Bir musibet, belki...
Felaket Sri Lanka'da, Endonezya'da, Bangladeş'te, Hindistan'da, Etiyopya'da filan oldu mu... Dünya, yoksulluğuyla şöyle bir selamlaşıp gözünü yumuyor. Dünyanın yoksulluğuyla hakikaten yüzleşebilmesi için zenginliğiyle de yüzleşmesi gerekli belki. İkisi arasındaki ilişkiyi, neyi yaparsa neyi yapamayacağını, parasını nereye boca ederse hangi eli tutamayacağını kavraması gerekli. Yoksulun yoksulluğu anlaması hiç değil... Hatta zenginliğin yoksulluğu anlaması da değil... Zenginliğin zenginliği anlaması gerekli.
Her felakete, her saadete, her krize, her merkeze yetişen Büyük ABD'nin, kendi "Katrina felaketi"nde nasıl bu kadar aciz kalabildiği tartışılıyor şimdi. On binlerce askeri Irak'ta, Afganistan'da ve dört bucakta bulunan Süper ABD'nin, kurtarma çalışmalarına yeterince helikopter, yeterince asker bulamaması garipseniyor şimdi. Dünyanın en gelişmiş, en milimetrik, en ateşli silahlarına para ayıran Heyula ABD'nin, New Orleans'ta suyun kenti işgalini önlemek üzere tasarlanmış duvarları, setleri neden bitirmediğine hayret ediliyor şimdi. İnsanların önemli bölümünün neden kaçamadığına, kaçmanın kolay olup olmadığına, evsiz kalanların kimliğine, evsiz kalanların kaçının sigortadan filan para alamayacağına... Yüzlerce cesedin sınıfsal, sosyal, etnik kökenine bakılıyor yandan yandan. "ABD'nin en güzel kentlerinden biri"nde, halkın yüzde 80'inin nasıl "yoksulluk sınırı" altında olabildiğine, yoksulluk sınırı altındakilerin çoğunun elbette siyah oluşunun normal anormalliğine, siyah ve yoksul bir kentin ancak siyah ama zengin bir belediye başkanı seçebilmesinin tuhaf demokrasisine takılıyor takılan. Esas tuhafı... "Dünyanın en büyük terörist saldırısı"nda 3 bine yakın kayıpla dünyayı allak bullak etme kararı veren... Binlerce askeri, yüz milyarlarca doları, başka ülkelerin enerjisini, aklını, ihtiyacını, kendi halkının eksiğini, gediğini, işgal edilen ülkelerin tarihini, on binlerce sivilini, çoluğunu çocuğunu, dünyanın açlığını... Her şeyi her şeyi buna seferber ve feda eden, bunu doğal kabul eden ve ettiren bir gücün kendi "doğal" felaketini nasıl yorumlayabileceği. İnek suyu içince ve dağa kaçınca bakın neler oluyor.
Yılda 900 milyar doları askeri işlere seferber eden ABD'nin, bütçe açığı ve zorunlu tasarruflar yüzünden aslında orta gelirli ve yoksul insanının hayatından kestiği hep söyleniyordu. Bu felaket, su baskınlarını önleyecek setlerin bitirilmesinin böyle bir tercihe kurban gittiğini ortaya koydu. Doğa yine patlayacak, ama insan daha tedbirli olabilecekti. İşgal için anormal silahı, mermiyi, füzeyi, uçağı üreten ve silah ile petrol şirketlerinin karlarını azdıran ABD'nin yeterli askeri olmadığı biliniyordu. Bu felaket onu da kanıtladı. Kafi kara askeri olmadığı için yerel milisler olan milli muhafızlar da Irak'a yollanınca, bir felaket anında seferber edilecek güçler yüzde 40 kadar azaldı. Irak'a demokrasi götüren askerler ve helikopterlerinin, Missisipi, Louisiana ahalisini suyun içinden çıkaramayacak kadar azaldığı anlaşıldı. Belki şu da anlaşılacak: Savaş, kasırga derken kârları yüzde 40 artan dev petrol şirketlerinin ülkesinde, bir kentin halkının yüzde 80'inin neden bu kadar yoksul olabildiği... Her yoksul ülkede bile, ama az ama çok, varlıklı, güçlü, eğlenceli bir "Amerikan dünyası ve rüyası" varken... Zengin ABD'nin içinde de yoksul, güçsüz, "kabus" gibi birer Endonezya, Somali, Etiyopya, Guatemala filan bulunduğu. Dünyanın halinin ve asıl değiştirilmesi gerekenin de bu olduğu belki düşünülecek.
|