|
 |
 |
 |
|
|
 |  |
Askerler de yargılanır...
İmzasız gelen mektubun bir yerinde şöyle bir paragraf var: "Sayın Altan, uzun süre şerefle hizmet ettiğim üniformamı şerefle ve gururla çıkardım. Bu şerefle sözünü benim tanıdığım, sizin de yakından tanımanızı çok istediğim sayın Genelkurmay Başkanımıza güvenerek söylüyorum. Çünkü kendisi iki yıl daha T.S.K.'lerini komuta edecektir. Başlatmış olduğu 'Temiz Eller Operasyonu' kapsamında, müteahhit A. Osman Özmen olayında, 'bana da gelse devam' emrini vermiştir." Mektup Lockheed Skandalı'ndan başlayarak, Boeing firmasından alınan tanker uçakları, Awacs erken uyarı uçakları, Casa uçakları hakkında yolsuzluk iddialarını dillendiriyor. Mektubun sahibi "gerçek ismini" vermediği için özür diliyor. Aslında bu mektubu bana değil Genelkurmay Başkanı'na yazmak istediğini ama ona ulaşmaz diye bana yazdığını da vurguluyor. Türkiye anlaşılan Genelkurmay Başkanı'nın öncülüğünü yaptığı bir arınma dönemine giriyor. Askeriye söz konusu olunca felç olan "hukukun üstünlüğü" şimdi iyileşip koşmaya başlayacak gibi görünüyor.
 Her gün, 5 Ocak'ta başlayacak büyük yolsuzluk davasıyla ilgili iddiaları ve suçlanan generallerin adlarını okuyoruz... Hukukun üstünlüğü açısından Türkiye için çok yeni bir gelişme olan bu anlayış, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu'nun "Kulp'ta bulunan Toplu Mezar" raporu ile de el sıkışıyor. 1993 yılında Kulp ilçesinde gözaltına alınan on bir köylü kayboluyor. Aradan yıllar geçiyor ve Diyarbakır'ın Kulp ilçesi Kelpir bölgesinde bir toplu mezar bulunuyor. Kaybolan köylülerin yakınları savcılığa başvuruyor. Dönemin Kulp Cumhuriyet Savcısı bu başvurulara aldırmıyor, bölgeye de gitmiyor. Bulunan kemiklerin ve diğer eşyaların toplanıp getirilmesini istiyor. Komisyon, bu nedenle 'görevi ihmalden' dönemin Kulp Cumhuriyet Savcısı için suç duyurusunda bulunma kararı alıyor. Türkiye aynı olay nedeniyle daha önce de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde mahkum oluyor. İnsan Hakları Komisyonu 'cezai yönden takibat açılmasının' faili meçhulleri önlemek açısından önemini hatırlatıyor. TBMM İnsan Hakları Komisyonu dosyalar üzerinde yaptığı incelemeler sonucu "olayın Bolu'dan gelen General Yavuz Ertürk komutasındaki Bolu Komando Dağ Taburu'nun operasyonu sırasında gerçekleştiği" kanaatine varıyor. Şimdi Adli Tıp raporu beklenmekte. Bulunan toplu mezardaki kemikler üzerindeki incelemeler durumu netleştirecek.
Birgün gazetesi TBMM İnsan Hakları Komisyonu Raporu'nda adı geçen General Yavuz Ertürk'ün, HADEP'li Ebubekir Deniz ve Serdar Tanış'ın kaybolduğu Silopi'de de görev yaptığını hatırlatıp, "Nerede Paşa Orada Kayıp" manşetini atıyor... Ertürk'ün 2002 yılındaki genel seçimlerde MHP'den Şırnak milletvekili aday adayı olduğunu da gene Birgün gazetesinden öğreniyoruz.
Bu tür bir saydamlaşma ve hukuk ilkelerini tavizsiz uygulama iradesi bizler için çok yeni. Ancak bundan Türkiye ve tüm kurumlar kazançlı çıkacak. Gizli muhatabımın mektubunda hatırlattığı Lockheed askeri uçak alımındaki rüşvet olayının şimdiye dek bir tek Türkiye'de ortalığa çıkmaması tüm kurumlar üzerindeki şaibeyi sürekli kıldı. Hukuk denetiminden kaçan ülkeler ve kurumlar çürüyor. Yolsuzluklar bir ur gibi bünyeyi sarıyor. Üstelik tüm bu rezaletler büyük bir "vatanseverlik" propagandası ile örtülmeye çalışılıyor.
Türkiye hızla normalleşiyor. Normalleşmek bizler için şaşırtıcı ve çok yeni bir gelişme. Toplumsal sağlıklarını "hukuksal denetim" aracılığıyla diri tutan ülkelerde "askerlerin de yargılanması" kimsenin dönüp bakmadığı sıradan bir olay iken, bizde tanrısal bir mucize haline dönmesi o yüzden.
|
|
 |
|
|
|
|
|
 |
|