 |  |
  |
|
'Yaşam kurgulayan adam!..'
İlle de anlaşmak gerekmiyor elbet. Anlamak... Onu anlamaya, kendini anlatmaya çalışmak da bir yol, hem de iyi bir yol... Bu yolu tutunca bir kere, hem "dediğim dedikçiliğin" düdükçülüğünden, hödükçülüğünden kurtuluyorsun, hem onun kendini iyi hissetmesini sağlıyorsun. Aynı şeyi o da sana yapıyorsa... Fena mı oluyor sanki?.. Peki "çözümlerle çözülmeler" paradoksu nasıl aşılacak bu yöntemle? Eee.. onun yolunu bulmak da hem boyun borcu hem "akıllı" oluşun sırrı. İki tür insan var zannımca. Biri kurgular, öbürü oynar. Kurgulayan kendi adına tam da kurgulayamadığı kendi yaşamının öcünü "başkalarına" yaşam kurgulayarak alır sanki.
Gizli oynatıcı Yaratıcılara, tanrıya yüklenmiş anlamıyla söylemiyorum bu yaşam kurgulayıcılığı. Ya da "kader" anlamına değil sözlerim. Bir anlamda "üretmek, yönetmek ve yöneltmek" anlamında söylüyorum. Çünkü sırf yaptıklarınla değil yaptıklarının en az kendin kalabildiğin kalabalık ortamlarda, sana ilişkin bir pay dağıtımından, kendi isteğinle vazgeçtiğin varsayılan kendine ait oluştan, sanki de hakkına düşmüş bir parsel alış gibi olduğu anlar yani. Yani sen olmayanlar seni ne kadar kendine ait kılabiliyorsa sen de o kadar hissedarsın kendine. O zaman ne olacak? Tabii ki durup temenni edeceksin: İnşallah seni parsel parsel dağıtan güç adil olsun, nesnel olsun diye.
Gaddar mı şefkatli mi? Burada bir gizli oyunu da var gizli "oynatıcının." Gizli oynatıcı. Yani "göz önünde oynayanın" oynatan oynatıcının bir gizli oyunu var. Onu biz göremiyoruz. Bazılarımız hissedebilir ancak. Gizli oynatıcı. Ya da hadi şuna "yönetmen" diyelim. Kendi yaşamı üzerinde fazla dominant olmadığından (herkes gibi) senin üzerine oynuyor her şeyi. Yarış atına oynar gibi değil ama. Bileti alınmış bir trene asla kendi binmeyip, düşsel bir kamerayı kompartmana oturtup, yolcu eder gibi. O gidecek, görecek. Her haller onun başına gelecek. Yönetmen olduğu, bulunduğu yerden görecek, öğrenecek... Nasıl?.. "Gaddarca" mı diyosunuz? Hayır yanıldınız. Gaddarca değil. Oyunun da, oyuncu oluşunda, oynatıcının da uyması gereken kurallar tam da böyle olmalı. Oluyor da.
Oyun bitmiyor Gaddar mı, şefkatli mi oluşu oyunu yönetmesinden değil başın göklere erdiğinde senin kapıldığın büyüye kapılmamasından, başın derde girdiğinde sana destek verip, vermeyişinden anlaşılabilir belki de. Böylesi ürkünç-korkunç bir oyunun krupiyesiyse, bu adamın hiç mi "oyuna geldiği" olmaz. Olur tabii... Yönetmenin bir kulağı da "oynattığının her an isyan edebileceğinin kirişinde olmalı. Meğer ki bu isyanlar gelişi ağır-gidişi tez" nevinden olsun!.. Sonucuna gelince... Ne oluyor ki. Daha "oyun" bitmiyor ki. Biterse de, bitti sanılan, verilen "beş dakika ara"dan başka bir şey değildir.
Daha ne istenir ki? Yönetmen bilir ki: Kompartmanda hep ayrılmış bir yeri vardır. Ve yolcusunu değiştirip seyahate devam şansı hep olacaktır. Ara verişlerde de, mola alışlarda da, devam edişlerde de birileriyle birlikte biz de "Aaaa ne iyi. Yüzümüz aydın geldik buralara kadar!" diyorsak.. Daha ne istenir ki? Gizli oynatıcının adaletinden, nesnelliğinden, şefkatinden nasıl şüphe edilir ki? İlle de anlaşmak şart mı yav?.. Anlamak ve kendini de ona anlatmaya çalışmak da bir yol değil mi? Elbette bir yol. Hem de iyi bir yol...
|