1980 yılının sonunda Erkekçe Dergisini çıkarmak üzere İstanbul'a geldim. Yazı İşleri Müdürüm Ali Kocatepe ile Birinci Levent'te bir evde kalıyoruz.
Nispetiye Caddesi'ne 50 metre.. O zaman o cadde sessiz, ıssız.. İki katlı villa tipi evler caddede.. Az içerde apartmanlar var.. Ama bu caddede bir dükkânı biliyorum.
Adı efsane!..
Şamdan!..
O zaman, bugünkü gibi cırtlak değil, magazin sayfaları.. Ciddi ciddi sosyete ve sanat haberleri, dedikoduları yazılıyor, önemli imzalar tarafından. Ankara'da su içer gibi okuyorum, İstanbul hayatını..
Efsane dediğim, Şamdan.. 1970'li yılların ortalarında açılmış. Hemen her gün, her magazinde bir Şamdan haberi var.
En krem dö la krem sosyete orda çünkü.. En ünlü sanatçılar da..
İstanbul'a gelince en merak ettiğim yer.. Ama o ıssız caddeyi defalarca dolaştım.. Stüdyo 54 denen efsaneyi New York'ta, Budha adlı başka efsaneyi Paris'te ilk gidişte elimle koymuş gibi bulmuş, o gece de gitmiştim. Şamdan diye bir yer yok, caddede..
Ercan Arıklı, nurlar içinde yatsın, sevgili dostum, kardeşim, beni İstanbul'a getiren, bu kapıları açan patronum..
"Ben Şamdan'a gitmek istiyorum ama bulamıyorum. Nerde" dedim..
"Bulamazsın" dedi. "Çünkü geç ışıklıyı, yazılı tabelası bile yok. Oraya ancak bilenler gider.."
"İyi" dedim. "Adresi ver, gideyim.."
"Boşuna gayret" dedi, "Almazlar.."
Yahu Erkekçe akıllara sığmaz bir rekor kırmış. Her ay, iadesiz nerdeyse 150 bin satıyor.. Ben onun Genel Yayın Müdürüyüm. İçeri almayacaklar öyle mi?.
"Ben seni götürürüm bu gece" dedi..
Gittik. Issız caddede ıssız bir villa.. Ercan kapıyı çaldı. Kapı üzerinde bir yatay göz var. İçerden yana kaydırdılar. Biri içerden baktı. Ercan'ı tanıdı. Kapıyı açtı. "Buyrun Ercan Bey" dedi..
Bugün, bir paparazzi gelsin de bir kare resim çeksin diye bin cambazlık yapılan âlemde, ülke tarihinin en müthiş tiraj rekorunun sahibi, başta Şamdan binasının bugünkü mal sahibi Seda Sayan, zamanın gece hayatı ünlülerinin kapak olmak için araya kimleri kimleri soktukları derginin baş yönetmeni olmak, Şamdan kapısında geçmiyor iyi mi?. Seda'nın resimlerini, kapak fotoğrafçılarımdan Erol Atar defalarca önüme koymuştu da, sırf onun, biraz da Ali'nin hatrı için sonunda kabul etmiştim.
Durumu anladınız mı?.
İşte o Seda Sayan, nerdeyse yarım asırlık efsanenin kapısına birkaç gün evvel, haciz memurları ile dayandı. Mutfaktaki kepçelere kadar her şeyi haczettirdi ve Şamdan fiilen kapandı..
O sırada, 1979'dan beri Şamdan'ı önce kurucu ortakları, sonra tek başına yöneten Mehmet Tuna Amerikan Hastanesi'nde ölüm kalım savaşı veriyordu. Üç by-passlı kalbinde, bilgisayarlı pil vardı. Kalp nerdeyse durma noktasına geldi üç defa. Birinde durdu hatta. Pil şok elektrik verince, hayatta kaldı, ama bu defa da zatürreeye yakalandı.
Tam bir can pazarındayken dükkânın haczedildiği haberinin ona verilmesini doktorları engellediler.
Bu sırada medyada haberler yayınlanmaya başladı. Bina sahibi Seda Sayan ortada yoktu. Avukatı onun adına yazılı, sözlü açıklamalar yapıyor, medya da bunları "Kendi özel haberi" gibi yazıyordu.
Bu tuzağa belki de bilerek düşenlerden biri de Hürriyet Kelebek yazarı Cengiz Semercioğlu oldu. Öyle bir yazı yazdı ki, sanırsınız Seda'nın avukatı olmuş, Cengiz..
Çok severim ya.. Hemen açtım telefonu. "Bu yazıyı yazarken, Mehmet Tuna ile de konuşmak, onun da dediklerini dinlemek gereğini duydun mu" dedim. "Hani gazetecilikte ilkedir. Hele Doğan Yayın Gurubu'nun kamuoyuna yazılı açıklanan ilkelerinin en tepesinde yer alır?."
"Haklısın ağbi" dedi.. "Hemen arayacağım.." Günler geçti aradan..
Bu sabah erkenden Hürriyet'i istedim, Yaso'dan.. Bu yazıya oturmadan..
Yarım sayfa doldurmuş Cengiz. Şamdan'la ilgili tek satır yok..
Hayır, o yazmış da gazetede koymamış değil..
Nerden biliyorum..
Perşembe akşam üzeri Amerikan hastanesine gittim.
Mehmet Tuna'yı özel bir odaya almışlar.. Bir kolunda serum takılı.. Öbür başparmağına kalp atışlarını gösteren yüzük takılmış. Hani filmlerde vardır, yoğun bakımda bir ekranda bir ışık dalgası iner, çıkar eğriler halinde.. O çizgi düz gitmeye başladı mı?..
İşte o takip aleti. Burnuna oksijen tüpleri takılmış.
Zatürreeden zarar görmüş ciğerler, artık yeterli oksijen alamıyorlar çünkü..
"Mehmet" dedim.. "Bu hastaneye yattığın günden beri, buraya gelen, ya da telefon edip, 'Şamdan'da neler oluyor' diye sana soran gazeteci oldu mu?.
"Ne gelen oldu, ne telefonla arayan" dedi..
"Başka sorum yok" dedim.. Yolun, yani gazeteciliğin bittiği yere gelmiştik çünkü..
Yarım asırlık bir efsane, İstanbul'un Kültür Mirası bir mekân, işletmecisi ölümle pençeleşirken, tahliye davası sonucu değil, içindeki her ama her şey haczedildiği için fiilen kapanıyor ve koca medyada "Ne oluyor" diyen muhabir, tek yazar, tek haber şefi, yazı müdürü çıkmıyordu.
Tüm yazılar Şamdan'ı yok eden bina sahibinin avukatı edasıyla yazılıyordu.
Bitmemiş miydi, gazetecilik?.
Bak Cengiz.. Ben o gece Mehmet Tuna'yı onu yormadan dinleyebildiğim kadar dinledim. Ama neler anlattığını şimdilik yazmıyor, sana bir şans daha tanıyorum. Mehmet ile konuş. Onun dediklerini de aynen anlat, Seda'nın avukatının dediklerini aynen anlattığın gibi. Sonra ne dersen de?. Fikrine saygı!.
Bunu yaparsan mesele yok. Yapmazsan, o zaman işin Mehmet Tuna tarafını kamuoyuna ben duyuracağım ki, insanlar iki tarafı da dinledikten sonra karar verebilsinler..