En uzun gün
Bugün en uzun gün... 21 Haziran'da kuzey yarımküresi en uzun günü yaşıyor. Bugün aynı zamanda ilkbaharın son günü, yazın da başlangıcı olacak... Resmen!... Resmen yani kağıt üzerinde. Ne var ki, doğada herşey kağıt üzerinde yazıldığı gibi gerçekleşmiyor işte. Yani; "Yaz başlayacaaak! Başla!" gibi komutlarla çıkıp gelmiyor mevsimler. Ama, eninde sonunda gelecek nasıl olsa... Bir kaç gün geç, bir kaç gün erken; ne farkeder! Yaz asıl şimdi başladığına göre, haftalardır süregelen yakınmaların da haksız ve sabırsız şikayetler olduğu gün gibi ortada... Yani... "Yaz geldi geçiyor, havalar bir türlü ısınmadı, akşamları donuyoruz" türünden "söylenme"lerin vakitsiz olduğunu söylemeye bilmem ki gerek var mı? Vakit, şimdidir!
Lakin... Yazın başlangıçı olduğunu sandığımız gün, aslında trajik bir duruma da işaret etmektedir. Bugün en uzun gündür. Bugün yaz başlamaktadır. Ama, bugün; aynı zamanda yazın bitmeye başladığı gündür de... Paradoks gibi görünse de durum böyledir. Yazın başladığı bugün, aynı anda günlerin kısalmaya başladığı gün dönümüne işaret etmektedir. Yaz mevsimi; uzun gündüzlerin yani güneşin en uzun ömrünü yaşadığı "aydınlık saatler"in mevsimiyse şayet -ki öyledir-, bugünden sonra "daha uzun" bir gün olmayacaktır işte. Tersine, yazın hayat bulduğu "gündüzler"in ömrü, bugünden itibaren kısalmaya başlayacaktır. Yani, yazın başlangıcı olan bugün; aynı zamanda yazın yavaş yavaş ölmeye ve kuzey yarımküredeki hayatlarımızı terketmeye başladığı gündür. 21 Haziran budur.
21 Haziran, hayatın başlangıcındaki derin ve trajik çelişkinin; tabiatın resmettiği darbımeselidir aslında. İnsanoğlunun doğduğu anda çıktığı "son"lu yolculuğun hikayesi ya da... Doğduğumuz andan itibaren yaşamaya başladığımız kadar, yaşlanmaya da başlarız öyle değil mi? Ve aldığımız her yaş, son menzile uzanan kilometre taşı gibidir. Kısalır sayılı günlerin sayısı gitgide... Realite... Hayatın realitesi...
Öyleyse... Ümit midir yaşayacağımız doğumdan sonra, ümitsizlik mi giderken "son"a? Cevabı, Nazım Hikmet'in, 56 yıl önce Orhan Kemal'e yazdığı mektupta: "Realite, bizzat tarihin akışıyla realite, ümitsiz değildir, kederli, mahzun, acı, alacakaranlık, korkunç, iğrenç, rezil, kepaze, filan falan tarafları vardır, bu tarafları aksettirmemek, en ufak bir ihmal, insanlığa tek taraflı, toz pembe bir ışık vermek olur ve realiteden uzaklaşılır, fakat bütün bunlara rağmen bu realite yine insanların eliyle daha iyiye, daha güzele doğru gelişme yolundadır. Gelişen şey ise ümitsiz değildir, sevinçsiz değildir. Bu bahsin üzerinde duruyorum, çünkü... kederli, mahzun, acı olmak için sebebler mevcuttur fakat ümitsiz olmak için tek bir sebeb mevcut değildir. Aman evladım, kendini bundan sakın; daha acı, daha mahzun ol, fakat sevincin ve ümidin pırıl pırıl parlasın. İşte bu kadar!" Ey yaz güneşi! Parlat sevincimizi ve ümidimizi cömert ışığında!.. Ölene kadar!..
|