 |  |
  |
|
Darhejiroke Türküsü, ağlamanın Kürtçesi ve Gönül Yarası
Edip Cansever'in "Mendilimde Kan Sesleri" şiirinde finale doğru tıkanıverir insan. O, "Bir mendil niye kanar..." diye başlayan bölüm geldiğinde sanki gözeele gelmez bir "ruh" ortaya çıkar ve adeta kalbimize ince bir delik açıp içeri yığınla sızı-acı-hicran zerkeder. O türküyü ve onu dinleyen Meltem Cumbul'un yorumunu duyunca aynen böyle hissettim. Yine bir ruh geldi, kalbi inceden deldi ve...
Şart mıdır?.. O sahneyi anlatarak büyüsünü bozacağım ama, bağışlayın. Çünkü Aynur, türkü barda 'Darhejiroke' (İncir ağacısın" demekmiş) okurken, can kulakla dinleyen, bir yandan da salya sümük ağlayan Meltem (Dünya) vardır orada. Sonra Nazım bey (Ş.Şen) şaşırır, sorar; - Kürtçe bilmiyorsan neden ağlıyorsun ki? Meltem'in yanıtı yakıcıdır; - Bu türküye ağlamak için Kürtçe bilmek şart mıdır?..
Çıkıntılık gerekirse "Diş değil, tırnak değil"de, "bir mendilin kanamasıyla", Dünya'nın sözcükleri anlamıyor olsa bile hüzünlenip, göz yaşına boğulması arasında düşsel bir ikizlik sezdim ve sarsıldım, yalan yok... Bir filmi katletmek için sinema yazarı mı yoksa o filmin yönetmeni mi olmak gerekir diye genel bir düşüncem var ama burada yönetmenin filme asla kıymadığı şeklindeki özel düşüncemi sunmalıyım size. Lakin ille de bir çıkıntı kelam gerekiyorsa, Senarist Yavuz Turgul bu defa Rejisör Yavuz Turgul'u yenmiş.
Bin yıl önce Gidip görmeden çok laf edilemeyecek filmler vardır ya. Gönül Yarası da onlardan biri işte. Gidin izleyin, gözyaşlarının debi ve rejimini orada siz ayarlayın bence. Ama oyunculuklar konusunda ille de kalem oynatmalıyım. Hele de belalı eski koca Halil'i oynayan delikanlıya dikkatinizi, beter çekmeliyim. Bakın, bu kardeşe mim koyun. Bin yıl önce merhum Bilge Olgaç'ın Linç filminde Demir Karahan nasıl bir olağanüstü oyun gücü sergilemişse, işte o zaviyede bir oyun çıkarmış Timuçin Esen. Sesi, ağzı, kolu, bacağı, bıyığı, gözleri, bacakları sanki birbirinden ayrı ve aynı anda hep birlikte mükemmel bir ayrı-aynı ince işçilik çıkarıyor.
Takoz koy!.. Bir de Takoz Atakan'ı oynayan Sümer Tilmaç'a dikkat isterim. Ona ahir ömründe çok baba bir baş rol oynatmazlarsa Yeşilçam'ın yatacağı yer olmaz bu dünyada. O ne sahici, o ne; "essahtan da o musun be birader?" dedirtecek aktör nakışlaması, helal be Sümer abi... Haa bir de oğlun babaya çemkirme sahnesinde Güven Kıraç . Akabinde babakız sahnesinde Devin Çınar yüksek yerlerdeki iyi oyuncu çıtalarını epey bi altlarda bırakıp geçiyorlar. Bir de sabi evlat var ortalıkta. Sessiz sedasız nasılda gümbürtülü bir oyun çıkarmış o küçücük çocuk bravo.
İlk 15 dakika Uçan kaçan kameranın filmin başında fazlaca kullanılması, Vizontele 1'e nazire ve gereksiz bir gayretkeşlik gibi gelmiş, üstüne bir de vedalaşılan okul çocuklarının sayıcaruhça eksikliğiyle bunalmışken, film 15. dakikasında yeniden başladı. Haddim olmayarak söyleyeyim o bölümü başkası, gerisini Yavuz Turgul çekti zehabına kapıldım.
Şapşal oğlanlar Şener Şen'in "babaya artık Holivut gerektir" dedirtecek kalibresi ve Meltem'in tipinetarzına ters gelecek bir karakterin altından aslanlar gibi kalkmasına kepimi çıkarıyorum. Ahh bir de Fitaş'ın 2 kat inilince girilen o küçümen salonundaki makine, canım filmi çizmeseydi de gözümüze karabiber kaçmış gibi etmeseydi bizi. Bir de laf aramızda, ben gençken hep o gün o arka sırada kıkırdaşan şapşal oğlanlar gibilerini döverdim, heyhaaat!..
Gidin valla... Yani sözün özü, siz siz olun mutlaka gidin bu filme. Neden bu kadar methediyorsun diye soruyorsanız cevabı basit. Başka hangi film hem ananeme, hem anneme, hem bana, hem oğluma aynı derecede tesir edebilir merak ediyorum...
|