En yakın arkadaşını, hem de nasıl pisi pisine, kendi yolunda usul usul giderken, ortadaki bordürün öbür yanında, hem de nasıl yağmurlu bir günde, direksiyon hakimiyetini kaybedecek kadar hızlı ve sorumsuz süren birinin, o bordüre çarpıp havalanması ve arabanın üzerine düşmesi sonucu kaybedeceksin.. O öğleden sonra, elinde kürek mezarına topraklar atacaksın..
Sonra..
Topu topu bir kaç saat sonra, sahneye çıkıp senin için son koltuğa hatta merdivenlere kadar salonu doldurmuş bin kişiye sık sık alkışlarla kesilen bir tek kişilik şov sunacaksın..
Toplumsal eleştirileri hem de nasıl ince ince yaptığın kahkaha şakaları.. En başta kendin, herkese takılmalar.. İnsanları hem güldüren, ama daha fazla da düşündüren anılar..
O bin kişi iki buçuk saatin nasıl geçtiğini anlamayacak.. Ve finalde hepsi ayağa kalkıp dakikalarca alkışlayacak..
Seni değil, sahnedeki ekrana el sallayan bir veda fotoğrafını yansıttığın, o saatler önce gömdüğün arkadaşını alkışlayacak.
Sen de aşağı aramıza inip, sahnedeki yerini ona bıraktığın arkadaşını, bin kişiyle birlikte bir daha, saygı ve göz yaşları ile uğurlayacaksın..
"O da böyle isterdi" diyerek!..
Yıllardır en yakın arkadaşlarından biri Erdal Tosun'u gömdüğü günün akşamıydı, Yılmaz Erdoğan'ın "Münaşaka" şovu..
"Acaba sahneye çıkabilir mi" diye düşünüyordum..
Akşama kadar başta Necati, bizim BKM ekibinden ses gelmeyince anladım ki, "Şov devam ediyor!." Bunu tartışır dünya hep, bizim gibi..
"Ne demek 'Show must go on/ Şov devam etmeli'.. Anamın öldüğü gün beni kim sahneye çıkmaya zorlayabilir.." Zorlayan yok.. Bu bir düşünce, duygu meselesi..
Hayat devam etmiyor mu?.
Hayatın kendisi bir şov değil mi zaten?. İnançlı iseniz, asıl ebedi yaşam öbür dünyada.. Bu dünya ebedi ruha açılmış bir pencere ve kimse öldü diye de hayat durmuyor.
O zaman şov da durmaz!.
Hem kendine, hem sanatına, hem izleyicine, hem de eğer seni yukardan izliyorsa, ölene saygıdır bu aslında..
Bilimsel düşünüyorsan?.
Kuantum fiziği.. Paralel evrenler, paralel yaşamlar..
Hangisi gerçek?. Hepimiz bir şovun parçaları mıyız?.
Anamın da, babamın da öldükleri gün, mezardan işime döndüm.. "Onlar yukarda yıkılmadığımı görürler ve mutlu olurlar.
Onlara layık evlat, yıkılan değil, ayakta kalandır" dedim, içimden..
Kuliste Yılmaz'a nasıl sımsıkı sarıldım.
Gözleri yaşlıydı. İki buçuk saattir teklemeyen sesi bu defa titriyordu..
"Sözün bittiği yer, dedikleri işte burası Yılmaz" dedim. "Bu kadar acı dolu saatlerde, bu şovu yapmak, insanları 2.5 saat kahkahalarla güldürmek ve iki dakikalık finalle tokat yemişe çevirip, onları üzüntünde, kederinde, yasında birleştirmek.. Bunu yapabilecek kaç kişi var dünyada.. Sözün bittiği yerdeyim Yılmaz!.. Ne sana diyecek, ne de yarın yazacak, lafım var!."