 |  |
Kıllanan adam tadındayım!
Meçhul Beleşçi Anıtı fikri vatandaşın hoşuna gitmiş olacak ki dernekleşme önerileri geldi. Yok, bürokratik işe giremem. Tüzük, müzük, valilik, yönetim kurulu falan beni yorar. Bırakın Beleştepe anılarımızda kalsın, kalbimizde hissedelim, önünden geçtiğimizde içimiz burkulsun yeter... İstanbul'da yaşamak zaten bu kötü değişimlere uyum sağlamak anlamına gelmiyor mu? Evet belki bir anıt, bir heykel olabilir ama... Bir arkadaşım anlattı, Amsterdam'da sokak arasına sıkışmış ufak parklardan birine gitar çalıp şarkı söyleyen bir sokak müzisyeni dadanmış. Ahali kıllanmış ve her seferinde garibi kovalamışlar. Sonra bir gün adamcağız yok olmuş ve mahalleli bir anda adamcağızın hayatlarına ne kadar renk kattığını fark edip yerine tüyen müzisyen heykeli yapmışlar. Arkadaşım üfürdü mü bilmiyorum ama fena hikaye değil... Tabii bir de hiç ama hiç değişmeyen şehirler var. Otuz yıl boyunca yüksek dozlarda tükettiğim Dido, Çokomilk ve Çikolatalı Goflet üzerine Ülker'in Siena-Ülker maçı davetini bir yandan memnuniyetle karşılayıp, bir yandan da uçakta cam kenarına oturmak için türlü üç kağıtlar açarak kabul ettim. Bir şehir beş asır boyunca aynı kalabilir mi? Yani tamam beş asır önce orada değildim ama görmemek anlamamak için öküz olmak gerek. Binalara çivi çakmak yasak, onun için sökün tabelaları kurun kamerayı ve dönem filmi çekin diyemeyeceğim. Gece yarısı çıkın sokağa, zaman mefhumu kesinlikle yok. Adamı zaman makinesine koyun, günümüze getirin, evini rahatlıkla bulur. Bir de sordum soruşturdum sahte espresso ve şarap tehlikesi yokmuş buralarda. Kaldığım otelin odasına ilk girdiğimde ayakkabılarımı çıkarasım geldi. Ben ki neredeyse yatarken bile ayağımda ayakkabılarım olur, saygıdan bir garip oldum. On metre tavan! O yatak tarzına ne diyorlar bilmiyorum. Hani tavanı olanlar var ya, işte onlarda zıbardım. Kafayı da tavanı tutan direğe çarptık. Dürüst olmak gerekirse odadan çıkmadan bile iyi vakit geçirmek mümkün. Kendi Rönesansınızı tertipleyebilirsiniz; emin olun. Bu arada arabalar da dikkat çekiciydi. Yemin ederim ki bir tane bile 4x4 görmedim. Zaten gidebilecekleri yol yok. Onun yerine sürat arabalarıyla bildiğimiz Lamborghini'nin ürettiği Town Life diye bir arabayı kullanıyorlar. İki kişilik. Araba değil de sanki orta sehpa. Alın evin salonuna koyun. Ben bu kadar sevimli bir araba görmedim. Renk renk vızır vızır dolaşıyorlar. Kafaya koydum giden bir arkadaşa getirtme niyetindeyim. Bavula sığar nasılsa... Yoksa kendimizi bavula koyup oraya mı göndertip çöksek. Buralarda Beleştepe, sahte rakı falanla uğraşmak yormaya başladı... Ha, bu arada uçakta cam kenarını kapamadım...
|