Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Çallı, Neyzen Tevfik ve Müzeyyen Senar...

Müzeyyen Senar'la Çallı İbrahim öteden beri dosttular. Özellikle eşi Ercüment Işıl'la Çallı Ankara'dan arkadaş idiler.
Hele annesi 1943 yılında vefat ettiğinde başsağlığı dilemek için eve kadar gelmiş, ayrılırken,
"Acını anlıyorum sevgili yavrum. Biz sanatçıların en zor anları en büyük acılarını bile içlerine atmaları ve toplum içine çıktıklarında bunu belli etmemeleridir. Ne kadar büyük yüktür bunu bilirim, hele senin için," demesini hiç unutmamıştır.
Bir yıl kadar sonra bir gün Çallı İbrahim telefon eder ve "Eğer kabul edersen Neyzen Tevfik'le sana gelmek istiyoruz," der. Saat tam beşte, Çallı, Neyzen Tevfik (Kolaylı) ve ismini hatırlayamadığı bir ayağı hafifçe aksayan, beyaz saçlı ve sakallı Ankaralı şair bir arkadaşı da onlarla birlikte gelir. Çallı uzun boyu ve zarif haliyle, Neyzen Tevfik her zamanki gibi dizlerine kadar inen ve lata diye anılan paltosu, karmakarışık saçlarıyla dikkat çekerler.
Müzeyyen Senar: "Onlardan hoşlanmıştım.
Çünkü başka bir âlemi temsil ediyorlardı. Neyzen ayrı bir dünyanın insanıydı. Çallı ünlü bir ressamdı.
Ankaralı dostları ise şair. Her geldiklerinde en az bir saat otururlardı. Neyzen hiç beklenmedik zamanlarda bir köşeye oturur ve neyini çıkarır, üflerdi. O zaman, aman yarabbi derdim, bu nasıl ustalık. Tüylerim diken diken olurdu.
Onlara hemen içki ikram ederdim. En büyük keyifleri ise dördümüzün birden oturup içkilerimizi yudumlamak ve sohbet etmemizdi. Neyzen nadiren sohbete iştirak ederdi. Ankaralı şair arkadaşı ise mutlak bir şiir okurdu. Anlattıkları o kadar renkli şeyler vardı ki, bazen kahkahalarla gülerdik. Esasında benim böylece şarkı, bestekâr, sahne ve radyo arasındaki dünyama yeni bir renk katılmıştı.
Başka bir dünyanın kapıları aralanmıştı.
Özellikle Çallı çok hoşsohbet insandı. Hepsi de bilmediğim bir âlemin insanlarıydı. Bir gün Çallı getirdiğim içki bardağını beğenmedi. 'Bana lame bir pabucunun tekini getir,' dedi.
İçerden lame pabuçlarımdan bir tekini getirdim ve ona verdim. Rakıyı ayakkabının topuk kısmına koydu ve içmeye başladı. Çok şaşırmıştım. Onun ise dünya umurunda değildi. O gün giderlerken, 'Bunu iyi sakla, bu benim kadehim,' dedi. Neyzen de ne zaman neyini çıkarıp üflemeye başlasa ben de ona katılıyor ve bir türkü söylüyordum.
Ziyaretleri saat tam beşte olmak üzere her güne bindi.
Çallı bir gün tuvalle geldi. 'Müzeyyen, portreni yapmak istiyorum.
Senin bu ışıl ışıl iç güzelliğini tuvale taşımam lazım' dedi. Böylece bir görev daha üstlenmiştim. Resim üzerinde çalıştığı günlerde oturup ona poz vermek mecburiyetinde kalıyordum.
Ancak aylar geçmesine rağmen resim bir türlü bitmiyordu. Sonunda Çallı İbrahim 'Olmuyor, Allah kahretsin, olmuyor. Galiba yapamayacağım. Seni tuvale taşımakta galiba aciz kaldım,' dedi ve bıçakla tuvali paramparça etti.
Esasında yaptığı resmi ben beğenmiştim.
Ama o bir türlü tatmin olmamıştı.
Yazık ki, Çallı'nın yaptığı bu portre böylece kendisi tarafından yok edilmişti.
O gün onu neşelendirmek için elimden geleni yaptım. Hatta en sevdiği şarkıları söyledim. Ama yine de suratından düşen bin parçaydı. Ertesi gün her zamanki gibi, tam beşte kapı çaldı. Onları karşılamak için koştum ve kapıyı açtım. Gelen apartmanın kapıcısıydı.
Bana bir zarf ve paket uzattı.
Zarfı açtım. Çallı'nın mektubuydu. 'Müzeyyen, sana karşı çok mahcubum.
Bizi aylar boyu çok güzel ağırladın.
Bunun için teşekkür ederim. Eğer affedersen bugünden itibaren gelmek cesaretini kendimde bulamıyorum. Lütfen, bu küçük hediyemi kabul et.' Altına o çok bilinen 'Çallı' diye imzasını atmıştı.
Paketi açtığımda içinden Ayasofya'sı, Sultanahmed'iyle bir İstanbul resmi çıktı. Uzun yıllar sakladığım bu resim, daha sonraki bir taşınma sırasında yok oldu. O günden sonra Çallı'yı bir defa Tokatlıyan'da verdiğim konser sırasında gördüm. Ona doğru elimle selam gönderdiğimde hafifçe kalktı ve elini dudaklarına götürdü."

Üstad Radi Dikici, bu resmin hikayesini şöyle anlattı. "Bu yazı dört aydır hazırdı ama o dönemde bir araya gelmesi düşünülemeyen üç kişi; Çallı, Neyzen Tevfik ve Müzeyyen Senar buluşmasının fotoğrafı yoktu. Olayın en can alıcı noktasının görüntülenmemesi yazının istediğim keyfi vermeyeceği duyusunu yaratıyordu bende.. 1944 yılında böyle bir fotoğrafın olması pek mümkün değildi ama biz bu görüntüyü, kurguyla oluşturamaz mıydık? Son bir haftaya kadar Evren'le (Ressam Oğuzbalaban) araştırdık. Devrinin en popüler kişilerinden biri olan Çallı'nın sofrada yemek yerken resmini bulamadık. Tam ümidimi kesmiştim ki, Evren, hocalarından birinde böyle bir resim bulduğunu söyledi. "Size bir sürprizim var" dedi. Heyecanlanmışım. Bu sabah, hazırladığı resmi gönderdi. İşte bu!..

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA