|
 |
 |
 |
|
|
Avrupalılar hangi soruları cevaplamalı?..
Türkiye haklı olarak Avrupa Birliği'ne kilitlendi. Sadece bunu düşünüyor, sadece bunu konuşuyoruz. Hafta başında Brüksel'deydim. Avrupa Parlamentosu'nda bir konuşma yaptım. O konuşmanın genişçe bir özetini size de sunuyorum.
Avrupalılar insanlık kültürünün ve tarihinin bir parçası. Dokuz gezegenli güneş sisteminin bir gezegeninde yaşıyoruz. Bizim gezegenimize en yakın olanı ise Mars. Şayet Merih'te hayat var ise, şayet Merihliler var ise, bizleri Avrupalı, Asyalı ya da Uzakdoğulu diye ayırmayıp, topyekun "dünyalı" diye değerlendirmektedirler. Merihlilerin bize yakıştırdığı "dünyalı" sıfatını, coğrafi bölgelere göre bakıp yerelleştiren bizleriz. Dünyalıların tarihi de, kültürü de çağlara göre değişiyor. Orta çağ bir başka, modern çağ bir başka, şimdilerde sanayi dönemini kapatarak sanayi sonrası döneme adım atan dünya bir başka.
Avrupa ülkelerinin özellikle bazılarında patlak veren "Türkiye tartışmasını" belki biraz da bu çağ değişiminin herkes için doğurduğu kimlik krizine bağlamak gerek. AB de kendi yeni durumunu, değişen "zamanın ruhunun" kendi kimliği üzerindeki sarsıcı etkisini Türkiye üzerinden tartışıyor. Küreselleşmenin tartışılmaz etkisi yakıp kavururken herhangi birimizin statik bir analiz yapması mümkün mü? Avrupalılığı modernleşme, modernleşmeyi de doğa üzerinde insanın egemenliğini sürekli pekiştirmesi olarak tanımlarsak, Türkiye 1622'den beri, taa ilk reform hareketleriyle Batı'ya benzemeye çalışmakta. Ancak, Bizans'tan devralınan sosyoekonomik yapı nedeniyle, benzemeye çalıştığı Avrupa'nın "üretim biçimini" değil, tüketim kalıplarını taklit ederek "Batılılaşma" gayreti içinde. Halbuki, Batı'nın mevcut yapısını "üretim biçimindeki" değişimler doğurdu. Türkiye ise modernleşmeye "üretim" açısından bakmadığı için köylülüğü geride bırakan, sanayileşmesini tamamlayan bir aşamaya henüz gelemedi. Özellikle jakoben geleneğe mensup olan Batılı ülkeleri Türkiye'deki asker bürokratların üstyapı devrimleriyle gerçekleştirdiği "Kemalist" düzenlemeler ve kurulan cumhuriyet rahatlattı. Üretim biçiminin modernleşmeyi üretip üretmediğiyle fazla ilgilenmediler. Kemalist devrimin otoriter, merkeziyetçi ve devletçi özüyle de...
Bugün, Türkiye'nin AB'nin de büyük katkısıyla "Kemalist modernleşmeden demokratik modernleşmeye" geçtiği göz ardı ediliyor. Demokratik modernleşmenin bir öncekine göre iki temel farkı; halkın katılımı ve üretim biçimindeki değişimdir. Gümrük Birliği Türkiye'nin sanayi yapısında, değişimin temel dinamiğini üreten bir enerji sağlamıştır. Batı'yı ürküten görüntü, derinlemesine bakıldığında, çevredeki Müslüman kitlelerin demokratik sisteme entegrasyonu ve kalkınma sürecine dahil edilmesidir. Alışılagelen Kemalist yapının değişimi, bu değişimi günlük bir izlemeye doğal olarak almayan Batı kamuoyunun bir kısmını huzursuz etmiş, Türkiye'yi tartışma odağına oturtmuştur.
Halbuki mevcut durum bir şanst"Demokrat-Müslüman" kimlivar olacaksa, bunu dokabiliyetine sahip tek ülke belki de Türkiye'dir. Müslümanlsiyasi bir hedef debir kültür olarak algrejimi çoekonomiyi piyasanoluşturdubir Türkiye, Batile Doda birbirine tanştbir aracolur.
Aristokrasiyi burjuvazi yıkmıştı. Burjuvaziyi ise kol gücünün rolüne son veren küreselleşme yıkıyor. Kol gücünden beyin gücüne, sanayi fabrikalarından bilgisayarlara geçen dünyada, beğensek de beğenmesek de, kimi alışkanlıklarına çok yabancı olsak da, altı milyar insanın sisteme katılmaya başladığı yeni bir gün doğmakta... Bunu kabul edip değişecek miyiz, yoksa reddedip eskinin özlemine dayalı olarak hızla ihtiyarlayacak mıyız? Kültürünü Müslümanlığın oluşturduğu yeni bir dünya ile el sıkışacak mıyız, sıkışmayacak mıyız? Avrupa'ya göre daha genç, dolayısıyla birikimi daha yetersiz, kaotik ve enerjik olan yeni bir gücü kendimize gençlik aşısı olarak kabul edecek miyiz, etmeyecek miyiz? Avrupalılar'ın cevap vermesi gereken sorular bunlardır...
|
|
 |
|
|
|
|
|
 |
|