İlgililere duyurulur
Bir insan, ülkenin en büyük gazetelerinden birinde günlük yazı yazıyorsa, ister istemez kendini "önemsemeye" başlıyor. Ve facialar zinciri de işte bu noktada start alıyor. Ne kadar rint bir yaşam tarzı benimsemiş olursan ol, havagazı! Her gün 450-500 bin satılan, belki bunun üç dört katı kişiye ulaşan bir gazetede "sahne alıyorsun", sonra da hâlâ kendinden alçakgönüllü kalmayı bekliyorsun olacak iş değil. Göbek atmak için Çakıl Gazinosu'nda değilse bile, biz de yine bir sahnede yer almış oluyoruz. Bu durumda da ister istemez, Türk milletinin her sabah okumak için senin yazını beklediğini falan zannetmeye başlıyorsun. Sanıyorsun ki, sen yazmasan yer yerinden oynayacak! Tabii ki oynamayacak ama sen bir kere kendini sahne duygularına kaptırdıysan, kurtuluşun yoktur artık.
Bir telefon gelir okuyucudan: Çok güzel yazmışsınız, tebrik ederim. Sünnet çocuğu gibi sevinirsin... Vazifemiz efendim, inceliğinize teşekkür ederim. İçinizden ise şöyle geçer: Helal olsun bana be, demek ki ne biçim oturtmuşum lafı! Bugün gelen üçüncü telefon bu!
Yıllardır söylerim: Bana büyük ikramiye çıksa, gazete yönetimine hemen bir dilekçe yazarım: Bana maaş falan vermenize gerek yok, yeter ki yazmaya devam edeyim. Peki bu nasıl bir dürtü ya da nasıl bir egodur ki, bir insan yazı yazmaktan bu kadar haz duyar, hoşnut olur. "Sahne tozu"dur bu veya bizim meslekte "köşe tozu" diyelim. Hela duvarlarına şiirler yazan tosun bile, oraya kendisinden sonra birkaç kişinin daha gireceğini düşündüğü için döktürür. Tuvaleti sahne niyetine kullanır. Yoksa git evinde otur, beyaz kağıtların üzerine yaz yazabildiğini, ne olacak?
Hükümetler, devlet büyükleri, idareciler falan da sizleri okuyordur canım, o kadar da değil derseniz, ondan pek emin olamayız işte. Ülkenin en baba yazarları yıllardır hükümetleri doğru yola getirmek için debeleniyordu da ne değişti? Gazete yazarının baş belası paradokslardan biri de budur. Çok "mühim adamlara" ulaşabildiğini düşünür, etkileyeceğini sanırsın, herifler tınmaz bile... Yıkılırsın. O zaman insanı, bir şey değişmiyorsa niye yazıyorum sendromu sarar. Daha sonra kendini şöyle teselli edersin: Sadece ben yazınca değil, kim yazarsa yazsın gene hiçbir şey değişmiyor! Demek ki sorun bende değil!
Bazen okuyucuyla kapışırsın, "Kardeşim, sen benim kaç yıldır yazdığımı biliyor musun" diye havaya girersin, sonra cevabını alırsın: Yazıyorsun da ne oluyor, köfte! Çeşitli teselli imkânları olmasa, bu laf yıkar insanı, bitirir. Ama Allah, derdi de çareyi de birlikte veriyor. İyice saçmalamadan yazıyı bitirmeye çalışayım. Ulusal büyük bir gazete öyle güçlü bir mecradır ki, bir yazar böyle bir gazeteden okurlara seslenebiliyorsa, aslında patronuna üste para ödemesi gerekir. Bırakın bordro falan almayı. Bazı dost okurlar, "Bazen kaçırıyoruz, gazetede hangi günler yazıyorsun" diye soruyorlar. Pazartesi, çarşamba, cuma ve pazar günleri buradayız, efendim. Bu ilgidir işte insana kafayı yediren, üzerinize afiyet!
|