeye koşup asanlar, kesenler ve kanunları (her iki anlamda) düzenler de, asla "sınıf mücadelesi"nden, "sınıf tahakkümü" kurmaktan yargılanmadı. Adı cumhuriyet ve halk diye anılanlar ise, iki arada bir derede, sağın solu, solun ise sağı, halka rağmen devlet kalarak, aynı değirmenin su taşıyıcıları oldu. Neyse... Zaten, yazının başındaki "sınıf" o sınıf değildi; "Daha dün annemizin" diye başlayıp "doldurduk" diye devam eden sınıflardı. Ve çocuklar, asıl "sosyal sınıflar"ı orada kimseden öğrenmeseler de bir deneyim olarak yaşıyorlar, belliyorlar, yeniden üretiyorlar ve bu öğretimin, ehlileştirmenin, normalleştirmenin temel aracı ise "imtiyazlar" oluyordu.
 Bir varmış bir yokmuş ülkesinde, bir gece ansızın birilerinin cebine büyük bir meblağ aktarmak, bunu kanunlara, yönetmeliklere, kılıflara uydurmak, elbet hukuku da bu imtiyazlı kişilere uydurmak, elbet bundan sebeplenmek ve hep cumhuriyetçi, demokrat, adaletçi, kalkınmacı, muhafazakar, mukaddesatçı, milliyetçi, dinci yahut laik kalmak mümkündü. Çünkü aynı anda, bir müdür, yoksul çocuklar beldesinde bile, yoksul çocuklar arasında "imtiyazlar" yoluyla "sınıflar"ı ayırıyordu. Ve, inanın, hepimiz iştahla bu okulu, o çocukları, şu müdürü tartıştık. Lanetledik. Bu "ayrımcılık, imtiyaz, öteleme, ötekileştirme" ameliyesine isyan ettik. Eşitlikçi, dayanışmacı, kardeşlikçi karakterimizi seveyim. İşte bu! Hiç gelemez sınıf ayrımlarına, imtiyazlılar yaratılmasına, ayrımcılık yapılmasına, birilerinin sınıfından, kökeninden, kılığından, ailesinden, maddi durumundan, tüketim kalıplarından, şivesinden, tipinden, inancından, inançsızlığından, mezhebinden, meşrebinden, babasının işinden, işsizliğinden, ailesinin geçmişinden, kızkardeşinin halinden, dedesinin vaktinden dolayı aşağılanmasına. Hiç gelemez!
Yahu, eğer bir okul, eğitim, öğretim sisteminde, tek bir çocuk bile, yanındakini yahut asla yanına yaklaşamayanı, bu nedenlerden birinden ötürü aşağılıyor, ayırıyorsa... Bir öğretim sistemi, devlet-özel, paralı-parasız ayrımlarıyla, imkan sahiplerini kayırarak, yoksulu dökerek bir ülkenin geleceğini aklı sıra güvenceye alıyorsa... "Cumhuriyet projesi" burada 82'inci yılında, Fransa'da 216'ıncı yılında, hala ve henüz başarısızdır! Bir sistem, kendisini kayırmacı imtiyazlarla rezil etmişse, cumhuriyet ve demokrasi idealleri, hala ve henüz sadece idealdir! "İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış kitle" den bahis, bir zamanlar diyelim masal iken, bugün Anayasa'da hala "imtiyazsızlık"tan bahsedilmesi koca bir yalandır! İmtiyazlı ama buna itirazsız... Kaynaşmıştan ziyade kaynamakta olan bir kitle.
|