 |  |
En değişimci dinamik hangisi?
Geçenlerde "İslamcılar, Kürtler ve 2. Vites" diye bir yazı yazdım. Orada AB sürecinin sadece "devlet örgütlenmesini" ve "devleti" değil, "yönetilenleri" de değiştirdiğini, bunun da özellikle siyasetle ilgili olanları epeyce zorladığını anlatıyordum. Yazının bir bölümü şöyleydi: "Kendini bunca zaman 'Müslüman' veya 'Kürt' olarak tanımlamış, hayatı o çevreden izlemiş olanların artık bireyin bizzat kendisinin 'ırkından' ya da 'dininden' de bağımsız olarak önemli olduğunu kavramaları gerekiyor. Kimse ırkından ya da dininden ötürü baskı görmeyecek ama kimse de bir ırkın ya da dinin gerekliliklerini devlet eliyle topluma kabul ettiremeyecek. Toplumsal gelişmeye 'din' ya da 'ırk' noktasından hareketle çözüm arayanlar AB'de tabii ki bu istediklerini bulamayacaklar çünkü AB bu tür hassasiyetleri 'bireyin özgürlüğü' çerçevesinde çözmekte..." Yazıda, kendini "birey, vatandaş, insan" olarak tanımlamak yerine eski hassasiyetlere göre yola devam etmek isteyenlerin zorlanacağını da vurguluyordum. Çok çeşitli gruplarla temas ettikçe, AB dinamiğinin her şeyi, bu arada siyasal anlayışı da derinden sarsmakta olduğunu görüyorum. Tabii bunu da anlayışla karşılamak gerek, eskiden yeniye geçmek öyle kolayından olmuyor.
*** Aslında siyaset kurumuyla AB ilişkilerinin sağlıklı mecrada seyretmesi için cevabı verilmesi gereken tek soru var: Bugün Türkiye'nin en değişimci ve devrimci dinamiği hangisi? Türkiye'nin AB sayesinde hızla değiştiğini, 80 yıllık tek parti cumhuriyetinin demokratikleştiğini kabul ediyor musunuz, etmiyor musunuz? AB dinamiği olmasa uyum yasalarıyla birlikte anayasal değişim ve bunun ardından gelmeye başlayan zihinsel dönüşüm olur muydu, olmaz mıydı? Olur diyorsanız, o zaman da "AB devreye girmeden neden olmadı" sorusuna cevap bulmalısınız. Şu anda Türkiye'nin hiç kuşkusuz ve tartışmasız en devrimci dinamiğini AB oluşturuyor. Rüyamızda görsek inanmayacağımız devrimler oluyor. Hukuksal çerçevedeki bu değişimin yaşama yansıması, toplum tarafından içselleştirilmesi ve kullanımının sıradanlaştırılması ise en önemli konu ve ilk hedef. Kazanılan haklara sahip çıkıldıkça, edinilen haklar kullanıldıkça, bu süreç de doğallaşacak.
*** Ancak, bu sürecin doğallaşmasına yardımcı olabilecek siyaset kurumunun birbirinden çok farklı aktörleri AB'nin değişim dinamiğinden huzursuz olmaya başlamış gibi. AB üzerinden siyaset yapmak ve gelişmeleri tahlil etmek yerine, "kendi siyaseti" üzerinden AB'ye bakmak gibi bir durumları var. Siz, en değişimci ve devrimci dinamiği yadsıdığınız ya da bunun gereğini yapmadığınız vakit, bu öncü gücün arkasında kalıp, zaman içinde silinme riskini sırtlıyorsunuz. Siyaset sahnesinde kalabilmenin yolunu AB dinamiğini inkar etmekte görmek, kaybolma tehlikesini de beraberinde getiriyor. AB'nin değişim gücünü kabul etmek ise siyasete ister istemez çok daha büyük kalite getirecek. Türkiye, AB'nin temel çerçevesini yakalamayı çok önemli başarı olarak kabul eden bir noktadan, bir teknokrat gibi detaylara hakim ve AB'ye katkı yapacak bir yaratıcılık düzeyine zıplayacak. Palavra, kafadan atma, eskiye takılmış bir plak gibi tekrarlama, yerel ve dar kalıplara esir olma geçmişte bırakılacak. Türkiye gereğinden çok siyasileşmiş bir toplum. O nedenle siyasetin ve AB ilişkilerinin yeniden tanımı çok önem kazanıyor. AB'nin en büyük değişim gücü olduğunu kabul edenler bir yanda, etmeyenler diğer yanda kalacak. Etmeyenler erirken, diğerleri de vites yükseltmeye, nitelik kazanmaya devam edecek.
|