 |  |
Tehlikeli sessizlik
PKK mayınıyla şehit olan askerin Kemalpaşa'daki cenaze töreni görüntüleri sizi ürkütmedi mi? Öfkeli sloganlar eşliğinde on binler uğurladı Kemal Etiler'i... Bugün-yarın da Aksaray, Karaman, Zonguldak ve Çorum'da benzer sahneler yaşanacak...
Yaz mevsimi yaşama sevincinin en yüksek düzeylere çıktığı iyimserlik ayları olarak gösterilir. Ancak Türkiye'de, hem de bu mevsimde bir karamsarlık dalgası toplumun tüm kesimlerine yayılmaya başladı. Hissediyor musunuz? Sanki bir şeyler ters gitmeye başlamış gibi bir duygu, bir sıkıntı bu... İçte, dışta. Çarşıda, tarlada, hastanede... Ama özellikle de terörde. Güneydoğu'dan Anadolu'ya gönderilen bayrağa sarılı tabutların son üç ayda ciddi biçimde artması, 1999 öncesi sendromlarının yeniden uç vermesine yol açacak ortamı sinsice hazırlıyor. Çünkü Anadolu'ya her tabutla birlikte et ile tırnak arasında iltihap yapacak virüs de geliyor. İnsanı asıl korkutan, hükümetin bu gelişmeleri sadece "asayiş" sorunu olarak gördüğü izlenimi vermesi. Çözümü askere bırakmış havası yaratması. En hafif ifadeyle bu pasiflik, hem terörle mücadelenin giderek Kürt sorununa dönüşmesi tehlikesi yaratıyor, hem de Türkiye'nin AB perspektifini örseliyor. Çünkü asker tek adres haline gelince, getirilince, kaçınılmaz olarak bu siyasal tercihe ilişkin görüşünü de seslendirmek ihtiyacı duyuyor. Sonra da AB'nin Türkiye temsilcisi Hansjörg Kretschmer feryadı basıyor: "Türkiye'de ordunun siyasette etkisi hâlâ çok fazla..."
Hayır; uyarı değil çağrı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök dün Şemdinli'den 5 tabutun yola çıktığı saatlerde Kretschmer riskine rağmen yine içini dökmek ihtiyacını hissetti: "Bölücü terör örgütüyle mücadele, Türk Silahlı Kuvvetleri ve diğer güvenlik kuvvetleri yanında, bütün halkımızın, yöneticilerimizin ve sivil toplum kuruluşlarının da iştirakiyle, topyekûn bir tarzda yapıldığında daha etkileyici sonuçlar elde edilebilecektir." Org. Özkök kendine özgü yumuşak üslubuyla aslında hükümete "Daha fazla gecikme" çağrısı yapıyor. Terör örgütüyle mücadelenin tek formülünün askeri yöntem olamayacağını kim bilir kaçıncı kez hatırlatıyor. Ondan önce, 19 Temmuz'da, Genelkurmay İkinci Başkanı Org. İlker Başbuğ "Terörle mücadelenin ulusal bir konu anlayışla ele alınması, devlet ve toplumun bütün güçleri ile topyekun olarak, kararlılıkla ve koordineli bir şekilde yapılması" gerektiğini söylemiş ve eklemişti: "Terör olayı çok boyutludur. Silahlı mücadele yanında ekonomik, psikolojik, sosyal ve eğitim boyutları vardır. Türk Silahlı Kuvvetleri, terörle mücadelenin başından beri; silahlı mücadeleyle güvenlik ortamının sağlanmasına öncelik verilmesini, bu ortamda terörün diğer yaratıcı sebeplerinin göz ardı edilmemesini ve sadece silahlı mücadeleyle istenilen sonuçların elde edilemeyeceğini söylemektedir." Herkesin bildiği bu reçete Güneydoğu'nun huzur ve barış vahası olduğu 1999-2004 döneminde uygulanabilseydi, PKK dağa çıkaracak genç bulabilir miydi? "Diyarbakır'ı Genişletilmiş Ortadoğu Projesi'nin merkezi yapacağız" söylemleri vaadin ötesine götürülebilseydi, daha mutlu ve güvenli bir yarın inancı aşılanabilseydi, terör örgütü insanlar üstünde yeniden baskı kurabilir miydi? Erdoğan, Ekinlik Adası'ndaki tatilinde, fikri mesaisini Güneydoğu'ya yoğunlaştırmalı ve 12 Ağustos'ta Diyarbakır'a yapacağı -birkaç kez ertelenmiş- gezisinde halkın umutlarını tazelemeli. Tamam, dağdakileri indirmek askerin işi; ama siz de düzdekileri tutmaya bakın...
|