 |  |
  |
|
Avrupa değişti diye biz değişmeyelim mi?
Avrupa Birliği'ndeki krizin Türkiye'nin üyelik projesine yansımalarını Sabah'tan Yasemin Taşkın'a değerlendiren AB Komisyonu eski başkanı Romano Prodi, özetle şöyle demiş: -Değişen Türkiye değil, Türkiye değişmedi, Kopenhag kriterlerini yerine getirdiği yadsınamaz. Avrupa'nın düşünce biçimi değişti. Avrupa'daki korku genel... Türkler Müslüman diye değil, yoksa Polonyalı musluk tamircisi de Katolik, ama o da korkutuyor, Rumen suçlular da korkutuyor. Avrupalı işsizlikten korkuyor. Bu korkularda Türkiye kadar Çin de önemli bir rol oynadı. Her türlü değişim korkuyu getiriyor. Romanya ve Bulgaristan'ın girişi de endişelendiriyor. Avrupa farklı olandan korktuğunu gösterdi. Prodi'nin gözlemlerine kapılıp, "Madem sorun Avrupa'nın düşünce biçiminin değişmesinden kaynaklanıyor, o zaman biz hiç değişmeden kalalım" mı demeliyiz? Geçenlerde emekli büyükelçi, MİT eski müsteşarı ve derin kültürüne hayranlık duyduğum arkadaşım Sönmez Köksal'la, Türkiye'de nelerin değişmesi gerektiğini tartıştık. Örneğin yasaların hazırlanma ve hayata girme sürecindeki aksaklıklara işaret etti. Sönmez Köksal'ın cümleleri ile durum şöyle: -Müzakerelerin başlamasıyla beraber Meclis'in yasama görevi çok büyük oranda AB müktesebatının kabulü veya Türk yasalarının bu mevzuata uyumunun sağlanmasına yönelik çalışmalarla sınırlı olacak. Fevkalade karmaşık AB'ye katılım sürecinde ülke çıkarlarını korumada en optimal yolu seçmek için, Türkiye'nin "Bir defa Meclis'den geçsin de uygulamaya sonra bakarız" şeklindeki geleneğine son vermesi icap edecek. Bundan böyle, yasa daha çıkarılmadan önce, yasanın, nasıl, kiminle, hangi bütçe ile uygulanacağının, vatandaşların, her türlü kurum ve kuruluşun nasıl etkileneceğinin, eğer olumsuzsa bu etkilerin nasıl giderileceğinin hesabını yapması gerekecek. "Şu andaki yasama süreci bu tabloya aykırı mı" sorusuna da Sönmez Köksal şu yorumu getiriyor: -Yasalar toplumun sorunlarına çözüm getirmek için çıkarılır. Hatta, sıkıntıyı sezip, sorun çıkma temayülü görülüyorsa gerekli çözümleri önceden üreterek meseleyi çözmek siyaseten en idealidir. Ancak, görülüyor ki, Türkiye'de bürokrasi genellikle bu tasarıları kendi dar bakış açısını yansıtan, çözümleri de gene sadece kendi yetkileri açısından kaleme alma alışkanlığını sürdürüyor. Sanki, kendi ölçülerine ve moda anlayışına göre toplum ihtiyaçlarına bir elbise biçiyor. O nedenle de, yasalar onaydan sonra uygulama niteliği olmadığından ya rafa kaldırılıyor veya "tadil" ediliyor yahut tüzük ve genelgelerle bazen lafzına ve ruhuna uymayan zorlamalarla uygulamaya çalışılıyor ve neticede toplum yaşamında fazla birşey değişmiyor. Köksal'ın vurguladığı "İstim sonradan gelsin" anlayışının ilacı da "Düzenleyici etki analizi"ymiş. Yine onun cümleleri ile konuya girelim: -Hükümetin müzakereler başlamadan önce önemli AB mevzuatı ile ilgili olarak "Düzenleyici Etki Analizi" denen çalışmaları yapması veya yaptırması gerekmektedir. En etkin Devlet yönetimine sahip ülkelerden olan İngiltere'nin bu uygulamanın öncüsü olması şaşırtıcı değil.. Sönmez Köksal'la yaptığımız tartışmadan not ettiğim konuları siz sayın okurlara aktarmaya önümüzdeki günlerde de devam edeceğim. "Değişim"in her alanda şart olduğunu sizler de mutlaka düşüneceksiniz.
|